büse geçmiş, aynı dolabı döndürecek evsafta bir kaç gemi için daha mü- racaatını tekrarlamıştı. Ancak bu sı- rada işin kokusu bütün Türkiyeyi sarmış ve İpar - Zorlu ortaklığı dil- lere destan hale gelmiş bulunduğun- dan ikindi müracaata red cevabı ve- rilmek mecburiyeti ortaya çıkmıştı. İşte, "İpar Dâvası"nın gemilere tahsis sağlama faslı buydu. Ya yağlar? A mesele bundan ibaret değildi. Ortada, bir de navlun sağlama muamelesi vardı. Bir navlun sağla- ma muamelesi ki, kabinede, müzake- re edilip karara bağlanmış, üstelik dünyanın en komik hâdiselerine yol açmıştı. Et ve Balık Kurumunun yağla- rından sağlanacak navlun, zaten her işin başını teşkil oetmiş, genç İpar için koku yerine geçmişti. Amerikan yardımından alman bu nebati yağla- rın yarısının Türk gemileriyle mem- lekete sokulması gerekiyordu. Bunun 11 bin tonu İpartransporta verilmiş- ti. Fakat genç İpar daha fazlasını istiyordu. Zira dönme dolaba bu nav- lun lâzımdı. Halbuki yağların büyük kısmı Denizcilik Bankası gemileri tarafından nakledilecekti. İşte bura- da, Fatin Rüştü Zorlunun Amerika- daki dostu Nihat Ali Üçüncünün mü dahalesi gerekmiş, yalnız Zorlunun değil bir çok düşüğün dış dalavere- lerini görülmemiş meharetle çeviren bu her devrin adamı -D.P. büyükle- rine C.H.P. büyüklerinden intikal et- miştir- asılsız mektuplarla ortalığı karıştırmıştı. £ Mektuplar bir gaye gütmekteydi: Navlunun İpartranspor ta sağlanması! Üçüncü öyle şartlar koşuyordu ki bu, "Yağları ancak or- ta boylu, siyah parlak saçlı, yırtmaç- lı ceket giyen, ayakkabıları tokalı, sol elinin küçük oparmağında yüzük taşıyan, kaytan bıyıklı bir milyoner- zadenin sahibi (bulunduğu firmanın gemileriyle taşıtabiliriz" name yapmak sonra da "İşte, navlun herkese açık,, kim şartları yerine ge- tirirse yağlar ona verilecektir" diye ortaya çıkmaktı. Nitekim günlerden bir gün koca Menderes, elinde Nihat Âli Üçüncü- den gelen ve yağların nakliyle alâ- kalı bir telgrafla kabine toplantısına girmiş, bu meselenin müzakeresini Bakanlardan istemişti! Evet, başın; kaşıyacak vakti bulunmadığı söyle- nilen ve mühim meselelerin aylarla kapısında bekletildiği Menderes ka- binesi İparın navlunu meselesini bie di ciddi ve Başbakanın emriyle zakere etmişti. Üçüncü, telgrafında New York'ta dok işçilerinin grev ya- pacaklarını bildiriyor, yağların an- cak İpartransporta ait gemilerle AKİS ,18 KASIM 1960 nakledildiği takdirde memlekete ge- tirilebileceğini, aksi halde Denizyol- larının astronomik cezalar ödeyece- ğini haber veriyordu! Zaten Üçüncü, daha cevap dahi beklemeden yağları New York'ta Denizyolları vapurları- nın değil, İpartransport vapurlarının bağlandığı rıhtıma yığdırmış ve De- nizyolları vapuru geline bunları ala- mamasını sağlamıştı. Kabinede Zorlu, mütad veçhile İ- parın avukatlığını, yahut temsilcili- ğini yapmış, bu yüzden Polatkanla arasında pek şiddetli bir tartışma patlak vermişti. İşin bu komedi tara- fının tafsilâtı sanık mikrofonunda birbiri peşine Zorlu, Polatkan, Berk ve Menderes arzı endam ettiğinde bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Men deres rejiminin iç yüzüne projektör- lerin en kuvwvetlisini tuttu. Netice, yağların Zorlu - Üçüncü kombinezonunun ogalebesi neticesi İpartransportun gemileriyle (nakli olmuştu. Genç İparın eline navlun o- larak, üç gemiye ödediği bedel kadar para geçmişti! Böylece, nakil mas- rafı hariç, gemiler tek seferde bedel- lerini ödemişlerdi. İşte, haftanın başındaki o gün Yassıadada, sosyetenin meşhur si- malarının huzurlarında bu fevkalâ- de ticari muamelenin hesabı görüle- cek, ticari dehaların İşleyiş tarzın- daki üstünlüğün sebepleri araştırıla- caktı. Vinileksin harikulade başarı- sının Sırrı ortaya çıkmıştı; Bir şir- ket, devrin Maliye Bakanıyla ortak- lık kurdu mu başarısı göklere çıkı- yordu. Şimdi, bu ortaklık devrin kud- retli Dışişleri Bakanıyla kurulursa ne netice veriyordu, o görülecekti. İpar Yassıada yolunda Umduğu değil bulduğu... DÜNYADA OLUP BİTENLER Mikrofon başında K ararnamenin Başkan evvelâ, okunması o bitince tanık mahalline hâdiseyi bilirkişi (sıfatıyla incelemiş bulunan Maliye Hesap Uzmanı Nejat Güveni aldı. ğu" dâvasında iyi netice vermiş, meseleyi iyi bilen bilirkişi püf noktaları gözler önüne meharetle sermişti. İpar dâvasında da netice aynı oldu. Sanık mikrofonuna İlk olarak, kumpanyanın 1 numaralısı Ali İpar . Gene dik duruyor ve kasılıyor- du. Fakat konuşmaya başlayınca söyledikleri pek duruşuyla mütena- sip olmadı. Bir defa ne anlattığı hiç kimse (tarafından anlaşılmıyordu. İşe "Reddediyorum" demekle başla- dı. Başkan Başol: — Yoo! Reddetmek olmaz. Hak- kınızda ithamlar var. Bunlara karşı kendinizi savunmanız lâzım" dedi. Bu sırada bir sineğin musallat ok- ması genç e islerini büsbü- tün zorlaştırdı. B an — Gemilerin alınmasını anlat" dedi. Genç İpar sordu: — Uzun mu, kısa mı?" Herkes gülmeye başladı. Zaten genç İpar daha tavırlarıyla dinleyi- cilerin garibine gitmişti. Galiba ken- disini bir (Amerikan filminde role çıkmış sanıyordu. Hâdiseyi bir türlü anlatamadı. Başkan: "— Doğru söylemiyorsunuz. Siz basın toplantısı filân yaptınız, oku- duk. Anlatın bakalım" deyince kah- kahalar tekrar yükseldi. Genç İpar mazeretini söyledi. A- zarlanmaktan korkuyordu! Eğer Baş anlatacaktı. söylediği anlaşılamadı. Başol bir a- ra: "— Demek senin dışarda dövizin vardı" dedi. — Dövizim olduğunu tekzip edi- yorum." Dinleyiciler gene güldüler. Niha- yet Başkan işin yürümediğini anladı ve: — Kabule şayan bir şey söyle- miyorsunuz. Bocalıyorsunuz. Ben su- al soracağım" dedi ve meseleye ışık dökecek bazı sualler sordu. İpara bakılırsa bu gemileri kendisine para almaksızın, sırf itibar (sahibi oldu- ğundan ve elinde bir navlun kontra- tı bulunduğundan vermişlerdi! Döviz tahsisi alacağından öylesine emindi ki derhal müracaat etmeye de lüzum hissetmemişti! Gemilerin asıl kıyme- tine gelince, bunlardan haberi yok- tu! "Ben tecrübeli bir armatör de- 25