SANAT DÜNYASINDA Festivaller Milletlerarası sanat tezahürleri ve biz " nsana, ekmekten sonra en İâzım o- ılan sanattır", bu sözleri, bir büyük mutekit soylemıştır bütün sanatkârlar tarafından da şahadet kelimesi olarak kabul edilmiştir. Elie Faure'in filmin- den çıkan cümleyi burada münakaşa edecek değiliz. Fakat onda, büyük bir hakikat payı olduğunu zannetmem ki kımse inkâr etsin. Bu itibarla soruyo- ruz: Türkiye, milletlerarası sanat te- zahurlerınde neler yapmıştır: Cevap hazindir: Hiç. | Bu satırların çıktığı arada, İtalya- da milletlerarası plâstik sanatlar sergi- Fransada tiyatro festivali yapılmak— tadır İtalyadaki Venedik "biennale" i adını taşımaktadır ve bununla yirmi yedinci sergisini açmış bulunuyor. İki Otuz iki milletin ıştırak ettiği sergıye bir defa olsun iştirak etmedik. Biz orada, lâyikiyle temsil edecek ressam mı yo k" ar. Amma tahsisat yok. Geçende, Romada açılan bir sergiye davet edıldık Gidemedik. — Tahsisat yok. ene, Yugoslavyalı sanatkârlar memleketimizde üç sergi açtılar. Biz, onarın Ziyarelerini iade edemedik. tahsısat yok yadan, ressamlarımız davet i t yok. bütçesine, güzel sanatlar tezahürleri için elli bin lır lık bir tahsisat koymuştu. Bütçe kereleri — esnasında, Maliye Vekaletı bunu reddetti. Pariste yapılan tiyatro festıvalıne Almanya, İtalya, Danimarka, İrlan Yugoslavya gibi milletler iştirak edı— yorlâr. Turkı yok. Almanyada, mılletlerarası üniversi- te gençliği tıyatro festivaline de iştirak edemiyoruz. Çünkü döviz yok. Fakat hacılara, el, ayak, su topu oynayanla— — tonuna brden bulunuyor Elie Faure "insan ekmekten sonra en lâzım olan şey sanattır" demekle haltetmiş Onsuz da işte pekâlâ yaşa- yıp gidiyoru Tiyatro Şaziye Moral'ın yirmi beş yılı « stanbul Şehir Tiyatrosu artistlerin- |den Şaziye için, ağustosun yedisin- de, açık hava tiyatrosunda bir jübile tertip ve bu jübilenin, yirmi sahre senesi münasebetiyle yapıldığı tasrih ediliyor. Bizim bildiğimiz, Şaziye Moral, sah- neye çıkalı yirmi beş seneyi bir hayli geçmiştir. Bir kadın için gecen sene- leri hatırlamak ve hatırlatmak pek de nazik bir hareket — sayılmaz ise de, AKİS 24 TEMMUZ 1954 Bir Genç ayri ahlâki devirlerden muharrir- G ler asla suçlu degıldırler Bir gay Tİ kendi olçusunde muharrır yetıştırır. Ki- taplar âdetlerden çıkar, âdetler ki. tanlardan değil." The ophıle Gautıer "Mademoiselie de Maupin" mli romanının Önsözünde böyle dıyor Ama diğer taraftan âdetlerin kitap- lardan çıktığım söyleyenler de var; unlar kendi tezlerının doğruluğuna misal olarak "Werther" in eydan, getirdiği intihar salgınını gösteriyor- lar. Bu husustaki tartışmanın sonu elmez. Ben meselâ romantiklerin Restoration gençliğini heyecana bo- ğup onları anormal yollara şevkettık— lerini iddia edersem, bana, e€ heyecanlı gençlik olmasaydı roman tikler kendi eserlerine asla okuyucu bulamazlardı, tarzında da cevap ve- Keza Amerıkan romanları— b ettiklerini ileri sürer- sem, bu defa bana, — merhametsiz devrımızın sefaletının hakiki tablo- larının aranmakta olduğu ve bunla- rın da Amerikan romanlarında bu- lunduğu soylene ektir. anat ve hayat arasındaki münase- betler, yevmiye ile ücret arasın- daki munasebetlere benzer. Yevmi- yeler yükseldi mi ücretler de yük- selir, ücretlerin yükselmesi yevmiye- lerin yukselmesını intaç eder. Buna göre, umumi bir ahlâk sukutunu ede- bi ahlâksızlık takip eder, aynı şekıl— de edebıyanakı ahlaksızlık a yol aça Bu amets cinde tasvir ni burgu, mütemadiyı eriye dogru ışlıyerek tıpkı para gibi ahlakı daima tehdit eder, durur. Eğer Theophile Gautier, sade— ce bir defalık bir ahlaksızlık sahne- sini tasvir ettiği için muharririn asla ahlâksız olmayacagını düşünü- yorsa, ora hak veririm. roman- cı meselâ kız kardeşini doğru yol- cinsi mukarenatı hıkaye edebilir ve nihayet "Macbeth" i yazan şair bir cani delildir Sonra suresini da ilâ- ve edeyim, bir sanat eseri âdetleri savunmak için yaratılmaz ve — Marcel — Proust'un — dediği gibi — muharririnin teorilerini ortaya ko- yan, onun fikirlerini ilân eden bir romana hemencecik, sudur budur, diye bir etiket vurmak da dogru sa- yılmaz Etnik ile estetik bırbırlerın— den ayrılmış sahalardır. Ama ragmen romancının da bir Vazıfesı vardır Ben bir romancının bu nayettir. ç Romancıya Andre MAUROİS ne ahlâk vaizi olmasını, ne de tama- men gayri ahlâki mevzularla uğraş- masını isterim. Romancı sadece ha- kikate sadık kalmalıdır. eğer bana Ameri- Ekalılar Faslılar Veyahut Hındlıler hakkında yanlış şeyler SsÖy- lerseniz, bunları hakikate aykırı o- larak tasvir edersenız eger ben sırf sizin hatanız — yüzün: den bütün bir millete veyahut bir sınıfa, bir gru- pa, işçilere, kilise erbabına askerle- re, şuna buna karşı nefret beslersem acaba hangimiz kabahatli oluruz? Hatalı ve muvazenesiz bir eser yaz- mak — bu fevkalâde güzel bir şekil- de formüle edilmiş olsa da — bir ci- Beni iyi anlayınız: Bir ro- mancının bir nevi entellektüel riya- zalcılıkla heyecan ve duygusunu kör- etmesini istemiyorum. Yalnız şunu istiyorum: omancı sanat sarhoşlu- gundan önce etrafındaki bütün eyler" in nasıl olduğunu dikkatle incelemelidir: O zaman bundan çok kazançlı çıkacaktır. Büyük sanatkâr lar daima — hakikati anlatmak için çırpınmışlardır. Balzac'da — heyecan ve ihtiras hastalık derecesindedir, o- nun Vautrin ile Rastignac'a karşı o- lan nefreti veyahut - hiddeti pek fazladır ve bu iki şahsiyeti fevkalâ- de canlı ve renkli olarak anlatır ama bütün bunlara rağmen bu iki şahıs hakikatin birer parçasıdır. Molier, Tolstoi, Proust da ayni şeyi yapmış- lardır, daima hakikati söylemişler- dir. —Hakiki bir sanatkâr insanlığın bayalığını tasvir etmek istediği — za- man ayni insanlığın büyüklüğünü de unutmamalıdır. Bunu bilhassa, beyaz rengi asla tanımak istemeyen bizim siyah gözlüklü romancılarımız ıçın söylemek mecburıyetındeyım İhti- mal onları hikâye ettikleri bu seksüel cehennemi mevcuttur ve dünyanın herhangi bir tarafında an- lattıkları o hayvani hadıseler yan etmiştir; yanın başka taraflarından başka şey- ler de vardır ve o muharrirler bun- lar hakkında hiç bir şey söylemezler, bundan dolayı bütün âlemi kaplayan bir ümitsizlik dalgası ortaya çıkar. Sözlerimi şöylece bitireyim: — Bir romancı hevecanlı, zamanı gelince lçusuz olabilir. Hiç kimse onu "illâ ahlâki eser yazacaksın dıye zorla- yamaz. Fakat romancı bize hakikat- tan bir tablo vermek istiyorsa, bu hakikate tamamen sadık kalmaya mecburdur, bunu bir vazife telâkki etmelidir. Eger bunu yapmazsa, bel- i ortaya sanatla karışık bir şey çı- karmıştır, ancak kendisi büyük bir sanatkâr olamamıştır.