YURTTA OLUP BİTENLER toplantısı eğlenceli oldu. Hele eğlen- cenin ikinci kısmı pek zevk vericiydi. Toplantıyı müteakip Rektör Onara, neler görüşüldüğü sorulduğunda, Ho- ca son derece ciddi bir edayla "Bütçe meselelerini görüştük" demiş ve so- ranların bıyık altından gülmelerine sebep olmuştu. Zira toplantı sırasında içerideki tartışmalar salondan geçen- lerin kulaklarına kadar gelmişti. Ses ler hiç de bütçe müzakerelerinin ha- raretini taşımıyordu. Sonra bütçe için doğrusu Senato bir hayli vakit harca- mışta Demek ki bu yıl Üniversitenin bütçesinde açık vardı ! O günkü toplantıyı en son Prof. Ragıp Sarıca Prof. Derviş Manizade, Halit Ziya Konuralp ve Orman Fa- kültesi Dekanı Selahattin İnal ter- kettiler. Ancak Profesörler toplantı- dan sonra bir müddet, hatta bir saa- te yakın birbirlerinden ayrılmadılar, aralarında müzakerelere devam etti- ler va koridorları bir hayli arşınladı- lar. Daha sonra koridorun sonundaki odaya girdiler. Burada da bazı Pro- fesörler bulunuyordu. Hatta Onar da içerdeydi. Münakaşalar Rektöre ait olan bu odada da devam etti. Mesele gayet basitti. Senato o gün 147 öğretim üyesinin durumunu gö- rüşmek üzere toplanmış ve tam iki- buçuk saat süren müzakerelerden sonra dağılmıştı. Ancak resmi top- lantının bitmesiyle öğretim üyelerin- denbazıları Rektörlüğü terketme- mişlerdi. Hızını alamıyan öğretim ü- yeleri müzakerelere Rektör Onarın adasında devam ediyorlardı. Gerçi Ankarada Üniversitelerarası Kurula iştirak eden temsilciler birer birer Se- natoya izahat vermişlerdi. Devlet ve Hükümet Başkanıyla temas edeme- diklerini, Komitenin mesele üzerinde durduğunu ve tam iadeye pek yanaş- madığını söylemişlerdi. Ama gene de öğretim üyelerinin yüreği işin peşini bırakmağa elvermiyordu. işte Onarın odasında devam eden kulis bunun bir neticesiydi. Gelgelelim o kilenin dibi yoktu. Ne kadar uğraşılırsa uğraşıl- sın ambar dolmuyordu. Bir Rektör daha Aynı gün, Beyazıttan bir hayli u- zakta bir başka Üniversite Sena- tosu toplanmış, ancak bu, diğerine nazaran biraz daha realist olduğu için işi çabuk bitirmişti. Teknik Üni- versite Senatosunun toplantısı saat 14.30'da başlamıştı. Toplantının gün- demindi tamamı tamamına 24 madde vardı. Eğer bunların hepsi teker te- ker ele alınsa, toplantı birkaç gece sürebilirdi. Ama Senato bir mesele ü- zerinde durmak ve işi bir an evvel bir sonuca bağlamak istiyordu. 147 6öğ- retim üyesinin durumu ne olacaktı ? Ankaradan gelen tabii eli boş- 28 Fikret Narter Esrarengiz münasebetler heyet burada da izahat verdi. Söyle- nenler hemen hemen aynı şeylerdi. Komitede esen hava, öğretim üyeleri- nin geri alınmamasıydı. Bunu belki de bir prestij meselesi yapmışlardı. Teknik Üniversite için, affedilen öğ- retim üyeleri meselesi hakikaten son derece çam an Zira bunlar- dan 29'u Teknik Üniversite öğretim üyesi bulunuyordu ve yerlerinin dol- durulması hayli güçtü. İşte bu yüz- dendir ki Narter ve arkadaşları güç durumdaydılar. Narter, o affedilenle- rin geri döndürülmesini istiyor ve bunu en az Komite üyelerinin inadı kadar ileri götürüyordu. Rektörün, istifa etmek düşüncesi bile vardı. An- cak, yalnız kalmaktan korkuyor mücadeleye devam edemiyeceğinden çekiniyordu. Narter toplantıdan çıktığında sa- atler 18.15'i gösteriyordu. o Toplantı tam 3 saat 45 dakika devam etmiş ve bu zaman zarfında 147 öğretim ü- yesi lafından başka ağıza laf alınma- mıştı. Narter toplantı salonundan Rektörlük odasına geçti. Burada taze demli bir çay içti ve kendisine soru- lanları cevaplandırdı. Pek neşeliydi. Karara varmış insanların rahatlığını taşıyordu. Ancak Rektör Onarla gö- rüşmeyi ve müşterek hareket etmeyi daha uygun buluyordu. İki Rektör o akşam İspanya Konso losluğunun kokteylinde karşılaştılar. Bir ara yalnız kalıp dertleştiler. Son- ra etraflarını tanıdıklar ve dostları aldı. İki Rektör bilahare konuşmak üzere randevulaştılar. İşte bundan sonradır ki Rektör Narter meşhur nezaket ziyaretini yaptı! Ankarada Rektör Onarın, Devlet ve Hükümet Başkanı General Gürse- le 147 öğretim üyesiyle ilgili olarak verdiği dilekçeye -Onar ve arkadaşla- rı Generalle Ankarada bir türlü şifa- hen görüşememişlerdi- cevap gelmiş- ti. Cevap pek iç açıcı değildi. Onarın, meselenin halli için istediği (o şeyler kabul edilmiyordu. Boş kürsüler Ankara Üniversitesinde işler daha iyi gidiyor denilemezdi. Boşalan kürsüler öylece duruyordu. Yerlerine yeni bir tayin yapılmamıştı. Doçentler Jürisi bu açığı apamak üzere faaliyete geçmiş ve imtihan için gerekli hazırlıklara başlamıştı ama, geçen zaman içinde boş kürsüler bü- yük bir dert teşkil edecekti. Hal böyle iken, geride bıraktığı- mız hafta içinde birgün, Ankara Üni- versitesi Rektörlüğünden Dekanlara yapılan bir tamim işlerin adamakıllı arap saçma döndüğünü ortaya koydu. Tamimde, boşalan yerlere tayin ya- pılmaması bildiriliyor ve bir müddet daha beklenilmesi söyleniyordu. Rek- tör Yetkinin tamimi Dekanları şaşırt- tı. Peki, ne yapılacaktı? İş öyle kısa zamanda halledilecek bir iş değildi. Sürüncemede kalmış, üstelik ümitler bir hayli zayıflamıştı. dosyalardan bir ha- ber de çıkmamıştı. Hatta ve hatta dosyaların ortadan kaybolduğu da şayi olmuştu. Hal böyle olunca iş cidden enteresan bir safhaya dökülü- yordu. Şimdiye kadar söylenenlerin yalan olması lazımdı. Demek ki bir tahkikat yapılmamıştı. Evvelden ha- zırlatılan listeler üzerinden mesele halledilmiş ve belki de istimin sonra- dan gelmesi beklenmişti. Ama anla- şılan istim biraz geç kalmış, kazan geç kaynamıştı. Nitekim haftanın sonlarında bir gün, işlere vakıf bir zat kendisine "dosya"dan bahsedildi- ğinde gülmekten kendim alamadı: "— Ne dosyası, yahu? Eğer La- heyde veya Tokyoda, Madritte veya Brükselde bulunan bazı kimseleri dos ya addediyorsanız mesele yok. başka dosya aramaya kalkışmayın. Bulamazsınız. Belki de bu yüzdendir ki geride bıraktığımla hafta biterken, umumi efkarın tazyikini demokratik her i- dare gibi omuzlarında şiddetle hisse- den Milli Birlik İdaresi işi uyutmaya kalkışmanın en zararlı yol olduğunu anlıyor ve "dosya gönderilmesi" üze- rinde ısrar edilmemesi şartıyla Sena- tolara hatayı tamir hakkını tanıma- yı ciddi şekilde düşünüyordu. Ancak Senatoların da hatır gönüle bakma- maları ve lüzumunda ittifak bulunan gerçek tasfiyeyi bizzat yapmaları gerekecekti. AKİS28 KASIM 1960