Bir Anatomi “Ezici Çoğunluk" Dönüşün başlangıcı Türkiyenin ekonomik ve sosyal oyapısı sayesinde Parlâmentodaki oçoğunluğu ele geçirenlerin 1961 e av pek memnun olmadıkları gün gibi aşi- 7 Mayısın yarattığı Anayasa, daha önceki sis- tenden farklı olarak, yoğunlukların her istediklerini yapmalarına imkân vermiyor. "Hilâfeti bile geri geti- rebilecek kadar güçlü" çoğunluk günlerini hatırla- yanlar, kadrolarındakl insanlara "tam iktidar" veren bir anayasa düzeninin özlemi içindedirler. Parlâmen- tonun her iki Meclisinde de sayı üstünlüğünü ellerin- de bulundurmak, dolayısiyle normal devlet görevleri- nin gerektirdiği bütün kanunları çıkarabilecek du- rumda olmak onlarca yeterli sayılmıyor. İlle de haklara, özgürlüklere dokunur birşeyler yapmak, baz kuyruk acılarını çıkarmak, "çoğunluk egemenliği"nin "zarafetl"ni bozan takıntıları ortadan kaldırmak iste- $i var içlerinde. Bu da ancak " anayasa değişikliği" ile yapılabilecek bir şey. Oraya varmak için de Meclis- lerdeki oçoğunluklan üçte ikiye çıkartacak "ideal" bir seçim sistemine doğru "temkinli" adımlarla iler- lemek gerekiyor. Çok feci bir şekilde yüze göze bulaştırılan "Te- mel Hakları ve Özgürlükleri Koruma" hikâyesinden KOTA dönüp dolaşıp tekrar "milli bakiyeyi kaldır- " havasına gelinmesinin gerisinde yatan temel öz- a budur. Türkiyenin bugünkü koşulları içinde uzun listeli, büyük bölgeli “çoğunluk sistemi'ne dönüşün pek göze batacağını bilenler, önce çoğunluğa prim veren D'Hondt usülüne geçmeyi, ondan sonrası- nı da, çoğalan sayılar sayesinde, ikinci taksitte hal- letmeyi düşünüyorlar. Hınk deyiciler Aslında böylesine sinsi bir hesaba dayanan dönü- şün, Temel Haklar ve Özgürlükler" konusunda olduğu kadar şiddetli bir tepki yaratmaması, hattâ o konuda hassaslık göstermiş bazı çevreler tarafından bu defa "safca" desteklenmesi pek muhtemel. Onun içindir ki, bazı noktaların iyice belirtilmesi, ilk bakış- ta haklı gibi gözüken nedenlerin açıkça çürütülmesi gerekiyor. Seçim sistemindeki değişikliğin "bilimsel" gerek- çelerini yazanlar, herhalde, Türkiye gibi "az gelişmiş" bir ülkede yasama işlerini çabuklaştırmanın ve temel tercihlere uygun olarak seçilmiş bir çoğunluğa rahat- ça çalışma imkânı vermenin zorunluluğundan bahse- deceklerdir. "Ekonomik ve sosyal gelişme, günümü- zün devletine muazzam görevler yüklemektedir; bun- ları gerçekleştirebilmek için yüzlerce, binlerce kanun yapmak, yürütme organını zamanında çıkarılabilen birtakım kanuni yetkilerle desteklemek gerekmekte- dir" gibi sözler duyulacaktır. Önce, hızlı kalkınma ile "kuvvetli iktidar" arasındaki oOkavram bağlılığından hareket edilecek, ondan sonra da "kuvvetli iktidar"ın parlâmentoda "kuvvetli çoğunluk" demek olduğuna gelinecektir. Öte yandan, "milli bakiye" gibi bir siste- min siyaset sahnesinde ve siyasi düşüncede aşırı bö- lünmelere oyolaçtığı, demokratik ortamda rekabet eden güçlerin ufalanmasına sebep olduğu, halkın zih- nini karıştırıp temel tercihlerin ortaya çıkmasını güç- leştirdiği ve nihayet istikrarsız hükümetlerin kurul- ması oz eyısiyle rejimi bile tehlikeye düşürdüğü ileri sürülecekt İşte Dai tehlike, bu pek "harcıâlem" gerekçelerin, başta bilim çevreleri olmak üzere, iyiniyetli pek çok kişiyi de peşinden sürükleyebilmesi veya, en azından, susmaya sevketmesidir. İtiraf etmek gerekir ki, böy- lesine görüşlerin benimsenmesi için düşünce zemini de pek elverişlidir. Başta ingiliz ve amerikan kitapları olmak üzere, bizim çevrelerimizde pek itibarlı sayılan kaynakların çoğu, tam bir nisbi temsilin, adaletli gö- rünüşüne rağmen, siyasi hayata ne gibi sakıncalar ge- tireceğini uzun uzadıya anlatan sayfalarla doludur. Hele Atlantikötesindeki dostlar, fikri gelişmelere im- kân veren sistemlerden hiç hoşlanmazlar. Kendilerine sâdık ve sağlam bir iktidar bulup, karşıdaki muhale- fetin başına da onlara pek kafa tutmayacak birini ge- çirebildiler mi, keyiflerine pâyan olmaz. Siyasi hayat, artık, ekonomik ve sosyal yapı meselelerinin, dış sö- mürme konularının geriye itildiği bir "sen git, ben ge- leyim" hikâyesi oluverir. Kapatılan kapılar kalkınma dâvamızı olduğu gibi siyasi ogelişmemizi de kendi gözlüklerimizle görmek, kendi formülle- rimize bağlamak zorundayız. Bazı yerlerde pek revaç- ta olan, hattâ evrenselmiş gibi gözüken reçetelerin bizim bakımımızdan geçerli olmaması pekâlâ müm- kündür Türkiyenin son yirmi yıllık siyasi gelişmesindeki başlıca mesele nedir? Kuvvetli iktidarların kurula- maması mıdır? Tek oyun ziyan olmasına imkân ver- meyen tam bir nisbi temsil sistemi bile Parlâmento- ca mutlak bir çoğunluk yaratmamış mıdır? 1965 se- ve Emin Paksütle, saat 20.05'te gel- di. Gelenleri kapıda Ferit Melen karşılıyor, bu arada espriler yapı- yor, toplantının sebebini soranlara, suratında yaygın bir tebessümle, nönünün sıhhatinden başka kollamacak neyimiz var?." diyordu. 8 Etrafındaki arkadaştan makara- ları koyverdiler. Bu öyle bir toplan- tıydı ki. Genel Başkanın sıhhati ra- hatça espri ve alay konusu yapılı- yordu. Halbuki İnönü hiç de, arala- rında maalesef Ferit Melen gibi bi- ri de bulunan bu Çerkez Ethemleri ölümüyle sevindirmek niyetinde de- Sildi. Tertipçilerin, adını "tesanüt kok- teyli" koydukları toplantı az sonra başladı. Fakat bu öyle bir kokteyl- di ki, kapıda iki tane güçlü kuvvetli muhafız, Ihsan Kabadayı ile Necip 22 Nisan 1967