OYNAK YOSMA ok > > OK Oo Yazan : MAHMUT YESARİ Ali Osman, e İstanbula yeni geli- kasabada; yordu, Yol, iz bilmediği, ve İstanbulun biyik bir şehir» olduğuna kulağı doldurulduğu için, gizli bir korku, kendinin de anlayamadığı sebep- siz bir Si ile daralıyordu. yağcı Hacı Hama ahbap olmuş eni eteğini bırakmıyordu: — Sen, İstanbulu biliyörmdn; Gayrik, bir A bende olsun... Gariplik kolay eğil, Yer bilmem, yi bilmem... Eh, dünya hali bu... Şayet, günün birinde, senin de yolun, bin kasabaya düşerse, biz de elden gelen insaniyetliği gösteririz. Yağcı Hacı Hüssam, yol arkadaşının telâşını yatıştırıyordu: — Sen, merak etme, ağam! erkek olan sözü bir defa söyler... Seni, yalnız bırak- Tren Haydarpaşaya yaklaşırken Ali ni heybesini sırtlayıp, o herkesten ce vagon SAN atlamıştı rez titreye ye Hacı Hüssamı bekled — Nerede kaldın? Pek ii alıyor- sun. Fakat Hacı Hüssam, bir türlü vagondan çıkamıyordu. Hemen her uğradığı istasyon- lardan yağ, bal, sepet sepet meyve aldığı 12 için, bunları top. layıp indirmek, bir hayli zorca idi. Hacı o Hüssamın, Ali Osmanla ah. bap oluşu da, hep bu, yüklerin halırı içindi. Gi tenekelerin kısmını, Ali Osmanın malı gibi göstermiş, bagaj parasından kurtulmuştu. li Osman da, kendi işini sağlama bağlamak için, Hacı Hüssama yardım edi- yördü: — Ver, şu tenekenin birini ben sırt- layayım. Kutuları da elime alırım. Ve Hacı Hüssamla Ali Osman, el birliğile eşyaları toplayıp vapur iskelesine çıkıncaya kadar, İstanbula giden vapur, halat almış, yavaş yavaş uzaklaşıyordu. acı Hüssam, içini çekti: olacak ama, ne yapalım? Bir sandala bineriz. Vapura binseydik, bizi bedavamı götürecekti | Hacı Hüsamın biraz ağırdan alması, yüklerin navlununu da, - yol iz bilmeyen, - Ali Osmana yüklemek içindi #srın, koy tarafındaki iskele ağzına yanaşık duran sandallardan birile pazarlık edip bindiler Ali iy kırk yaşına gelmiş, deniz nedir ? görmemişti ? Askerliği, bir tesa- düf eseri olarak, hep çöllerde, ovalarda, dağlarda geçmişti. Suyu, kasabadaki kaynaklarda; gezdiği, uğradığı oyerlerde rastladığı çaylarda, — Masraf derelerde, ırmaklarda görmüştü, Ong denizi anlatanlar olmuştu Fakat, denizi, gözile görmediği için « büyük, geniş suw hakkında fikri yoktu Hayali; çayları, dereleri, ırmakları, kap nakları biraz genişletiyor, sonra, yine bir çevre içinde daralıp kalıyordu. Suyun, çokluğu, genişliği; engin, Ali Osman hayaline sığmayor, sığamıyordu. Rıhtım üzerinde, Hacı Hüssam, sande pazarlık ederken, Ali Osman, şaşkın şeş kın bakınıyorı gün, İseakblun, gelin gibi süslü telli pullu bir günüydü. Güneş, hafif sisleri bürünmüş, nazlı nazlı göz kırpıştırıyor. deniz, dalgasız, çırpıntısız, yağ gibi akt yordu. Trende, sıcaktan, tozdan, havasızlıktar bunalan Ali Osmanı, denizin serin, t havası; ufuktan baygın baygın esen tatli meltemin ılık yelpazesi, bayıltmış gitmişli, Kendi köyünde, serin bir rüzgâr için, yaylalara gider, gölgeliklere o çekilirdi Güneş, toprağı, fırında pişirilen tuğlalar gibi kızdırır; sıcak, ağır rüzgârlar kumlari, tozları, yangın külü gibi sayururdu. Hek buki en güneşin altında bile, bir s8 rinlik, tuz kokulu bir ıslaklık, pınar başla rin ndaki ğa kokulu tazelik vardı. Eşyaları sandala attıktan sonra, Al Osman, Hacı Hüssamla birlikte köşeye kir ruldu, Denize bu yakın bulunup Ali a) alyon yutmuş gibi çakır k& keyif etm S > şıpır şıpır sular damlayarik küreklerin denize dalıp çıkışları, sandalın bir