DİLCİLİK Kurultay toplantı başlamadan * nkılâpçı, imtiyazları ortadan kaldı- | ran, sınıf farkı tanımıyan bir ülke- de demokrasi ruhu süratle gelişir, a- lalalık çabucak boy atar. Türkiye, cumhuriyetin ilâniyle birliktte — böyle bir yurt olmuştur. 'Türkiye Cumhu- riyeti" deyimi aynı za nda bir mua- sırlaşma, bir kültür degışımı bir yenı- leşme ve yücelme mânâsını da içine almaktadır. Bu bakımdan yapma, ha- yat kuvveti gevşek, aristokrat birçok müessese ile birlikte arapça ve farsça- nın devamlı tesiri altında serpilen "edebi türkçe", "osmanlıca" da deği- şen sosyal şartlar, ve pedagojik atmos- fer karşısında ayakta zor tutunabilir- i. Bunu en iyi sezenlerden bir başlıca şahsiyet, bir çok problemde olduğu gibi, Mustafa Kemal Atatürk'tür. Dil meselesi, Atatürk'ün arzusu ü- zerine, 1928 de yeni Türk alfabesi ka- bul edildikten az sonra ve onun biraz da bir neticesi olarak milli bir hareket halinde, eski dağınık gayretlerden farklı karakterde ve resmen denebile- cek bir kılık içinde ele alınmıştır. 11 temmuz 1932 de, yani tam yirmi iki yıl önce. Reisicumhur Gazi Musta- fa Kemal'in, bir akşam üstü yanında- kilere: . Dil lşlerini düşünecek zaman da gelmıştır demesiyle ve 12 tem- muz gununde formalitelerinin ikmali üzerine. Dil Kurumu, resmen teessüs etmıştır İlk adı Türk Dili Tetkik Ce- miyeti" olan bu teşekkül, evvelâ Ta- rih Kurumunun bir kardeş varlığı şeklinde — gözükür ve onun nizamne- mesini isim ve gaye müstesna, benim- ser Bugünlerde Cemiyetin maksadı: Türk dilini tetkik ve elde edilen neti- celeri neşir ve tamim etmektir". Bu cemiyetin memleket sümul bir genişlik kazanması 26 Eylül 1932'de, kurulusundan iki buçuk ay sonra Dol- mebahçe Sarayında toplanan ilk Ku- rultayı ile baslar. "Kadın erkek her Türk yurttaş T. D. . nin âzasıdır. Kerdisini Kurultaya çagrılmış sayma- lıdır" şeklinde bir maddey davet be- yannamesine bunu besin yoluyla ilân eden bır teşekkulun hele destekleyeni Atatürk olunca akisler yapmaması, taraftar toplamaması ve faahyet sahasını genişletmemesi müm- idi?.. Nitekim ilk Kurultay debdebelı, tartışmalı olmuş, nizamna- mesi kabul edilerek merkez heyeti se- çimi ile 5 Ekim 1932 de kapanmış ve müteakiben zengin, dalgalı ve aktif bir dil üzerinde çalışma hayatı doğmuş- Ataturk saglıgında daha iki kurul- tayın toplandıgını gördü. Bu arada Güneş - Dil Teorisi ortaya atıldı. Türk dilinin, tas ve maden devrinde, kültür kelımelerını göç yoluyla yeryu— zündeki dillere yayan eski ve büyük bir kültür dili olduğu, bu bakımdan AKİS. 24 TEMMUZ 1954 ALEMİNDE Sade ve temiz türkçeye doğru E skilik, yapısının — sağlamlığı, fiil çekimlerindeki zenginlik, eklerle kökler arasındaki uyuşma bakımla- rından türkçe, dünya dilleri içinde, ön plânda gelir. Türkler, islâm me- deniyeti çerçevesine girdikleri vakit, ilk önce, dillerinin güzellik ve sade- ligi — işinde titiz davranmışlardır. Kâşgarlı Mahmut'dan, Yunus Emre- ye kadar bir hayli bılgın ve sanatkâ- rın eserlerinde — düşünce veya iş halinde — bunu müşahede etmek ko- laydır. Fakat zamanla ilim dili arap- çanın, edebiyat dili farsçanın gemş tesirleri altında kaldı. Bu iki dilden bir çok kelime ve gramer kaidesi güzelim yazı diline geçti. Batı türk- çesinin yazı dili olarak gelişen melez hali, bir — marifet telâkki olundu. Aşık Paşalarını, Ahmet Dafi'lerin bir dereceye kadar sade ve samimi olan ifadeleri, yerlerini; Şeyhi ve Ahmet Paşalardan sonra Baki'lerin, Nefi'le- rin ağdalı, sun'i söyleyişlerine terk etti. Bu melez, anlaşılması kolay olmı- yan, okuyup yazmaya âdeta bir nevi lüks mahiyet kazandıran yazı dili- ne karşı, Tanzimata kadar, şuurlu ve prensipli bir mücadele — arzusu duyulduğu güç söylenebilir. Edirne- li Nazmi veyahut Tatavlalı Mah- remi'nin yabancı sözlerden arınmış türkçe nazımları, Nabi gibi sanatkâr- ların bol lügatlı şiilerden şikâyetleri, sez şairlerinin halk ağziyle türküler söylemeleri... plânlı bir çalışma, manlıcaya isyan mânalarına alına- bilmekten uzaktır. Asıl tepki, hem uurlu ve esaslı olarak Tanzimat mi, edebryatçılarıyle Şinasiler, Namık Kemal'ler, Ziya Paşa'larla başlar. Bu zatlar, halka faydalı olmayı, hiç olmazsa gazete havadis ve fıkraları- Dr. Abdülkadir KARAHAN nesle teslim edilecekti. Öyle — de oldu. İkinci Meşrutiyetin Türk dilinin sadeleşme ve guzelleş— mesine de okundu. İstanbul- da Türk Dernegı , Selanıkte "Genç Kalemler" birer kıpırdama i- di. Hele ikincisinin tesir ve nüfuz hududu epeyce geniş oldu. Daha ev- vel Şemseddin Sami gibi Türk dili- ne cidden unutulmaz hizmetler yap- mış bulunan nadir şahsiyetlerin me- saisi, az çok, müsait bir zemin de hazırlamıştı Ömer Seyfeddin'in "Yeni Lisan" dâvası, belki fiyle ilmi temellere - dayanmak iktidarından mahrumdu. Fakat "konuşma İisanile yazı — lisanını birleştirmek" — gayesi güzeldi, faydalıdı. — Bilhassa Ziya Gökalp'ın bilgisi, görgüsü, fikr.i takip sahibi oluşu,-"güzel dil, türk- çe bizi" diyerek "en saf, en ince türkçenin, İstanbul konuşmasmm üzerinde durması, dilimizin sadeleş- me, özleşme hamlelerı arasında anıl- mak gerek. Böylece tanzimatçılarda daha çok fikir olan, istek olan şeyler, artık eser, iş halinde gerçekleşiyor- du. Bunlar azımsanacak nesneler olma- makla beraber, yeter de değildi. Grameri osmanlıca sarf ve nahiv olmaktan kurtarmak, imlâ meselesi- ni çözmek, okuyup yazma nisbetini arttırmak, yabancı kaidelerden sıy- rılmak, dil problemini bütün cephe- leriylke kavramak zamanı gelmişti. Bu da Cumhuriyet Türkiyesine nasip oldu: Yeni Türk Alfabesi ka- bul edildi; arapça ve farsça öğreti- orta öğretimden kaldırıldı. Niha- yet Türk Dil Kurumu kuruldu Ger- çi "Güneş-Dil Teorisi" gibi çok mü- nakaşa ve söz goturecek hareketler, "vur deyince öldüren" kraldan cok nın kolayca anlaşılmasını isriyorlar- kralcılar da görüldü. Fakat taşkınlık- dı Münşivâne üslübun artık devri civordu. Herkesin anlayabileceği bir dille yazmak, hevesi ciddi ve sami- mi olarak uyanmıştı. Türkçesi bu- lunm sözlerin arapça veya farsca- larından — vazgecilmek, Türk dilin- den ancı kaideleri atmak bir tartışma, bir mücadele mevzuu Öl- muştu. Böylece zamanla sadeleşmeği ar- zu edenlerle istemeyenler açıkça be- lirdi. Sözde ve eserde bu zihniyet çarpışmalarının meyveleri kendileri- ni göstermeğe başladı Eskiye bağlı olanların karşısına, yabancı kelime- leri hemen toptan kovmaya taraftar "tasfiyeciler" çıkmıştı. Gerçi evvelâ tasfiyeciler — yenilmiş — gözüktüler, Ama milli dil şuuru artık almış yü- rümüştü. Bayrak elden ele, nesilden lara, aşırılıklara rağmen Türk dilin- de yüz yıl öncesiyle mukayese ka- bul etmez bir gelişme ve serpilme mevcut olduğu da gün gibi aşikâr- ır. Buru şahıslara, maletmekten fazla, milletin uyanışı, maşeri vicda- nın arzusiyle açıklamak daha yerın— de olur. Türkçeyi "Şiir ve insan' adlı makalesiyle savunan Ziya Pa- sedan, "ülkesini yabancı boyunduru- ğundan kurtarmasını bilen Türk mil- leti, dilini de yabancı — tesirlerden koruyacaktır" — inancında olan aziz Atatürk'e kadar, bir cok sevdikleri- mizin sade ve guzel türkçe ufukları- na yönelmemizde hizmetleri buyuk— tür Bu hizmet halkalarına "umu- mun fevzi" için çalıştığı söyleyen essiz şairimiz — Fuzuli'den başlamak ve onları Trahmetli hocamız Ragıp 27