KÖŞEDEN 1924 Seçmeleri Pp“ Olimpiyatlarına katılma çağında olan kuşak, dün- ya spor tarihinde amatörlüğün altın devrini yaşamış- tır. O tarihlerde spor, boks hariç, ne tertipleyenler, ne de bu tertiplerde rol alanlar için henüz bir endüstri ha- line gelmemişti. Devletler de sporcu gençliği bir propa- ganda metal olarak kullanmayı öğrenmemişlerdi> Spor- cular alınıp satılmazlardı. Spor, spor içindi. Ayrıca, a- matörlüğün yorulmaz havarisi Baron de Coubertin de sağdı ve bütün gücüyle sahada idi. Türkiye sporu, bunun dışında, ikinci bir tesir altında idi. Bu da, bizden hemen önceki kuşağın Birinci Dünya Savaşı sırasında büyük bir cömertlik içinde verdiği fe- dakârlık ve yurtseverlik örneği idi. Spor yapma ve sporda üstün başarıya ulaşma gayretlerimizin temelin- de bu savaşlarda canlarım veren kahramanlara benzeme gayreti vardı. Fransızlar nasıl bir koşuca Jean Bouin masalına bağlanmışlarsa, biz de Şehit Celaller, Neşet- ler ve daha nicelerinin hayranı olarak, spora Onların yolundan günü| bağlamıştık- Eskişehir seçmelerine katılmak için Haydarpaşa ga- rında toplanan biz idareci ve sporca gençler sıradan bir yarışmaya değil, İstiklâl Savaşı kahramanlarından biri olan Kemalettin Sami Paşaya bu anlayışla yaptığımız hazırlıklarımızı göstermeğe gidiyormuşuz gibi bir hava içindeydik. Ne şımaran, ne şımartan vardı. Ayakları - mızdaki spor ayakkabılarının babalarımızın verdiği gün- deliklerden biriktirilen paralarla satın alındığı, sırtımız- daki formaların analarımız, bacılarımız tarafından yı- kanıp ütülendiği günlerde idik. Tren İstanbul— Eskişehir yolunu galiba 14—16 saat- te alacaktı. Yola buna göre hazırlanmıştık. Bizi vagon- lara nasıl taksim etmişlerdi, bilemiyorum. Ama birinci mevkide oturanlarımız var diye tahta üçüncüye düşenle- rin homurdandıklarını, söylendiklerini hiç hatırlamıyo- rum. Gruplar hemen ayrılmıştı: Ya spor konuşuyor, ya şakalaşıyor, ya da son savaşın menkibelerini anlatıyor- duk- Aramızda, bu yüce destanı yaşamış futbolcu veya atlet, daha yirmisinde gazi teğmenler vardı- Yol, İzmitten sonra birçok yerinde arızalanmış, ta- mir görmüştü. Onun için yavaş gidiyorduk. Hatta her köprübaşında mutlaka birkaç dakika duruyorduk. Bü- yük Bilecik Köprüsünün yunanlılar tarafından atıldığını da duymayan kalmamıştı. Gerçi ilgililer bunun yerine yenisinin yapıldığını söylemişlerdi ama, günün imkân- ları içinde bu kolay başarılacak işlerden sayılamazdı- AKİS/34 Vildan Aşir SAVAŞIR loko- Bilecik Daha yol boyunca yanmış vagonların, hurdahaş motiflerin iskeletleri olduğa gibi duruyordu. köprüsünü yapmak öyle kolay mıydı? Akşamın saat dördü veya beşiydi. Trenimiz, bir ta- rafı derin uçurum olan bir yerde durdu. Trenin bütün memurları yere inmişler, bir şeyler konuşuyorlardı- Me- sele şu imiş: Bilecik köprüsüne gelmişiz. İsteyen köp- rüyü trenden önce yürüyerek geçebilirmiş, hattâ ister- se eşyasını da alabilirmiş!.. Köprü yakından bakılınca muazzam bir inşaat is- kelesine benziyordu. Travers, kalas, maden direği, ka- lın tahta, ne bulmuşlarsa bir birine çatmışlar, çakmış- lar ve adına "Yeni Bilecik Köprüsü" demişlerdi- Uzak- tan, kibrit çöplerinden yapılmış bir oyuncak köprüye benzeyen bu tahta yığını insana hiç de emniyet vermi- yordu- Ama biz gene de bununla övünüyorduk. Trenimiz her adımda inleyen, çatırdıyan bu köprü- yü kimbilir kaç dakikada geçmişti!.. Biz gerçi iftihar duyuyorduk ama, su katılmamış bir .ingiliz olan futbol antrenörü Hunter bizim bu duygumuzu paylaşmış gö- rünmüyor ve garipsediği bu köprüyü soğukkanlı bir ür- keklikle seyrediyor, tek kelime konuşmuyordu. Rahmet- li Ömer Besim bu gizli yadırgamanın ve korkunun he- men farkına varmış ve adamı inceden makaraya almış- tı. Hunterin endişeli ve azıcık ekşi çehresini, Besimin "Yes mister, briç no olrayt... Briç şimdi paldır küldür kaput-.." tahriklerini bizler senelerce konuşmuş gülmü- şüzdür. Eskişehire geceyarısı vardık. Bizi, adına, fransızca "dortoire" dan bozma "dört duvar" dedikleri personel yatakhanesinde misafir ettiler. Sabahleyin de, yunanlı- lardan ganimet Berliyet kamyonlarına bindirip sahaya götürdüler. Saha saha değil, tozu dizlere yükselen bir tarla idi- Burada ne koşular, ne atlanır, ne de top oynanırdı. Bu- na çareyi bulsa bulsa Paşa bulurdu. Paşa, resimlerinde gördüğümüzden daha da yakışıklı ve sevimli idi. Tek tek hepimizin elini sıktı, hal hatır sordu. Sıra Şekipe (Engineri) gelince, o hemen : " aşam, saha saha değil, tozlu bir tarla Orada spor yapılamaz!" demez mi! Paşa güleryüzle cevap verdi : imdi buraya bir binbaşı gelecek. Ona, ne eksik- se söylerseniz. Müsabaka saatine kadar her şey yapılır-" Teşekkür ettik ama, inanamadık. Fakat müsabaka saatinde alışık olmadığımız kadar mükemmel bir saha ile karşılaşınca, Mustafa Kemal ekipinin işleri nasıl başardığının da sırrını çözmüş olduk-