Havanın Kabahat — aşurede değildi. Çünkü a- şure cidden fevkalade idi. O ka- dar ki, kasesini bitirenlerin bile gö- zü masada kalıyordu Derneğin uyelerınden Nazan Kırk- bir, acı acı pencereden dışarıya ba- karak: "'— Kabahat havada, diyordu. Za- ten bizim şansımız yok. Geçen sene- ki Mehtap gecemızde de ortalığı sel ler götürdü. azizliği Nülüfer Yalçın da "Dikkat eder- gel- başka hanım ilâve etti: gezmeyi daha çok sevi- ek bu işe mani değil ki... İşte burada arkadaşlar toplandık, hoş vakit geçireceğiz. Mesele teşki- lâtlanma meselesi... İnsan komşu zi- yaretlerinde bile faydalı olabilir. Beş ha nım ara larında anl aşsa ve bir iş salar bir günde mesela ma- halledekı fakir bir çocuğun kışlık ih- tiyaçlarını örebilirler. Büyük teşkilât- lanmalar yanında bu küçüklerin de cemiyete faydalı olmaları mümkün- dür." Gözleri kapıda bekleyen bir ha- nım: "Amerikalı — dostlarımızdan da kimse gelmedi" diye şikayet etti. İşte tam bu sırada Mrs. Scott i çeriye girdi. Uzun boylu, zarif ve ca- na yakın bir kadındı. Hiç kimseyi ta- nımadığını anlamak çok güçtü. Ra- hat hareketlerle kendini taktim etti. Derhal çocuğunun hastalığını, şüdüğünü, fakat aşureyi Türk h larla paylaşmak istediğini soyledı Çünkü Türkiyede Türk hayatına idi. Bu mevzu ca Türk hanım- lar dayanamadılar ve açık kalplilikle fikirlerini söylediler: Âl elen her Amerikalı kadın önce bu düşüncede idi. Fakat çok geçmeden kendi aralarında meydana getiriyorlar, kendi aralarında eğlen- meye başlıyorlar ve dernekleri, ta- nışma arzularını unutuyorlardı. Gö- nül ısterdık Mrs. Scott da onlara katılmasın.. Mrs. Scott bariz bir alaka ile din- liyordu. “— Haklısınız, dedi. Cidden biz Amerikada iken ecnebi — dostlarımızı sever, ve arardık. Ibuki sonra Pa- rıs 'te hep Amerıkalılarla ahbaplık et- leri he sızlerı hakıkaten çok sevdim. Fakat MRS.Scotten çok aşureyi sevmişti. Hele Üzerine gül suyu dö- külünce çok şaşırdı ve: "Bugüne ka- dar gülsuyunu —yalnız cildime sür- dedi. .Scott Dernekten ayrılırken, misafirperver Türk hanımları, onun hasta çocuğunu unutmadılar ve ona bir kase aşure gönderdiler. AKİS 11 ŞUBAT 1956 T I B Hastalıklar 20 milyon frengili Paul Erlıch in şimiyoterapiyi keş- ıldan fazla eçti. Bu büyük adamın ça- lışmalarını takip eden başka bilgin- ler hayvan ve insanlardaki intan has- talıklarını tedavi etmek —amacıyla daha birçok şimik maddeler — buldu- lar. Nih t Fleming dahiyane bir sezişle penısıllını ortaya koydu. Prof. Chain, H. W. Florey ve mesaft arka- daşlarının etüdleriyle penisillin tas- fiyesi, yapısı tesbıtı ve kliniğe tatbi- ki mümkün oldu k gram pozi- tif ve bazı gram negatif — mikropla- ra tesırı tetkık edildi. ind i 1954 yılına aid dördüncü sayısı silifi- Sir Howard Walter Frengiyi yendi lızın penısıllınle tedavısıne tahsis edil- Bir çok memleketlerde fren- gı önemini kaybetmış olmakla bera- ber milletlerarası bir konu olarak bugün de ehemmiyetle göz önüne a- lınması gereken bir mesele teşkil et- mektedir. Çünkü OMS'in araştırma- larına göre yer yüzünde 20 milyon frengili vardır. Bazı memleketlerde halkın © 80 ni bu hastalığa bulaş- mış durumdadır. Bir zührevi hasta- lık olarak frengi bölgeden bölgeye ve bir memlekette bir sahadan öbür rüne müsabiyet bakımından farklar gösterir. Afrikada O 14.1-32.9 ara- sında, Asyanın güney doğusunda 9 0.6-31 e adar, Hındı tanın bazı bolgelerınde w 5 adar, Mısırda 20 Habeşıstanda 90 4.2 den P 82 ye kadar nispet — değişmekte- dir. Bu enfeksiyon yuvaları halk sağlığı için büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Artık ulaştırma vasıtala- rı, yollar, tren hatları, deniz seferle- ri ve havadan gelip gitmeler o kadar artmış ve nakliyat o kadar süratlen* mis, ticari münasebetler o kadar gi- rift bir hal almıştır ki, bu enfeksiyon yuvalarından hastalığın her tarafa hatta bütün dünyaya —süratle yayıl- ması işten'bile değildir. iç memleketlerden çok oynar. lar vardır. Biraz tarih Frengi — insanlara çok eski tarihden belâ olmuş bir hastalıktır. Ademle Havvanınelma yedikleri mevcud olup olmadığını Fakat Mısır mumyalarının kemikle- rinde yapılan tetkikler frengi tahri- batına benzer belırtıler tespitine yar- sıralarda bir hastalık mevcu sie des marins" denılıyordu Atik"te Moab vebasından bahsedili- du. Bir inanı ra bu hastalığı o sefere iştirak eden gemiciler Avrupaya naklettiler. O zaman bu hastalığa Morbus Gallicus ve Mal napolitain adları verilmekte idi. Orta çağda sifiliz pek şiddetli tahripler yapan adeta salgın halinde bir hastalıktı. Bir çok krallarda, a- silzadelerde ve şövalyelerde bu has- talık mevcuttu. uncu ve 20 inci yüzyılda hastalık iyice etüd edilmiş, hastalığı hayvanlara aşılamak, bu suretle klinik seyrini kovalamak ka- bil olmuş, nihayet 1905 de Schaudinn tarafından mikrobu tecrid edilmiştir. Bu mikroba Triponema pallidum de- nilmektedir. Bir yıl sonra da hastalı- ği meydana çıkarmağa yarayan özel bir reaksiyon ortaya konulmuştur. Bu reaksiyonu bulanın adına izafe edilerek bu kan muayenesine — Was- sermann reaksiyonu — denilmektedir. Sonradan hastalığın tanınmasında kullanılan reaksiyonlar daha da ço- ğalmışsa assermann reaksıyonu bütün zorluklarına rağmen hâlâ kli niklerde başlıca teşhis vasıtası olarak hergün başvurulan bir usul olarak yerleşmiştir. Frengi sadece veneryen yani in- sandan insana tenasül yollarile ge- çen bir hastalık sayılamaz. 1587 de Moravia'da patlak veren bir salgında hamamda vantuz tatbiki Amil olmuş- tur. 1727'de Fransa'da bir ebe kadın parmağından frengi yarasından — 50 gebe kadını aşılamıştır Koldanko- la yapılan çiçek açılarıyla, kan ak- tarmakla, tatuaj yaptıranlarda iğ- nelerle bu hastalığın bulaştığı görül- müştür. Herhalde en şanssız hası;- 7