HATİCE HOCA Gerjek bir kış günü... bir haftadır durma dinlenme bilmiyen sinsi v sinirletici bir yağmur saçaklardan fa- sılalı damlalar halinde dökülüyor. So- kakların üstüne koyu ve ıslak bir çarşaf gerilmiş gibi... bu çarşaftan kâh toz halinde bir buğu, kâh seyrek damlalar halinde fasılalı bir su siziyor... piyor ve her nefes alışta bu yapışkan nemliğin göğsünüze dolduğunu duyarak titriyorsunuz. Sokaklar her saniye yükselen bir çamur tabakasiyle örtülü... yollar taş- la mı döşeli, toprakla mı, yoksa kaypak ve mülevves bir balçık yığınıyla mı? Hatice hoca, hergünkü gibi Aksa: raydaki evinden çıktı; hergünkü gibi birkaç kuruş az sarfetmek için Beyazı- ta kadar yürüyecek ve orada, aktar- masız bir tramvayla Harbiyeye gide: cekti. Altmışlık kadın, topuklarına ka- dar inen siyah mı yeşil mi olduğu belirsiz bir mantonun eteklerini bir eliyle kal” Bİ öteki eliyle uzun saplı şemsi- me dayanarak yürüyordu. Ayağın. daki lâstiklerin altları o kadar aşınmış” tı ki kaypak Oçamurlarda sendeleyip düşmemek için, siyah mı yeşil mi olduğu belirsiz, şemsiyesinin bir baston gibi uzun sapına var kuvvetile dayanıyordu. Hatice hanım “Hatice hoca, ismini ne vakit almıştı ? Bunu artık kendisi bile hatırlıyamıyordu. O kadar eski, eski Şi hikâyeydi bu... İsmi gibi varlığıyle kaynaşmış ve birleşmiş olan bu “hoca,, kelimesi ona adar tabii ve yakın geliyordu ki kendisine sadece Hatice hanım diyenlere hayretle bakıyor, bu hitapta bir eksik- lik, bir gayri tabiilik buluyordu. O ka- dar ki bir gün bir mecliste tanımadığı bir kadın kendisine adını sorduğu za- man hiç düşünmeden — Hatice hoca... ie cevap vermişti. Onun hocalığında bir hususiyet Yazan: MUAZZEZ TAHSİN BERKAND vardı. Herkes gibi bir mektepte çocuk” lara ders öğretmiyor, hastalık veya başka bir sebeple mektebe gönderile- miyen, imtihanda muvaffak olamıyan, sınıfta arkadaşlarından geri kalan ço- cuklara hususi dersler veriyordu. Onun hocalığı hiç beklenmedik bir tesadüften başka birşey değildi. Evler- de gündelikle terzilik eden annesi, onu rüştiye mektebine göndermiş ve b mektebi bitirince kendisine yardımcı olarak yanına almiştı şındayken Hatic sannesile beraber, Şiş” linin ve Nişantaşının zengin konakla- rına girip çıkmış, onunla beraber hafta- larca o konaklarda dikiş dikmişti. Bir gün - Hatice o günü ömrünün sonuna kadar unutmıyacak - Refik paşanın evinde, kendilerine tahsis edilen odada annesile beraber dikiş dikerken (yeşil yünden bir esvabın etek uçlarını kıvı- rıyordu) birdenbire kapı açılmış, hanım- efendi, on yaşındaki oğlunu - Şadan- elinden tutarak içeri girmişti. Hatice, sen rüştiyeyi bi- tirdin, okumuş bir kızsın? Şadana şu dersini öğretiyer kızım.. e o günden sonra Hatice, annesi- le birlikte dikiş dikecek yerde Şadana hocalık etmeğe başlamış ve ondan sonrada hanımefendi onu ahbaplarına tavsiye etmiş, talebelerinin sayısı art- mış ve nihayet Hatice hoca olarak kalmıştı Kaç neslin tenbel, hasta ve şıma- rık çocukları onun elinden geçmişti | Bugün pek çoğu büyük mevkilerde olan kaç talebeye sımflarını geçebil- meleri tmişti | Onların gitmişler, hayat yollarına devam mişler, binbir vak'a ve hâdiselerin kahramanı olmuşlardı; fakat o, on üç yaşında olduğu gibi bugünde sadece “Hatice hoca,,dan başka birşey değil- di. Muayyen saatlerde muayyen bir evin kapısını çalan, küçük veya büyük, şişman veya zayıf, sarışın veya esmer, akıllı veya aptal olsun kendisi için yabancı bir talebeden başka birisi ol- mıyan bir çocuğa dersini öğreten ve sonra şa si sessizce çıkıp giden siyah bir g Onun E mahsus bir şahsi: yeti varmıydı? Bunu başkaları değil, kendisi bile bilemiyordu. O, kibar ve zengin ailelere girip çıktığı için biraz onların görüş ve yaşayış tarzlarını al mış, fakat bunlarıjpek benimsemiyerek Aksaray muhitile Şişli muhiti arasında ortada kalmış zavallı bir kadındı. Ken- di etrafındakiler onu başka dünyanın bir insanı gibi benimsemiyorlar, girdiği aileler ise onu parayla çocuklarına ders öğreten bir hocadan başka türlü görmiyorlardı. . Daha on üç ya- İşte bunun için Hatice, evleneme. mişti de... Aksaraylılar ona kadar yil selmekten korkmuş ve çekinmişler, Şişlidekile:se onun seviyesine kadı! eğilmeği akıllarından geçirmemişlerdi, gelmişt!. Boynundaki renksiz yün sar giyı burnunun uçlarına kadar kaldır. rak bir çeyrek saat kadar bekledikteş sonra nisbeten boş bir ikinci merk arabaya binip yerleştiği zaman derin ve rahat bir nefes ildı. Kırk yedi ge nedenberi o, kendi muhitinden Ayriliş Şişli e gitmek için bindiği bu tramw ya ayak bas rbasmaz böyle br oh), çekerdi. Aksaraydın kaçmak istediği için değil; nitekim akşam dönerke; Harbiyede tramvaya bindiği zaman dı böyle bir memnuniyet duyardı. Ömrü. nü fakir bir muhitle zengin bir muhit arasında mekik dokuyarak geçirmiş ol:n bu ihtiyar kadında, her zaman için böyle bir tehlikeden kaçıyormuş gibi telâşlı bir hal vardı; hattâ talebelerin den birinin evinden çıkıp ötekine gi derken de aynı hafifliği duyar, ihtiyar yüzü “çok şükür tehlikesizce kurtul. dum !,, diyen korkak bir manâ alırdı. Harbiyede tramvayden indiği vakit saate baklı. Beş dakika gecikmişti İhtiyar bacaklarının bütün kuvvetile ii e Nişantaşına doğru koşmağa başladı 9 B Bunca senedenberi tanıdığı bu nilenin ; böyle küçük bir teehhür yüzündan ken: ba disine acı bir söz süyliyeceğinden kor ii kuyordu; fakat beklediği gibi olmadı, adet apartmanın kapısını açan beyaz önlük ai lü hizmetçi kızın da, iki saniye sona koşup gelen Zehranın da yüzlerinde 3 memnun, hattâ mesut kir tebessüm ia vardı. gibi R — Hocanım, Jâstiklerinizi çıkarmağı vi unuttunuz. i yal — Telâş ettim yavrum; unutmuşum; kusura bakma | kay Aksaraydaki soğuk ve rütubetli ev- van den çıkan için, busıcak ve aydınlıke” hoc cennet gibi bir yerdi. Hatice hanım ken bütün vücudundan saadete binzeyen get ılık bir rahatlığın geçtiğini duyarak ağı gözlerini kapadı, Bir iki saat sonra, bu yabancı ellerden kaçıp kendi ke sey tanlık odasındaki mangalın başına © haş turarak kahve cezvesini ateşe süreceği det zaman da yine bu saadete benzeyen fal rahatlığı ri cağını ve kendi i endisine: — Paraları kendilerinin olsun, bant küçük evim yeter... Burada başım e dinlendiriyorum, diyeceğini şimdi dü Li şünmüyordu hiç... ye ers odasına girdiler, Bug ün mast nın üstü boştu. Hattâ ders yaparken kaldırılan yeşil kadife örtü bile yerin deydi,