MUSİKİ Konserler Kültür alış-verişi K onser radyo ile de naklediliyordu. ahneye —mikrofonlar — dizilmişti. Ertesi gün, salonda bulunanlar ile ça- hmnanları radyolarından takip edenler, zıt kanaatler ifade ettiler. Birinciler, m bir konserde hazır bulunduk - ları ıçın memnundular; - ikinciler ise radyolarından öylesine — çirkin sesler duymuşlardı ki para verip ve zahmete girip konsere gitmedikleri için sevini- yorlardı. radyosunun mikro- fonları ve ses mühendisleri acaba ge- ne -tabiatiyle istemeden- dinleyicilere olsun, musikişinaslara olsun, bir oyun mu oynamışlardı Aslında, Ankara Flarmoni derne- ği tarafından, afişlere göre "Hariciye Vekılı Prof. Fuat Kö prulu himayesin- de tertiplenen konser gerçekten ba- şardı olmuştu Afişlere göre diyoruz. Onlara güvenmenin — pek de dogru olmadıgım bılerek' Zıra afişler, kon- seri Ferit Alnar'ın idare — edeceğini büyük kırmızı puntolarla ilân ediyor- ardı. Halbuki konserde şef rahlesine, bugünlerde Ankara'ya veda etmeye hazırlanan Haymo Taeuber çıktı Afiş- er, konserde Ulvi Cemal Erkin'in Kö- çekçe'sinin çalınacagından bahsetmi- yorlardı. Çalındı. Mamafih; programın gerı kalan kısmı tatbık edıldı Konsere önemimi veren sanatkâr, Branko Paye- viç, Bruch ile Çaykovskı'nın konserto- larını, iyi keman icralarını artık ancak radyo ve plâklarda bulabilen Ankaralı müzikseverlerin kulak pasını silecek şekilde çaldı. Bar kokusu mu? K onserden önceki günlerde merak - hlar, tanıdıkları orkestra üyelerine, Payeviç'in nasıl bir kemancı olduğunu sord da, "lokanta kemancısı gibi çalıyor", "bar kokusu var", "çingene kemancılara benziyor" — gibi evaplar alıyorlardı. Fakat hepsi, Yugoslav vi- yolonistin mükemmel bir tekniği ol- duğunda müttefikti. PKonser, bu gö- rüşleri bir bakıma — teyit etti. Max Bruch'un konsertosunda yer yer öyle kaydırmalar yapıyor, öyle geniş vib- rato ile çalıyordu ki bunlara ancak, lokantalarda masa masa dolaşıp sere- nad yapan kemancılarda rastlanırdı. Bir müne aman onu, borç çorbası ile şaşlik arasmda dınlemek tercih ediliyor" dedi. Fakat "0 zaman", her zaman değildi. Hele genç (29 ya- şında) viyolonistin Çaykovski konser- tosunu çalışı, heyecan verici birşeydi. eman, Branko Payeviç'in elinde, bir oyuncak gibiydi. Herşey bir tarafa, doğru entonasyonla çalan, — güvenle, çaldığı esere -bazan yanlış dahi olsa- bir ifade veren kemancılara nın konser salonlarında sık sık rastlan- mıyordu. Flütçünün oğlu B ranko Payeviç, onbeş kadar sen- Ş foni orkestrası olan bir diyardan, Yugoslavya'dan gelmişti. Bu orkestra- 28 lardan belki en önemlisinin, Belgrad Filarmoni Orkestrası'nın konzertmays- ter'i (bırınc keman şefi) idi Ankara'yı ziyareti, Yugoslav ve Yunan Hariciye Vekillerinin Türk başşehrin- de bulundukları bir şuraya tesadüf edi- yordu. Konserde onlar da - Reisicum- ur Bayar'ı temsil eden Büyük Millet Meclisi Reisi Refik Koraltan'la bera- ber - hazırdı. Konser esnasında bir fotoğrafçı, tiyatronun kırmızı koltuk- larının üstüne çıkarak, hur locasındakilerin fotoğraflarını çekti. Siyasi yakınlaşma, kültürel ya- kınlaşma ile tamamlanıyordu. Branko Payeviç, bir musikişinasın oğludur. Babası halen, oğlunun kon- Branko Payeviç Barcılıkla — suçlandırıldı zertmayster olduğu orkestrada flüt çala nko, tahsiline Belgrad'da başlamış, bu şehırde akademiyi bitir- miş, sonra Cenevre'de dort sene müd- detle, kendı ıfadesıyle 'mükemmel bir pedagog" olan ado Romano'dan ders almıştı Cenevre, Zürih, Viyana ve Graz'da konserler vermiş, Londra- da bir keman üsabakasına — iştirak ederek finale kalmıştı Mükemmel bir tekniği olmasını "gayet normal birşey diye vasıflandırıyor. En beğendiği vi- yolonıst Yahudi Menuhin'dir. Dünya- nın en İyi vıyolonıstı telâkki edilen David Oystrah'ın ise bir öğretmen gibi çaldığı kanaatinde.. Erkin sahnede B ir "Yugoslav - Türk musiki hare- keti" mahıyetını taşıyan konserde, bir Türk eserinin çalınması şüphesiz ki yerinde olurdu Önce bu düşünül- memiş, hemen hemen son dakikada programda değişiklik yapılarak — Ulvi Cemal Erkin'in Köçekçe'si programa Riyaseticum-' konmuştu. Güzel fakat neden gene "Köçekçe"? Erkin'in — dans rapsodisi temsili bir eserdir, parlak bir eserdir. Kabul! FFakat çekmelerde, raflarda bekleyen birçok Türk eseri varken, şımdıye kadar defalarca çalınmış olan ekçe" yi bir daha icra etmek, di- ğer Turk bestekârlarını hiçe saymakta ısrar edildiğini gösterdi. "Köçekçe" programın ikinci kıs- mında, Çaykovski konsertosundan ön- ce çalınacakken, Branko Payeviç'in ar- usu üzerine değişiklik yapıldı. Erkin, son olarak çalındı. Tahmin edilebilece- ği gibi halkın şiddetli alkışlarıyla kar- şılandı. Erkin her zamanki gibi sah- neye davet edildi. Konser, bestekârın şahsi başarısıyla kapandı. Yugoslav bestekârlar Bu konserden iki gun sonra Branko Payeviç, "Çok iyi bir piyanist" diye bahsettıgı Mithat Fenmenle bir sonat resitali verdi. Konserin organızasyonu bozuktu. Saati ve günü, memur şehri ra için uygun değildi (Perşembe, saat 17.30). Gerektiği gibi reklâm ya- pılmamıştı. Programda üç tane tanın- mamış eser vardı. Hemen heryerde ol- i bizde de dinleyicilerin rağ- betini ıtıyatlar kontrol eder. Dolayı- siyle salon dolu değildi. Gene, konser- vatuar talebesi ımdada yetişti. Kırmızı koltuklar biraz örtüldü. Yugoslav bes- tekârlarını tanımak isteyen musikise- verler de salonun pek boş görünme- mesinde faydalı oldular Nıtekım resi- tali tertipleyen Ankara Filarmoni Der- neği, propagandayı diğer konsere tek- sif etmiş, böylece resitali maddi ba- kımdan — desteklemişti. Konserlerin Derneğe temin ettıgı net gelir, herşeye rağmen, 1500 lira civarındadır Progr mdaki - Türkiye'de ılk defa çalman - üç eserden ikisi, Yugoslav bestekârlarına aitti. Peter Stoyanoviç ile Miloş Sipra'nın sonatları. Peter Stoyanoviç (65 yaşında) sonatını 1925 yılı sıralarında bestelemişti. er, o man Viyana'da Milletlerarası Sonat Musabakasında birinci mükâfatı almış- tı. Ateşli romantizmiyle, ondokuzuncu asrın ikinci yarısında kendini gösteren cereyan ve üslüpları zikreden, ustaca bestelenmiş bir eser. oş Sipra daha genç (38 yaşın- da) bır bestekâr. Sonatını 1863 d yazmış. O da gecikmiş bir musiki. 0 da romantik. Fakat daha ziyade yir- minci asra ait. Fransız tesirinde. Hattâ Fransız musikisinin İspanyol folkloru- na meyleden cephesını de aksettırıyor İki eserde de bariz oslav ka- rakteri - böyle bir mıllı karakter için muhakkak folklora müracaat şart değildir. - sezılmıyordu. Üçüncü eser Isvıçrelı Roger Vuataz'ın - program- a ismi Vuotay diye yazılmıştı - Sona- tin'i Halen Cenevre Radyosu Müdürü olan bu bestekâr, eserini çocuguna ıt- haf etmiş. Çocukça, saf ve sade u üç eserin çalışmasında Branko Payeviç, dinleyicinin, dikkatini eserler üzerine teksif etmesine imkân sağla- yan, icracının teknik meseleleri üze- rinde üzülmesine ve endişelenmesine fırsat vermeyen, Trahat ve emin icra çıkardı. Beethoven in — İlkbahar Sonatını çalışında da bu vasıflar mev- AKİS, 12 MART 1955