TİYATRO Sahnede oyun böyle nu söylemek — "Evvelâ demek “"gibi bir — şey. luk olmayınca ne Noah'ın kurulu ğu, ne yağmurcunun önemi, zie'nin susamış Tuhu, ne de nıha— yet boşanacak yağmurun -içe ve dı- şa- değeri varı Bu böyle olunca top- raktaki amansız kuraklık ile Curry'- lerin ruhlarındaki hayallerden, atak başlıyor Bu değişimlerden mahrum kurul k ara- sındaki eş değerlik de yok tabii Denilecek ki geriye ne k; Bir 1 oyun, guldurup . İkincisi Lizzie rolünde U- ğur Başaranın mükemmel oyunu var. Genç sanatkâr, hem de güzel, göz- alıcı vücudunun alımlılığını da aşma- yı başararak oynuyor. Kuraklık, Yağmurcunun tesiri, sıcak susuzluk, eserin bütün teması onun oyununda beliriyor. Münir özkul Canovanın te- siriyle her Zzamanki klişe oyununu bırakmış görünüyor. Zaten seyircinin sevgilisi, sahneye girer girmez alâka toplayan Özkul, vakıa ilk p lar'ın Lennie'sini andıran bir tutum- da. Ama oyun ilerledikçe onu da aşa- biliyor. Her zamanki gibi, heyecanlı oynuyor. Sadri Alışık Yağmurcu Starbuck'ta eseri bir kere daha yıkıl- mağa zorluyor. Sahneye, kılığının da tesiriyle, ince bıyıkları, umursamak tavırları ile girdiğinde işi yaman bir janti ktır sanı- yorsunuz. Kâh kasılıyor, kâh sözüm ona coşup ateşleniyor, ama Yağmur- cunun üstesinden hiç mi hiç gelemi- yor. Baba Curry'de Mücap Ofluoğlu acaba Baha'yı oynayacak aktörün yerine son dakikada mı getiri olduğunu görmek insanı rahatsız edi- yor. Ustelık oğullarının da -H sen, r Özkul- maşaallahı var. Bir de, Fılo rolunde Saadettin Erbil. Gerek bu oyuncu, gerek oynadığı kompozısyon hakkında söz pek güç. Öyle anlaşılmaz, öyle tatsız ve çapraşık bir tutumda elindeki tabancaları gordukçe bir mantar ta- bancası çekip haydı, sen öldün yat, ve bir daha kalkm demek arzusu inşanı dürtüyor. Canova, sahnenin önünü bir pano ile bölüp karakol odası ve halletmeyı düşünmüş. Vakıa böylece rakol, karakol koridoru; ambar, ambar aralıgı haline geliyor ama de- kora değen elden de fazlası beklene- zdi. Canova Yağ Sahneye olsa olsa, çıkışlaı', iyi ezberlenmış bır metm, ksuz bir oyun, sıkmayan bir tem po g etirmiş. Ama İstanbul kendisin— den daha fazlasını bekliyordu. Richard Nash'ın güzel tercüme c- dilmiş — Yağm urcus seyredilmesi şevkli bir eser. aşaranın Oyu- nu ise mutlak görülmeğe değer. Gün- ler ilerledikçe kılık, kıyafetin biraz hırpanileşmesi umıdı Alışık, gerek Erbil de toparlanabılır— lere, ha gayret, olacak Yağmurcu! 30 mayan giriş Cep Tiyatrosu Cocteau ve Plautus aldun Dormen her şeyden evvel, muhakkak ki bir hareket rejısoru. Dinamizm, canlılı lânda geliyor. Bu hususları ele aldıgı oyunun her nok- tasında gözetmiş olduğu, her sahne- de, her konu: mada apaçık. İstanbul sahnelerınde şımdıye kadar görmek- Z ağır aksak oyunlar ve ayrı konudaki, ayrı yapılışdaki eser- lerin hep ayna tempo içinde sahneye konulduğu düşünülürse,- Haldun Dor- meni sahnemize dirilik, güçlü bir so- luk veya tam tâbirle gençlık getiren rejisör olarak kabul etmek lâzım Geçen hafta Cep Tıyatrosunda baş layan Amphitryon'u ve aygısız'ı görmek bu bakımdan bir tiyatrose- ver için lüzumluydu, her iki oyun bir eli ile yer alabilirdi. Cep Tiyatrosun- u oyun sım: 1 ir elmanın lezzetli ve yundakı komik ünd. kontrastında toplanmış — olduğu için, rejisör Dormen bu, artık geçmez ak- çenin yerine canlılık, hareket ve en abstre kontrastlar devrindeki komedi yapısını, günümü- ze aktarmak yolunu seçmişti. Seyir- ciler candan, zevkl. düler, çabuk çabuk lezzetle seyrettiler ve heyecan- la alkışladılar. Alkmene rolunde, sahnede ilk de- gördüğümüz Yıldız Alpar o kadar plastik bir görünüşde, eserin bünye- e o kadar uygun bir ritmdeydi ki, seyircileri hemen kavr: e sahnede ha n kalmış olmasını ar- Erbulak bun sahnede ilk al zu ettirdi. Altan velki oyunundan beri, Amphitryon"dan bir sahne Bir ölü dirildi kere, kesin olarak amatör bir toplu- luğun ölçüsünde değildi. Kaygısız'da seyırcıler Altın Terımı tam bir akt- ris Ölçüleri, içinde Ağır, sık sık patlamalarla dolu bır rolu vardı. Bir kabare artistinin en ıçten uygu- larında bile kendini gösteri ve oyun- culuk alışkanlıklarından kurtarama- dığını hiç unutmadı. Rolünü daima bu tutum içinde kalarak oynadı. Ro- lünün birbirinden hiç ayrılmaması gereken bu iki cephesi, değ artis- tin altından kalkamıyacağı guçlu bir kompozisyondu. akanın ise aşık, hırçın ve yalvaran kadının kay- gısız repliksiz aşığı rolünde değil, m kalıbında olması gerekiyordu. O da bu kalıbı doldurdu. Plautus'un bugün için pek hare- ketsiz ve ifadesiz kalabilecek Amp- hitryon'u, bu trajik komedisi, sahne- lerimizde yalnız Haldun Dormenın adımı görülür görülmez seyircüerra gulmege başladığı bir tip, bu muhak- ka u sefer Sosios rolunde bir guldurucuden fazla, mel bir medi artıstlıgınm başlangıcında idi. Hermes Erol Keskin, Altanın sü- ratine haklı olarak yetişemiyorsa. da eksiksiz, sevimli bir oyun çıkardı. Böylece herkes iyi hazırlanmış, iyi anlamış, iyi oynuyor idi. Herkes, ö- bürünün bütünü idi. Her iki eser de Duygu Sagıroglu— nun rahat, tamamlayıcı dekorları _ı— çinde beraberlikle eserin ruhuna ve ğüne uygun hafif, neşeli kostümler, Acar Başkut başarılı makyajlar çiz- mişti. Hülâsa Cep Tiyatrosu İstan- bullulara tertemız, küçük, pırıl pırıl İki oyun veriyor. AKİS, 9 ŞUBAT 1957