SİNEMA Filmler "Korsanlar Tuzağı" ühendis ne kadar usta olursa olsun elindeki malzeme kötüyse, yaptığı bina çökmeğe mahkümdur. Ayni kaide atacına için da sık s rarlanır: En kabiliyetli rejisör bile zayıf senaryo ile her zaman başarı— sızlığa uğrar. Rejisörü Lang gibi kudretini, canlılığını hala mu- hafaza eden büyük ve klâsik bir sa- natçı olması da kaidenin dışına çık- mamaktadır. "Korsanlar Tuzağı . Monfleet" sinemanın değişmez ger- çeğini- bir kere daha ortaya ko- yuyor. Çocuklar için yazılmış kö- tü bir İngiliz romanından buyuklere film hazırlama teşebbüsü ne küçü leri, ne de büyükleri tatmin etme— mektedir. Karma karışık, anlaşılmaz bir senaryo; hiç biri iyice belirtilme- miş, sivrilmemiş karakterler Fritz Lang'ın yaratıcı gayretini mağlup et- mektedir. Film, gecenin karanlığında, ıssız yollarda manevi babasını arayan kü- çük bir çocuğu (Jon Whiteley) gös- tererek başlıyor. Esrarlı ve korkun gecelerden, hayaletlerden, hortlaklar- an bahseden ingiliz romanlarını ha- tırlatan bu manzara küçük yolcu ka- dar seyircileri de korkutuyor. Her filminde seyircilerin bir kaç kere yü- reğini ağzına getirmeyi âdet edin- miş olan Lang, "Korsanlar Tuzağı"- nın ilk yarım saatinde bu işini tek- rarlıyor. Expressionist sinemaya has dehşet verici dekorlar, cisimleri kor- kunç gösteren aydınlatma ve çarpı- cı montaj sayesinde tesirli olabiliyor. Beklenmedik anda göze çarpan ga- rip şeyler, ağaca asılı insanlar, gece yarısı at üstünde peri gibi tek 'başına dolaşan kız, Fritz Lang'ın kullandığı lüzumsuz ve netice vermiyen kozlar- dan.. Çünkü bir müddet sonra küçük çocuğun kâbuslu hikayesi yerini basit ve zevksizinden bir kaçakçılık macerasına bırakıyor. "Korsanlar Tuzağı"nın ufak çapta bir özelliği de Lang'ın ilk cinemas- cope'u olmasıdır. Fakat normal ay- dınlatılmış sahneler hariç, perdenin genişliğini — daraltma endişesini far- ketmemek imkânsız. Bunun sebebini de pek tabii, normal perdenin dıkka- ti teksif etme, cinemascope perdes nin ise yayma, dağıtma ozelhklerın de aramak gerekir. Korku, dehşet gi- bi sarsıcı tesirler, seyirci dikkatinin bir noktaya toplanması ile mümkün olabileceğinden, Fritz Lang çoğu za- man süjelerini perdenin ortasına a- lıp kenarları karanlık bırakıyor; böy- lece adeta normal perde kullanmış oluyor. Kilisede John Mohune'un hey- keli ve vaiz veren Trahip bu şekilde aydınlatmaların tipik örnekleridir. Öbür sahnelerde ise Fritz Lang cine- mascope un şimdiye kadar kaydetti- ği ilerlemelere birşey katmıyor. Fü- min teknik başarısızlıkları arasında eastmancolor'un kirli renkleri de sa- yılabilir. Kaçakçıların mahzeninde tabut ararken Jon "Whiteley'in elin- deki Jlâmbanın ışık oyunları, kötü renkler yüzünden ifadeli olamıyor Saçma sapan bir hikâyeyi yanlış yol- dan anlatmağa kalkan alman sine- masının büyük rejisörü, "Korsanlar Tuzağı" ile Amerika'da yaptığı başa- rısız filmlere bir tane daha ekliyor. 'Korsanlar Tuzagı ndan bir sahne Pöhhh! AKİS, 8 ARALIK 1956 "Madame Du Barrıy" hristian - Jadgue'ın hazırladığı asırlar boyunca Martine Carol se- risinin beşinci filmi olan "Madame Du Barry" yıldızın bu sefer de XVITI. asırda Versailles'daki maceralarını gösteriyor. ne sadece eski Yunan'da orta çağ İtalyasında, IX ve XX'nci yüzyıl Fransasında neyse, Avrupanın en hristiyan kiralı- nın gözdesi olarak da o kalıyor. Emile Zola "Nana"yı İkinci İmpa- ratorluk devrinde (1852 - 1870) Pa- ris'teki sosyal çöküntüleri teşhir et— mek için yazmıştı. Christian - Jagu fılmınde ahlâki çözülmeleri karıkatu— rize etmiş, çevre incelemesini pek ha- fiften almış, Nana'yı birinci plâna çıkararak Martine Carol varyasyonla rı meydana getirmişti. Başarılı de- korları, Martine'in ustalıkla teşhir edilmesi filmin temelindeki aksak- lıkları bır dereceye kadar unutturu- 'nın kazandığı ticari başarı karşısında "Madame Du Barry" de ona benzetilmek istenmiş. Bir öncekinde olduğu gibi burada da bir sürü şehvet, şöhret, servet düşkü- nü insan perdeyi dolduruyor. Güzel, aptal ve pervasız bir fahişe olarak Du Barry de Nana'nın bir eşi oluyor. Her sahnesiyle, kahramanları, olayları nükteleri, hicvi her şeyi ile * "e yı taklıdetmeye çalışan Chrıstıan— Jague " Madame Du Barry"ye yeni- lik katmadıgı ıçın kayıtsız — şartsız bozguna ugruyor Ne "Adorables creatures'ün mizahım, ne de "Luc- rece Borgia"nın hareketlılıgını bul- mak imkânsız. Filmlerine daima gü- zel dekorlar koyabilen Christian - Jaqu baştaki ve sondaki' panayır ye- rinin tertiplenişi dışında bu yolda da varlık gosteremıyor Soyunmağa çok elverişli rolüne Martine Ca- rol tabii guzellıklerını her nedense or- taya dökmeyince, oyununun bütün güçsüzlüğü, — yapmacıklığı meydana çıkıyor, film büsbütün yavan bir ha- le geliyor. "İntikam Kanunu" G erçeğin — tekrarı, — karikatürün tekrarı gıbı şevksız ve tatsız ol- muyor. s XVin saray halkını sa- dece 1stıhza 1le fransız mizah edebi- yatında defalarca kullanılmış klışeler le ele alan y ya nında, "İntikam Kanunu" basit ih- sanları sade hikâyesi ile sevımlı bir lm. Kan dâvası, toprak dâvası gibi meseleleri romantize etmeğe kalkış- madan, tabiilikten uzaklaşmadan an- latması bu küçük filmin lehine kay- dedilecek bir nottur. Zaten Anthony Mann bu vasıflarından ötürü Wes- terh'lerde John Ford'un halefi olma- ya hak kazanmaktadır. River", "The Naked Spur" ve "Fu- ries" gibi eserleri yerlerinde çekıl— miş açıkhava sahneleri, hayat müca- delesindeki 1nsanlar1yla dokümanter filmlerin samimiyetine — ulaşıyordu. "İntikam Kanunu . The Man from Laramie" New-Mexico'nun sar zisinde çekilen güzel tabii sahnelerle 23