10. »yanla- sosyal a ayni k olan at bu t ima hetlere x'dan; Cürk ellerinde Bin dokuz yüz yirmi üç yılıydı. Uzun, üzücü bir kış, bütün karartmış, saçını, başını ağart- mıştı. Nisanın yedisinde hâlâ kar yağıyordu. Keskin bir sabah rüzgârı bulutları biri birine katıyor, kar parçalarını geçenlerin yüzüne, gözüne fırlatıyordu. Haftalardan beri süren yol- culuk hazırlıkları bitmiş, artık Batum'a doğru Bizi götürecek olan Bükovina, Galata rıhtımı açıklarında çal- kanıyor yolcular soğuk ve karla didişedidişe, hamallarla döğüşe Oo söğüşe doluyor, vapura doğru akıp gidiyorlardı. Azerbaycana, kocasının ya- nına gidecek olan bir muallim ailesile, diğer arkadaşları bek- İstanbul'un gönlünü gidiyorduk. sandallara liyorduk. Arkadaşlardan biri göründü. Üstü alaca bulaca teneke kaplı bir sandığı sırtına vermiş, soğuk, karın keskin- liğine rağmen terlemiş olan alnını elindeki ıslak mendili ile silerek rıhtıma geldi. Koş- muşlardı. Biri telâştan, biri de yorpunluktan soluyordu. Ne fes almalarına meydan kalma- mışt. Hamal, parasını alıp biran evel, sicacık kahvesine kavuşmak için sandığı sırtır- dan silkiverince bir kavgadır başlamıştı. Döğüşmeğe kadar hamalın İsmail Hikmet bey,altı sene evel, Azerbaycana gitmiş, vekızıl ihtilâlin orada şahidi olmuştu. Bu seyahatle bu müşahedenin intibalarını, sırası ile bu sütunlarda takip edeceğiz. varacak bir renk alan bu sabah şakasını kesen hadise, bizimle gidecek ailenin gelişi olmuştu. Hanımın kardeşi bir zabitt. Keskin bir bakışla hamala bakarak: hadi! dedi. Hamal, dili tutulmuş gibi, arkalığını sırtına vurarak çıkıp gitti, hakkını almağı bile unut- müuştu. Şaşkın şaşkın bakınan arkadaş arkasından seslendi: Dur, paranıal! Herif omzunu silkip gidiyordu. Bir kayığa atlayarak, vapura, çıktık. Çocuklar titreşiyor- lardı. Hemen kamaralara yer- leştirerek, kayıkçılarla kama- taşıdıkları eşyaya bakmağa koştuk. Arkadaşımız şimdide kayıkçılarla alıp vere- miyordu. Sandık ağir gelmişti, kayıkçı, vapurun merdiveni kenarına bırakivermiş daha ileri götürmiyordu. Hep bera- ber yapıştık, şu belâyı ortadan kaldıralım dedik. Biz sandığı sürüklerken kamarot yetişti. *Arıbara inecek otarafa değil, diyordu. Arkadaş ta kamara- sına doğru sürüklemek isti- yordu. Daha ilk gününden başlayan bu sandık belâsının, rotların HAYAT, 11. Batum'a doğru ue bitmez bir belâ olacağını düşünmek bile istememiştik. Ellerimizi çizip ayaklarımızı ezerek çekiştirdiğimiz sandığı iri bir gemici kaptinan an- barın ağzına götürüvermişti; Durmaksızın söylenen daşın ağzı da anbar gibi açıl- miştu. Ne söyleyeceğini bilmi- yor, kaşlarile, gözlerile, ellerile, bir takım manasız işaretler yapıyordu. Sandık diğer eşya- larla beraber anbarın karan- luklarına inmişti. Çare yoktu, kamaralarımıza döndük. Diğer arkadaşlar da gelmiş- lerdi. Biri bizi Azerbaycana götürmek üzre gelmiş olan maarif mümessili idi, diğerini tenımiyordum, fakat, giden arkadaş olduğunu öğ- renmiştim. Erkenden kalkacak olan vapurumuz, öğleden sonraya kalmıştı. Havada biraz tepser- mişti. Güverteye çıkarak etrafı seyre başladık. Vatandan, hem de kanıyla, caniyla namusunu, istiklâlini, istikbalini, kanlı, hırslı den koparıp aldığı bir zaman- da, uzunca bir müddet için ayrılmak acı geliyordu. Yalnız bir teselli, gönül avutan bir ümit vardı; Asırlardanberi esir kalan türk ellerine küçük bir yardım.: Bu küçük ümit bazan göğsü şişirecek kadar büyüyordu. Asıllarını, delil arka- bizimle eller-