turmağa ve vücudunun çıplaklığını gi meğe çalışıyor ve şusuyordu. ehpare, elini ağzından çekti. Şaş kın şaşkın bana ve Mehlikaya bakma” ya başladı. Mehlika bir koltuğa otura- çaki — Bunu şimdiye kadar anlayamar- dın |. diye wırıldandı. Mehpare yeniden canlanarak yanı- ma sokuldu: — Senin metresin oldu mu? Sırtımı çevirdim ve dışarıya, uçu- şan karlara baktım: — Evetl... Mehlika oturduğu koltukta hafif hafif mırıldanıyordu : — Şimdi de sen onun metresisin.. Ben herşeyi feda ettim ve artık aranız” dan çekiliyorum. Çünkü... ben senden daha kuvvetliyim, iradem Mehpare, daha sağlam.. Bu sevgiyi paylaşmak güç. ikimizden biri, mutlaka çekilme- lidir. Senin çekilmeni istemiyorum.Çün- kü onun için neler feda ettiğini biliyo rum, yarın ben İzmize gidiyorum. Yeniden derin bir sessizlik başladı. Mehpare, lâ- civert çarşafı içinde küçülmüş gibiydi. OÖmuzlarında ve sıkma başındaki ipek kumaşta ergin karların beyaz, yuvarlak su damlacıkları parlıyordu. Yüzü sap” sarı ve gözleri sabit bakışlarla bana bakıyordu. Mehlika ayağa kalkarak: — İşte, ben gidiyorum |. diye fasıl» dadı. Mehpare birdenbire ayağını yere Vw rarak : — Hayır. diye bağırdı. Fayır.. iki- miz beraber gideceğiz. Hayır. dur, ben de gideceğim., abla, ablacığım, beraber gideceğiz |. Ve koşarak Mehlikanın kucağına düştü. Boğula boğula, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. başını ablasının omuzuna bırakmıştı ve kolları ile bir çocuk gibi ona sarılarak ağlıyordu. Mehlika başını kaldırarak yüzüme baktı ve benden bir hareket bekledi. Fakat ne tuhaf, mubakkak ki, dudak» larımda bir tebessümün çizgisi vardı. Bütün bunlar bana bir komedi gibi geliyordu. Bir anda düşündüm : Mehpare giderse ?. Hiç birşey eksilmezdi. Hayır, biç birşey eksilmezdi... Mehlikanın gözlerindeki mâna yavaş yavaş değişiyordu. Hiç sesini çıkarma ve omuzlarını , Mehpare, boğuk hıçkırık” lardan kurtulunca kesik kesik mırıla danmağa başladı: — Hayır, beraber gideceğiz: Ondan nefret ediyorum, onu sevmiyorum. Ha Üçümüz de susuyorduk. yır, istemiyorum. Bilseydim, ölürdüm ve senin saadetini elinden almazdım abla... Mehpare birdenbire başını ablası» nın göğsünden çekerek, yaşlı gözlerini kinle yüzüme dikti: — Vicdansız adam! diye bağırdı. Taş gibi duruyorsun ve bizim zavallı» lığımızla eğleniyorsun değil mi ?. Benim kızlığımı çaldın ve şimdi utanmıyorsun.» ah, sen bir hayvansın! Mehlika kardeşinin omuzlarını sar- sarak : — Mehpare! diye seslendi. Fakat ben... Allahım... Ben insan mıyım 7. Ben duyguları, hisleri, kalbi, şuuru olan bir insan mıyım ?. Niçin böyle taş gibi duruyorum, niçin ağzım” daki sigara dumanları arkasında yan” yana titreşen bu kadınlara hiç bir his duymadan, sadece bakıyorum. Bir saniye içinde vücuduna çarşafıs nı geçiren Mehlika, kardeşinin yanına gelerek: — Sen kal, ben gideyim! diye fr sıldadı, Fakat sesi cansız ve kısıktı, Mehpare yeniden hırslanarak bağır” dı: — Hayır, bayır.. beraber gideceğiz. Haydi. İkiside kapıya kadar hızla yürüdü” ler, Eşikte arkasına dönüp bakan Meh- parenin gözlerinde, kin ve gazabin en korkunç mânası vardı. Mehlika ise, yorgun omuzları düşük, gözleri dolu dolu ve bitkin bir halde başını çevir” di, yüzüme kanamadığı bir sevginin bütün iştiyakı ile baktı: fakat ne kas dar ihtiyar görünüyordu. otidorda onların ayak seslerini din ledim. Kapı hızla açılıp kapandı ve w parlmanın taş merdivenlerinde iki çift iskarpinin çıkardığı ince sesler uzayıp kayboldu. Başımı pencereye çevirince, kar bütün beyazlığı ile gözlerime doldu. Ka- tatlı bir sızı vücudumun bir anda kendi kendime gülmeğe başı ladım. Ah, hem ne gülme İl Yarabbi, ben deli miyim 9, Ben has» tamıyım ?. Fakat niçin gülüyorum, ne den bu kadar büyük bir zevkle gülü- yorum ? İKİNCİ KISIM Sez LEYLA « We işte Rebeka, deslisi omuzunda «olarak çıktı ve genç kadın bakılışla * çok güzeldi. Pınaraindi ve deslisi- * «ni doldurup çıktı. Ve köle onu kar-* «şılamak için koşup dedi: Rica ede- * «rim, senin destiden bana biraz su” sizir!» Taksin 16 - 24 Odayı yakan güneş, artık köylere doğru kaçmağa başladı. Kavruk toprak, yer yer büyük ve sık çatlaklarla, sey» rek ve cılız ağaçlarla stepin boşlukları” na uzanıyor. Geçtiğimiz yollarda ku: rumuş, küçük göl çukurlarına rastlıyo- ruz. Bazan bir istasyondan sonra sis- ka beygirlerin ağır ağır dolaştıkları, yü- zü kararmış köylülerin kısa boylu vü- cutlerini bükerek çalıştıkları harman» lara tesadüf ediyoruz. Küçük, çıplak köylü çocukları tiz çığlıklar kopararak trene doğru koşuyorlar. Bazan içlerin- den birinin yerden kurumuş bir çamur topağını kompartmanlara doğru fırlat tığı oluyor. Ova bir türlü bitmek bilmiyor. A» danadan itibaren geçtiğimiz bütün ova» ların en büyüğü bu Konya çölü... İnsan, ve kuru ağaçlara bakdıkça, suyun ber rak, durgun bali gözünün içinde daba kudretli bir mâna alıyor. Boğazının ku” ruduğunu, dudaklarının susuzlukdan yandığını hissediyor. Aa, bakın işte bir serapl. Kompartman arkadaşım, genç kadın eliyle ta ilerdeki bir noktayı gösteriyor: — Görüyor musunuz? İşte, şu kuru ağacın sağında bir göl... Bakın, iki ya- nında söğüt ağaçları var.. su, ne güzel parlıyor. — Hangi tarafta hanımefendi, gö” remiyorum |.» — İşte, şu söğüt ağaçlarına bakın, sağa doğru, evet. O tarafa.. gördünüz mü P. — Hayır... — Ah, ben de o kadar çocuklaşıyo- rum ki... Serabı herkes göremez. Mas mafih, gözlerinizi ovaya dikin, siz de bir DUZ. ilerdeki kuru bir ağaca dikerek dalgın dalgın bakıyordu: — Allah, insanları aldatmaktan ni- çin bu kadar zevk duyuyor ? Tasavvur edin, ya biz günlerdenberi susuz kal» mış zavallı yolcular olsaydık ? Ö zaman bu saraya nasıl koşacakdık, sevinçden nasıl bağıracakdık. — Arkası var — 15