perasl am ki, kalk: rörme iğaşıiğ birkaç yorum Wilson elimi izimle gidip er : ima, ona pek yakışmıyordu. Onun uzun, öve çizgili, güneşten yanmış, bir ardı. Dudakları ince, gözleri Wei ve adetâ kapanık gibiydi. Ak- çıl saçları dikkatle taranmıştı. Tavrı bir “sigorta sosyetesi direktörüne çok benzi- “yordu. Saatim kaybolduğu zaman, ondan idip sigorta parası istediğimi pek, ko. aylıkla gözümün önüne getirebilirdim. Gazinodan çıktık ve caddeyi geçe- rek “Morganoya,, geldik. Bahçeye otur- uk. Etrafımızdakiler Rusca, Almanca, talyanca ve İngilizce konuşuyorlardı. çkilerimizi ısmarladık. Lokantaçının Donna olan güzelliğinin zlerini taşıyordu. İri ve baygın gözleri 'Hera,,nın gözleri idi; ve sevgiyle dolu, “güzel bir gülümsemesi vardı. Bir müddet üçümüz gevezeliğe baş- “ladık. Capri de uzunca bir konuşmağa alındı mi, ne türlü olursa olsun bir nlaşmamazlık çıkar. Dikkate değe- ek hiç birşey osöylememiştik, fakat 5 biraz sonra Wilson yanımızdan kalktı arkadaşımın dedim, senin oltalar İ bir kelimesine inanmak istemiyorum. — Niçin? — O, senin dediğin şeyleri yapa- “cak bir adama benzemiyor. — Kim, kimin ne yapabileceğini amin eder? mun, rahatı için köşeye i İ çekilriş bir iş adamı olduğuna, adetâ © eminim. Zannedersem senin anlattıkla- #rin Capri dedikodusundan başka birşey X değil, © — İstediğin gibi düşün... Beraberce deniz kenarından ilerli- “yerek güneşin sıcak kokusile dolu kum- *luklara daldık. Bir yerde arkadaşım, #ndetâ bağırırcasına : £ — A! dedi, Wilson burada! © Yanına yaklaştığımız zaman Wilson bizi gördü. Ağzında bir pipo vardı. > Daha genç görünüyordu. Sıcaktan bit- # miştik. Hemen soyunduk ve suya “sirdik. Ben sudan çıktığım zaman Wilson kumlukta, bir şemsiyenin altına uzan- imiş, kitap okuyordu. Bir sigara yak- tım ve gittim onun m ver — İyi yüzdünüz mü ? dedi. Kitabını yere attı, ui sayfanın #arasına piposunu koyarak kapadı. Ko- nuşmak istiyordu. — Mükemmel, dedim. Burası düm "yanın en güzel — Şüphesiz. Tiberius'un dı deniz hamamları burada imiş; değil mi? — Şu Tiberiusğda çok enteresan bir adamdır. Onun hakkında anlatılan- hiçbirine inanmak doğru olmaz. Ve bana, Tiberius hakkında birçok Ay anlatmağa başladı. Onun kadar n de tarih okumuştum. Söyledikle- rinin hepsini biliyordum. Fakat, gör- düm ki oda çok okumuştu. Bunu kendisine söyledim. — Evet, dedi, buraya geldiğim za- man Tiberiusu merak ettim. Okuyup öğrenecek vaktim de vardı. İnsan böyle bir yerde otururken tarih can- lamıyor, ve siz de kendinizi sanki tari- hin o devrinde yaşiyor zannediyor- sunuz. Şunu söylemeğe unutmıyayım: Bu vak'anın geçtiği günler 1913 senesiydi; ve dünya, içinde bulunduğu sulh v sükünetin bozulacağından, hiç şüphe etmeden mesut yaşıyordu — Burada ne zamandanberi bulunu- yorsunuz? diye sordum. enedir, di ve denize baktı. Dudaklarında garip Li tebessüm vardı: — Burasını görür görmez aşık ol- dum. Belki bilirsiniz, bir Alman varmış, buraya bir öğle yemeği yemek için çıkmış ve kırk sene kalmış! Ben de aşağı yukarı aynı vaziyetteyim; fakat kırk sene kalmama ömrüm müsaade etmiyecek sanıyorum. Yirmi beş sene daha kim yaşayacak. Sözüne devam etmesini bekliyor- dum. Çünki, bu sözlerin, onun hak- kında anlatılan o hikâye ile alâkası vardı. Fakat, bu sırada denizdeki ar- adaşım yanımıza geldi, ve başka lâkırdı açıldı. ünden sonra Wilsonu birçok defa gördüm. Daima nazik ve samimi davranıyordu. Konuşmayı çok sevi- yordu. Onun, yalnız adanın her tarafını değil, etraftaki diğer yerleri tanıdığını öğrendim. Her bahis üzerinde çok okumuştu, fakat ihtisası Roma tarihi idi; ve bu sahada çok malümetlı bulu- nuyordu. Hayali kuvvetsiz, fakat zekâsı fazla görünüyordu. Kahkahayla güler, fakat gülmesini çabuk keserdi. Birgün, plâjdan dönerken, şoföre saat beşte bizi Anacapri de bekleme- sini söyledik. Monte Solaro dağına çıkacak ve gece ay ışığında inecektik. Ayın onbeşi idi ve oranın da çok güzel mehtap manzaraları vardı. Wilsona da bizimle gelip, erir sordum. niyetle! Fakat, alna Zleiğini zaman, arkadaşım hasta olduğunu söyledi. Denizde fazla kalmış, üsümüş olacaktı; bu uzun gezintiye çıkmak istemiyordu. Bunun üzere, ben Wilsonla beraber çıktım. Dağa tırmandık, güzel manzaraları seyrettik; ve gece karanlığı basar- ken, terlemiş, aç ve susuz bir halde dağdan inmeğe başladılr Şehire gelir gelmez hemen yemeğe oturduk. Ye: mekler çok güzeldi, Antonio hakikaten iyi bir ahçi idi, şarabı da bize kendi deposundan getirdi. Birinci şişemizi makarna ile bitirdik. Sonra da ikinci şişeyi de devirdik... Yemekten sonra bahçede, salkımları sallanan bir asma- nın altına oturduk. Hava çok sakindi. Her yeri gece kaplamıştı ve biz yal- nızdık. Garson kız bize incir getirdi. Ben kahve ve likör ısmarladım. Wilson piposunu yaktı. Şarap, kendilerini düşünceye veren” ler üzerinde çok büyük bir tesir gös- terir. Wilson düşüne düşüne söze başladı ; — Capriye ilk geldiğim zaman da böyle ayın oönbeşi idi. Bu geceki ayın aynı idi galiba. — Şüphesiz, diye gülümsedim. Aynı aydı. — Ben bu manâda söylemedim. Demek istediğim şuydu: o tarih bana daha dün gibi geliyor. Marsilyadan vapurla gelmiş, Pom- peyiyi, Poestumu ve oralardaki bazı yerleri gezmiştim. Buraya da bir hafta için geldim. Vapurdan istimbota binip sahile çıktık. Bavullarımızı almağa ve bizi karşılamağa gelen otel hizmetcile- rile karşılaşınca, şehirin gürültüsü ve kalabalığı içine karışınca.. ve otelin taraçasında bir yemek yiyince, fikrim birdenbire değişt i. Capri şarabini o zamana kadar hiç içmemiş, fâkat lâfını duymuştum. Gece herkes çekildikten sonre otelin tara- çasında şarabımı içmeğe başladım. Karşıda, tepesinden hafif odumanlar çıkan Vezuv yanardağı vardı. şarabı lezzeti için değil, bu manzara- nın ve mehtabın verdiği hisle içiyor- um. Wilson hikâyesinin burasında durdu. Susamış olacaktı: —Likör getirtelim mi? diye sordum. — Bir şişe şarab getirtsen iyi olur, ran geldi, bardaklarımızı doldur- dum. Uzun bir yudum içti. Lâfı açmak için: — Siz bir banka direktörü idiniz, değil mi? diye sordum. — Evet, dedi, York and City bam kasının Crawford şubesinin direktörü idim. Sonra, piposunu çekerek, hikâyesine devam etti: — O gece son gecemdi. Ertesi sa" bah vapura binip ayrılacaktım. Sahilde dolaşırken, sudan yükselen ve ayın al tında parlayan iki kaya gördüm. Uzakta balıkçılar, ışıkları titreyen sandallarile, balık tutuyorlardı. Burası o kadar sakin 3