SİNEMA Türkiye "Hasta sinema" Fransız sinema tarihçi ve tenkid- çisi Georges Sadoul'un UNESCO'- nun mecmuası "Courier'nin i sayısında verdiği 1 yılında Japonya 443 Bırleşık Amerika 378, Hındıstan 295 Hong Kong 217, Italy 147, Fransa 142, Filipinler 110 uUzun film mey- dana getirmişlerdir. Tam olarak tu- tulan istatistikler ancak 1957 yılını verdiği için durumun 1958 de ne ol- duğunu bilmiyoruz. Fakat bu rakam- ları 1958 için de aynı kabul edersek Türkiye 1958 . mevsiminde mey- dana getirdiği 108 filmle sekizinci gelmektedir. a dan her yıl çevirdikleri 100 filmle Sovyetler Birliği, 75 filmle Endo- nezya, 60 filmle Kuzey Kore gelmek- tedir. Türkiyede umumiyetle 40 . 50 civarında dolaşan yıllık film, sayısı- nın bu mevsim 108 e ulaştığını du- yanlardan çoğu her halde sinemamı- zın büyük bir gelişme içinde oldu- ğunu düşünmüşlerdir. Filmlerin ka- litesinde olmasa bile, sayısındaki bu artışın hiç olmazsa endüstri olarak sinemamızın hızlı bir ilerleme halin- de olduğuna saymışlardır. Halbuki durum, tamamiyle aksine- dir. Bu anormal artış, bir sağlık işa- reti değil, bir hastalık alâmetidir; iktisadi buhranın sinema endüstri- sindeki aksinden ibarettir. Tıpkı Hindistan, Hong Kong, Fılıpınler geçen rakamlara Endonezya gibi bizim bu yıl eriş- tiğimiz sayı da tamamiyle "kemmi" bir mahiyettedir. Üstelik, bu mem leketlerdeki film yapımının çokluği doğrudan doğruya — nüfuslarının bır zarureti olarak ortaya maları kalite bakımından değilse bi- le bir endüstri olarak sağlam temel- lere oturmuştur. Yıllık film sayısındaki bu âni ar- tış, "kuyruğa girme" modasının si- nemadaki tezahtiründan başka bir- şey değildir. Ne satıldığını bilmeden her hangi bir kuyruğa girmekte fay- da gören vatandaşlar gibi, gecen yıl- larda da sinemayla hiçbir ilişiği ol- mıyan kimseler film tahsislerinde sı- raya girmişler ve boş film almışlar- dı. Bu filmlerden çoğu şipşakçılık u- sulüyle doldurulmuş ve bu yılın re- kor sayısı kırılmıştı. Fakat 1959 - 60 mevsiminde durum çok büyük bir ihtimalle böyle olmayacak, — yeniden eski sayıya, belki de daha aşağıya düşülecektir. Zira bir yandan — boş film ithali, meselesi kesin bir hal çaresine — bağlanmamış, bir yandan maliyet fiyatları alabıldıgıne artmıştır. Geçen yıllarda 70 - 80 b liraya çıkan filmlerin bugünkü ma- lıyetı 180 bin lira civarındadır, bi- raz 'titizlik gösterilenler ise 200 bin liraya ulaşmaktadır. albuki — öte yandan, gittikçe agırlaşan .hayat şartları, en ucuz eğlence vasıtası o- İan sinemayı bile, Ortahalli vatan- 32 daş için gittikçe uzaklaşan bir lüks haline sokmaktadır. Bu yılın 108 fil- mi ayrıca piyasada bir yaratmıştır, bunlardan çoğu oynatılmak için salon beklemekte— dir. Bundan dolayı bir yerh filmin maliyetini çıkarması, hele kâra geç- mesi eskisiyle kıyaslanmayacak — ka- dar güçleşmiştir. Bu durumda belki piyasasında — kendiliğinden bir "temizlik" olacak, ama geri alan sağlam firmalar bile yine güçlükler- le karşılaşacaktır. Filmlerin kalitesi, sansür sistemi gibi hususlar ise, he- men sadece Kıbrıstan ibaret olan dış pazarın genişlemesini şimdilik bir hayal olarak bırakmaktadır. Bu durumda prodüktörler daha 1htıyat— lı, yani alışılmış kalıplara daha bağ li olarak çalışmaya yoneleceklerdır ki, son bir iki yıl içinde rejisörler arasında beliren kıpırdanma, vasata yaklaşan bir iki filmin uyandırdığı alâka karşısında prodüktörlerin bu kıpırdanışlan destekler görünen tu- mu yeniden rota degıştırmek teh- likesi göstermektedir Perde üstündekiler erdenin gerisinde bunlar olup bi- terken perde üstü de fazla iç açı- cı bir görünüşte değildir. Gazeteciler Cemiyetinin tertiplediği Türk Film Festivali bu durumu daha belirli o- larak ortaya koymuştur. Yılın 108 filmi içinden festivale katılmak için gönderilenler 21 taneydi, bunlardan elenenler ise 15 di. Aslına bakılırsa bu sayı bile çok geniş tutulmuştu, rahat rahat yarıya, hattâ üçte bire indirilebilirdi. Geri — kalanlar, seyir- ciler için de jüri âzası için de ger- çekten azaplı saatler - yaşatmaktan başka marifetleri olmıyan filmlerdi. Üzerinde durulmağa değer olanlar dördü geçmıyordu Bunlardan Atıf Yılmazın "Alageyik"i, biraz da haksız olarak fazla "kenarda — kal- mıştı unun başlıca sebebı Atif Yılmazın bu yıl daha çok "Bu vata- nın çocukları" ile dikkati çekmesiy- di. "Alageyik" bir halk hikâyesine dayanıyordu, Yaşar Kemal'in reviz- yonundan geçen hikâye, hemen köy filmlerimizin klâsik kılığına bürün- müş, yani iki "fakir âşık" ve bun- ların arasına — girmeğe çalışan zen- gin köy ağası kalıbına dokulmuştu Hikâyenin en orijinal yönünü mey- dana getiren, delıkanlının sevgilisi ile geyik avı tutkusu arasında boca- laması motifi ise hiç de başarılı ola- rak kullanılmamıştı. Buna karşılık, klasik bir köy filmi kuruluşunda ol- masına Tağmen "Alageyik", kahra- manları, çevresi, kahramanlar ara- sındaki münasebetler bakımından, bu mevsimin filmleri arasında en ço "bizden" unsurlar taşıyan bir eserdi. Başroldeki — Yılmaz — Güneyin ilk oyunu olmasına rağmen fazla aksa- madan çıkardığı oyun, Anadolu de- likanlılarını andırır tipi ve davranış- ları, hikâyenin dekora olarak seçilen Antalya köyü, köy halkının kalaba- lık sahnelerde ustaca kullanılışı dik- kati Ççekmekteydi. Her halde Atıf Yılmaz, "Gelinin muradı"nidan bu yana lokal çalışmalarında biraz daha ustalaşmış, yerli unsurlardan daha iyi faydalanmağa, — tabiatı daha iyi kullanmağa başlamış, kalabalık sah- nelerin idaresinde daha başarı kaza- nır olmuştu. "Bu vatanın çocukları" ise, ele aldığı mevzu ve bu mevzuun işlenişi bakımından yerli — filmlerde "Alageyik"ten bir sahne Yerli unsurlara dönüş AKİS, 23 HAZİRAN 1959