İ terbiye ve karakterini ortay biyat tarihcisinin eserinde yer alamaz. Yani edebiyata maledilemez.. Roman, romancının terbiye, zekâ İ ye ihtiraslarına göre değişik gayelerle yazılır. Para kazanmak için yazılan ro manlar bir kartpostal estetiğinden ileri gidemez an muharririnin bilgi, tecrübe, koyan bir miyar gibidir. Romancı ne kadar İ farkında olmasada eserinde mübhitin- den ve kitaplarından topladığını verir. Kültürsüz ve kabiliyetsiz romanların bazı bazı parça güzellikleri bulunsa da, köksüzlüklerini roman okunub bittiği zaman hasıl olan menfi “bütün tesir, ile meydana vururlar. Zorlanarak veya taklide yeltenerek yazılmağa çalışılan romanların nasıl yazıldığı çok çabuk anlaşılır. Bu gibi romanlar muharrirleri işin iyi bir not overdirmiyeceğinden, böyle eser sahiblerine sükütu tercih etmeleri daha hayırlı olur. Yeni yeti- şen gençlere tarizde bulunduğum zan- nedilmesin. Genç, toy, usta ve üstad kim olursa olsun, romanında bir sürü sözden başka birşey bulunmıyanların topuna aiddir sözüm, “Şaheser, değil, fakat, “eser, istemek ve beklemek ka rin ve memleketin hakkıdır. Artık okuyucunun seviyesi yükselmiştir. Bu- gün, 5Ü sene evvel Ahmed Midhat efen- dinin yapmak istediğini yapmağa kal- kanları görüyoruz. Efkârı umumiyeye biraz hürmet edelim. Gevelemelerle; “ah, vah !,, larla, ölümü hasret çekile- tek, hased edilecek birşeymiş gibi göstermeğe çalışan romanlar da, yaşama arzularını ördürmeğe çalışmakla aynı hürmetsizliği yapmış, günahı işlemiştir. Roman nasıl olmalıdır ? Bu suale sevab vermek oldukca güç- i tür. Roman yazmanında şüphesiz bir tekniği vardır. Fakat formülleşmiş, ri- yazileşmiş bir teknik değildir bu.. Ro mancılığın anahatları vardır. San'atkâr bu amahatlar dahilinde duyduğu ve dilediği gibi kalem yürütür, onu hiç- bir kaide tahdid edemez. Herşeyden evyel romancı niçin yazdığını, maksa- dını bilmelidir. Güzel dilimizin incelik- lerini daima gözönünde a © rek.. “Anlaşılmak,, kâfi değildir. Dili işlemek, bir su pürüzsüzlüğü ile akıcı- laştırmak her muharririn işi değildir. Fakat bayağılıktan Okaçınmak, beylik ifadelerden kurtulmak, istendikten sonra yapılmayacak bir iş değildir. at, san'at içindir,, formülünü kabul edersek, gayri ahlâki dahi olsa Üstad romancının eseri karşısında hür- metle eğiliyoruz. Fakat şöyle böyle ka- lemlerden çıkan, yarımyamalak anla” fılmış felsefe anarşisile cemiyetin inan- dığı, mukaddes bildiği mefhumları yık- mak isteyen, bir takım pârlak kelime ve cümlelerle iddialarını empoze et- meğe çalışanlar Th. Gautier ci cümle- sini âlet etmek isterler ve “'san'atkâr ahlâk hocası değildir.,, derler. Ancak san'atkâr olanlar için “san'at, san'at için,, dir Aile bağlarını hiçe ald mariz ve itikatsız (bu kelimeyi sosyal nâda kullanıyorum) kafalarından sikin sera- derbeder, hattâ zendost bir eda ile ekli karaladıklarına “san'ate ridir, sual sorulam i diyer erin ne yapm ek “istediklerinin far- kında olmayışlarını örtmeğe çalışırlar. ü ki o büyük san'at eserlerinin yapdıkları tesiri uyandıramadıkları için arkalarında kendi gölgelerinden Barin kimse yoktur. San'atkâr ve kuvvetli muharrir, r0- ğa çalışmak suretile gösterdikleri sa- mimiyet ve hüsnüni yetle edebi ve be- Halid Ziya Uşak- ligil < sHayatı ya- pan romanlarılır» demekte, dii eksikliklerini hoş gördüğümüz, ken- disini sevdirmesini bilen kimselerdir. Yapdığı adaptelere bilâperva imzasını atan, bir türlü gözlerini garbdan çevi- remiyen snobruhlu mağrur romancılar yanında lisan bilmiyen, fakat yurdunu zevkleri, acıları, rengi, kokusu, ışığı... ile tanıtmağa çalışan romancılarmız da- ha vakurdur, daha kiymetlidir. Maksadımı tekrar ediyorum : Roman larda muhakkak müdafaa edilecek bir. şey, bir tez bulunsun, demek istemiyo- rum; karileri çocuk yerine koyara basitleşmekten, ey şikd, £ ediyorum. Bu dileğin, muharrir, okuyucu Seviyede birkaç yükseldikten sonra ancak yerine gele- bileceğini de itiraf etmeliyiz. Şaheserlerin tesirleri : Söze başladığım zaman “hakiki sa- nat eserleri hayata hükmetmek nüfuz ve kudretini göstermişlerdir,, demiştim. Edebiyat ve san'at âleminde şöyle bir dolaşırsak, pek fazla olmamakla bira" ber, birçok büyük eserlerin, üstad eserlerinin okuyucularını büyüliyerek arkalarından sürüklediklerini be Şaheserler zamanla silinmeyecek kadar derin ve sonsuz izler baralirin; arka- larinda.. Klâsiklerden, romautiklerden birçok muharrirlerin eserleri aradan asırlar geçdiği halde günden güne oku- yanları artmış, yeni nesillerin inkârina yerek piyes lerdir. Yani şaheserleri insan dimağına hsr wasıtadan bugün istifade etmeğe çalışılıyor. “Romeo - Juliet,, dört yüz senedir yaşıyor. Bu gençlerin maceraları o za: manki sevdalılara tesir ettiği gibi bu. gün bile onlar gibi sevişmeğe ve ölme ğe can atanlar yok değildir. Hatırlar- dadır, daha geçen Amerikada Romeo - Jüliet gibi ölüme boyun eğen iki genç çıkmıştı. “La Dame aux C mölias,, diye tanılan, hakikatte ismi “Mad. Mare Duplessis,, olan bir fahi- şenin hayatı “A. Dumasfils,, in kale- minden çıktıkdan sonra ikrah edilecek değil, en asil, en temiz bir hisle acına- cak, hattâ sevilecek bir insanın hayatı halini almıştı. Bugün © fahişenin Pa- risdeki mezarı bir ziyaretğâh gibidir. Bir kötü kadından bucak bucak kaçan- ların bile ziyaret ettiği, Kamelya çiçek- leri götürdüğü bir mezar. Fransa madenocağı İşçileri, kendi hayatlarını “Jerminal,, adlı bir roman da çanlandırdığı, ıstırablarını, istekle- ,rİni yaşattığı için (A. France) e büyük bir bağlılık duyarlar veher sene onun ölüm yıldönümü merasimini yaparlar. “Göoethe,, nin ve içindeki te- miz ve asil aşkla rir eserinin ikinci m karilerine ki mştanet tavsiye etmek, Ver- terin intibarile zafiyetini tabiri ettir- meğe çalışdığını söylemek, hakiki Ver- terin kendisi olup herşeye mukavemet ettiğini, okuyucularının da kendisi gibi olmalarını istemek ve itiraf etmek mecç- buriyetinde kalmıştı. Servantes, dünya lügatlerine bir ese- rile ölmez bir kelime ilâve etti: Domn- kişot.. her dilde “kuru sıkıcılar, a “donkişot!,, derler. “Anna Carenine,, , cemiyetlerin ah- lâkı üzerinde haylı muessir olmuştur. Hisleri, sevgisi analığına galebe çala- rak kocasını ve yuvasını terkeden bir kadının çekdiği ıstırab, hatasını idrâk edişi, yuvasından uzak mes'ud olama- yışı ve nihayet hayatına kıyışı, oku- yanlara en büyük ahlâk dersini vermiş- ti. Vesaire.. Vesaire! Hattâ. Hatti... Ahadalada köyler- de, kasabalarda mektebden mektebe dolaşan muallimeler kendilerini “Çalı kuşu., na benzetirler. i