tatmin edicidir? Bunu sarih olarak bilmemekle beraber denilebilir ki idari teşkilâtına en fazla manevi huzur ve- ren memleketlerden biri Fransadır. İşte bunun içindir ki orada hükümet- ler daha ziyade belli dâvaların halle- dilmesi için teşekkül etmekte ve fakat bir kere bu meseleler halledikten sonra ortaya yeni meseleler çıkınca eskisi, yerini yeni davaları halledecek olan yeni bir hükümete bırakmaktadır. 1954 senesinde Hindiçinideki harp Fransa için dinmeyen ve daimi olarak akan bir yara halini aldığı zaman Mendes - France siyasi meseleleri çö- zebilecek' kıratta bir devlet adamı ol- duğu için hükümet başkanı olmuştu. Hindiçini meselesi - iyi veya kötü - hallolunduktan sonra ortada ikinci bir mesele daha vardı: o da politikti ve bunun adı Avrupa Savunma Camiası idi. Avrupa Ordusu adıyla da tanınan bu mesele Almanyanın dolambaçlı yol- lardan Brüksel ve NATO Paktlarına iltihakı suretiyle halledikten sonra ge- riye halledilecek - iki mühim mesele kalıyordu: Bunlar da kuzey Afrika meselesiyle, iktisadî inkişaf meselesiy- di. Mendes -Fra Afrika meselelerinde Ingılız devlet adamları gibi düşünüyordu. Yani maksadı yerli 'halkı tatmin ederek pamuk ipliğiyle de olsa Kuzey Afrikayı Fransaya tutmaktı. Fransız meclisi bu goruşu beğenmedi; Halbuki aslında çok. isa- betli idi. endes - France bir iktisatçı de- ğildi, bir maliyeci de değil. Fakat şah- siyet sahibi zeki, çalışkan bir adamı u vasıflar, daha doğrusu meziyetler beynelmilel konferanslarda Fransaya başarılar saglıyabılırdı am- ma iktisadi inkişafım temin edip etmi- yeceği şüpheliydi. Bu durum karşısın- da bir taşla iki kuşu birden vuracak bir devlet adamının başbakan olması lâzımdı ve Fransada böyle bir adam da mevcuttu. Bu adamın adı Edgar Faure idi. Edgar Faure harp sonrası Fransasında parlamış simalardan biri- dir. Şimdiye kadar birçok kabinelerde iktisat ve maliye vekillikleri yaptığı gibi 1952 senesinde bir ara başvekillik de yapmıştı. Son Mendes - France ka- binesinde — hariciye vekilliğini de ifa etmekteydi. Demek ki siyasi mesele- lere aşina idi, dış politika meselelerini biliyordu, üstelik de iktisadi sahadaki davaları ehliyetle ele alabilecekti. Öyle ise Mendes - France yerini Edgar Faure'a bırakmalıydı. Hadiseler yukar- daki mantık silsilesine uygun olarak ceâeyan etti ve Edgar Faure başvekil oldu. Fransada başvekiller cumhurbaş- kanı tarafından teşrii organ mensup- ları arasından seçilmekle başvekil 01— mazlar. Başvekil namzedi hüküm programını Milli Meclis önünde 0kur, Programı Milli Meclis beğenir ve bu- nu itimat oyuyla izhar ederse o zaman başvekil, — başvekil olabileceğinden emindir. Edgar Faure programım Mec- liste okunuş ve Meclisin itimadım ka- zanmıştır. ogramda iktisadi sa- hada ulaşılmak ıstenılen hedefler baş- lıca dört noktada toplanmaktadır: AKİS, 12 MART 1955 . İKTİSADİ VE MALİ SAHADA Millet Politikası H er inkılâpta olduğu gibi millet - lerin ekonomik ve sosyal inkı- lâplarında de ilk şart ne para ayar- lamasında, ne istihlâki istihsale uy- di da, ne modern iş ve sosyal sigorta kanunlarını tercüme veya bu işlerin mütehassıslarının ükirlerini almadadır. Bunlar hep lâzım en mühimi millet polıtıkası dıyebı— leceğimiz politikanın, yani neyin elde edilmek ıstendıgının tayin ve tanzimindedir. Millet politikası bir milletin ekonomik, sosyal ve kültürel bütün faaliyetlerinin koordinasyonuna mü- teallik bir mefhumdur ve bir mem- lekette nizam ve refahın tahakkuku için takip edilecek siyasetin tefer- ruat ve mekanizmasını anlatır. O halde bir eşyanın imal veya ithali mevzubahis olunca ya bu imal veya ithal edilecek eşyaların mem- leketin şartlarına uygunluğu aranır veya ithal veya imal edilecek eşya- lara memleket şartlarının uydurul- ması Aksi hâl luzumsuz malzeme israfını' intaç eder ve eş- yanın da maksada uygun istiamline mani olar. Bunu bir misalle açıklayalım. Bir otomobilin konstrüksiyonu, işçiliği veya malzemesi »ne kadar mükemmel olursa olsun yolu iyi ol- mayan bir yerde en usta şoförlerin elinde dahi onun ne sağlamlığından ve ne de suratından faydalanmağa imkân vardır. Keza böyle bir vası- tanın acemi ellere teslimi de aynı neticeleri doğurur: can ve mal em- niyetini yok eder. Diğer taraftan halk ne kadar muktesit olursa olsun, kontrolsuz imal veya ithal edilen eşyanın iki günde bozuluvermesi, kırılıp dökü- lüvermesi aynı maddeye yeniden ih- tiyaç doğurur. Eğer bu mallar bir kontrole tâbi tutularak memlekete sokulsa veya evsafı tespit edilerek sokulması tahdid edilse aynı cins mala ihtiyaç ancak yıllar sonra do- ğacak, tasarruf kendiliğinden yapıl- mış olacaktır. Bugün yerli veya yabana in- şaat malzemesı kullanıp da yarın onu —değiştirmek — mecburiyetinde kalmayan ınşaat sahibi yok gibidir. Musluklar, rezervuarlar ya su sız- dırırlar veya iki günde yalama olur- lar. Bu suretle hem ihtiyaç gideril- memiş olur, hem bu maddelerin is- tihlâki, binnetice masrafi artar. Konstrüksiyonu yapan işçi diplomalı ve kontrole tâbi olmazsa iş iki gün- lük olur. Hem malzeme ziyaına, hem Dr. Kemal BEKATA para israfına yol açar; bu ise bir araftan istihlâki arttırır, diğer ta- raftan tasarrufa mant olarak enves- tismanı gemler; bir taraftan da halkta ruhi bir iztirap bırakır. halde tasarruf için ilk takip edilecek politika memlekete girecek veya memlekette imal edilecek olan malzemeyi kontrol etmek, muayyen vasıfları haiz olmayan malzemenin piyasaya arzına mani olmak, her iş- çiyim diyene kontrolsüz çalışma müsaadesi vermemektir. Durum sosyal polıtıkada da ay- nıdır. Bir sosyal sigorta kanunu çı- karıp, bir teşkilât kurmak bu işin yürümesi için kâfi değildir. Sosyal sigortada bir prim alınır. Bu prim işçi ücretlerini azaltır, istihsal mas- raflarını çoğaltır. Bu işi devlet eliyle döndürülecek işçiler arası bir istih- lâk kooperatifi sistemine göre yap- mak ve buradan elde edilecek cüz'ü kârla primleri temin etmek ve bu suretle işçiye temiz, sıhhi ve ucuz yiyecek, giyecek temin etmek; aynı zamanda lüzumlu eşyanın ucuza gelmesini sağlamak; prim vermemek suretiyle ücretleri arttırmak ve iş- verenden de yine prim almamak suretiyle istihsal masraflarının ve binnetice eşya fiyatlarının yüksel- meşini imlemek mümkündür. ütün bunları ve benzerlennı ifade etmek üzere bir milyonerin şu sözü ekonomik ve sosyal politikada âlem olmuştu: "Ben ucuz mal kul- lanacak kadar zengin değilim." Bir cemiyet ıçındekı olaylar bir biri içine o kadar girmiş ve muğlak bir hale gelmiştir ki, millet politi- kasının tatbikatına müessir mevki- lerde bulunan kimselerin bütün bunları bilmelerine imkân yoktur. Onlardan beklenen etraflarına mu- ayyen işlerin mütehassıslarını topla- mak ve bunların teklif ve projelerini ihata edecek bir kapasiteye sahip sına geçen Adenauer'in kabinesini teşkil ettikten sonra arkadaşlarına söylediği şu sözler yukarıki izahla- rımızın en veciz İfadesidir: "Gerek sizlerden ve gerekse iş- lerinizin düğüm noktalarına getire- ceğiniz arkadaşlarınızın hüsnüniyet- lerinden eminim. Hiç birimizin birer Sokrat olmadığımızı bildiğinin de biliyorum. Yalnız sizlere tavsiyem ben bu işten ahlamam diye gösteriş- te bulunup, arkasından büyük iddi- alarla karşınıza çıkacak kimseleri ı(lier'l'ıal yanınızdan uzaklaştırmanız- ır 13