“Hayat,ın tefrikası HAYAT,22. Munisler İnsan benim teheyyücüme güler, fakat neden bu ka- dar müteheyyiç olduğumu kimse kavrıyamaz! Hayır, ona acıdığımdan değil, bambaşka bir şeyden, İlk evvelâ... İlk anlarda, bu hâdise Okarşısınd omephut samit kal- dım. Hem mütehayyirdim, aynı zamanda fütür duyuyor- dum. İçimde uyanan his, garip bir emniyetsizlik hissidi, öyleki nevama intikamculuk diyeceğim: * O şarkı söylüyor hal Hem de ben evde iken! Acaba beni unuttu mu ki., Evvelâ pek şaşkın bir halde öylece kaldım; sonra bir- denbire kalktım, şapkamı giydim ve ne yapacağımı ben de eyi bilmeksizin dışarıya fırladım. Lükerya bana man- tomu uzattı, Ona bilâ ihtiyar“O şarkı söylüyor hal, de- dim: Lükerya ne dediğimi anlamadı; bana şaşkın şaşkın baktı. Hakikaten ben de anlaşılacak gibi değildim. — O ilk defa mı şarkı söylüyor? Lükerya cevap verdi: — Hayır, siz evde bulunmadığınız vakıt o sık sk şarkı söyler. Görüyorsunuz ya her şeyi etrafile hatırliyorum. Mer- divenlerden aşağı indim, sokağa çıktım ve dosdoğru bir yol tutturdum. Dikine bakıyordum. İnsanlar geçiyor, kimi bana çarpiyordü. Ben ne bir şey görüyor, ne de duyü- yordum. Bir arabaya seslendim ve arabacıya Taşköprüye gideceksin dedim; ne için? ben de bilmiyorum. Fekat akabında sarlınazar ettim ve arabacıya yirmi kopek hediye verdim. Al bu senin... Seni beyhude vere çağırdım, dedim: aynı zamanda abacının yüzüne manasız bir kahkaha fır- lattım. İçimde birdenbire anlatmıyacağım bir hissi mesti uyandı, geriye döndüm; aceleci adımlarla evin yolunu tuttum, Ruhumda o çatlak, kırık, malızun ses yeniden aksetti. Nefesim tıkanıyordu. Göz bağı düşmüştü; gözle- rimin bağı çözülmüştü. O, ben varken şarkı söyledikten sonra, beni çoktan untmuştu. Gözlerimi birdenbire ka- maştıran ve bana o kadar havi getiren işte bu uyanışımdı. Böyle hissediyordum. Buna rağmen hissi mesti bütün damarlarıma yayılıyor ve korkuya galip geliyordu. Kaderin ne acı istihzasıl.. Bu hissi mesti ruhumda bütün bir kiş hükümran olmuştu; bu histen başka bir his zaten onda yuva kuramazdı ki. Ya ben? Bütün bu kış esnasında ya ben nerde idim? Acaba ben ruhumla bir Dostoyevski”den tek mi idim ki? Acele acele merdivenleri çıktım; telüşla mi yoksa ihtirazla mı odaya girdiğimi arnk bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da bütün döşemenin ayaklarımın altında sallandığı, bana sanki dalgalar üzerinde yürüyor- muşum gibi geldiği dir. Ben odama girdiğim vakir o yine eski yerinde idi; başını dikişi üzerine eğmişti. fakat artik şarkı söylemiyordu. Onun lâkayt bir nazarı üzerinden sürünüp geçti. Buna hakikatte bir bakış denemezdi; sırf mihaniki bir hareketti. Ona doğru gittim ve onun ta yaki- nine oturdum. Hemen hemen aklını kaçırmışa benziyor- dum. O, bana seri bir nazar attı ve korkmuş göründü. Elini kavradım, ona ne söylediğimi, yani ona ne söylemek istediğimi bilmiyordum, zira ben izan ve temyizle söz söyliyecek halde değildim. Sedam yırtılıyor ve bana itaat etmek istemiyordu. Böylec- nefes almakta müşkülâr çeke- rek yanında oturuyordum: — Seninle biraz bir şey konuşalım ... istermisin ... hay- di ba'a bir şeycik olsun söyle, olmaz mı? Sözleri dudak- larımdan dökülü: erdi. Bundan daha iz'anlıca ne söyliye- bilirdim ki? Onu bir lerz: sarstı, bana haşyetle baktı ve havfından kendini birdenbire geriye attı, Birdenbire gözleri sertliği ve hayreti ifade ettiler. Evet, o nazarlar sert bir. hayretin manasını aksettir- diler; taacccüple büyüyerek bana baktılar. Ben bu sert likten. bu sert hayretten kırılmış gibi oldum. Mütehay- yir nazarları “ Sen daha muhabbet mi, muhabbet mi isti- yorsun? , diyorlardı. O susuyordu; fakat ben nazarlarında her şeyi... her şeyi okudum, Baştan ayağa kadar titiiyor- dum ve onun ayaklarına . kapandım. Süratle ayağa kalk- mak istedi. Fakat ben onu sıkı sıkıya ellerinden tutu- yordum; bırakmadım. Perişanlık ve nevmidimi anlamış» tım... tamamile anlamıştım! Yine, buna ragmen - inan: mıyacaksınız - kalbim yine tasviri muhal bir hissi mesti ile dolu idi. Kalbimin çarlıyacağını zannediyordum. Sikirle ayaklarını öpüyordum. s'uttum, bütün nemidimin idrakine rağmen hudutsuz, namütenahi mes'uttum. Ağlı yordum, bir şeyler mırıldanıyordum, fakat hiç söz söyli- yemiyordum. Onda havf ve hayret yerine tedricen kayi ve ihtiraz hakim olmaya başlamıştı. Dudakları korkakça bir sualle kımıldandılar. Bana o kadar acayip, hata deli-