yoklu, sadece zarara sokulmuş insanlar vardı, evvelâ ümitlerinde aldatmış sonra da paralarını almış olduğum insanlar... Ve bütün bu insan lar, kendi kuvvetlerine ve haklarına güvenme- leri nisbetinde sükünete doğru giden bir hiddet içinde benden kalmamı istiyorlardı. Yerime bı- rakmak için dostumu aradım, «arabanın sahibi geldi, kavga ede ede gittiler ...n cevabını aldım. Tam bir felâket içinde idim, şimdi bana hakiki bir zindan gibi görünen bu odada geceyi ge- çirmeye mahkümdum, işin fenası masadan kal- karken önümde toplanan parayı - böyle bir ne- ticeyi ummadığım için - cüzdanıma yerleştirmiş bulunuyordum, binaenaleyh hemen hepsi kay- bını bir kaç misline çıkarmış olan bütün bu insanlara paralarını iade etmek imkânım yoktu. Bir an bütün cebimdekileri, ne var, ne yoksa masanın üstüne atıp hürriyetimi satın almak ak- lıma geldi, fakat oldukça ağır bir hakaretin altında bu son çareyi de unuttum. Filhakika o zamana kadar pek az bir şey söyliyen oyunculardan biri bütün bu gürültü içinde benim hâlâ kararımda israr ettiğimi gö- rünce yüzüme dik dik bakarak: — Tevekkeli tanımadığınız, bilmediğiniz a- damlarla işe girmeyin derler, dedi. Bu kırpık bıyıklı, sıska bir o gençti. Halinden güzel giyinmek iddiasında olduğu an- laşılıyordu. İlk işim tokatlamak, üzerine doğru yürümek oldu. Fakat demin oyun oynarken bana merhamet ve istihfafla bakan genç kızın araya girişi beni bundan menctti: — Aman ağabey, çıldırdın mı, ne diye üzü- yorsun kendini... Zaten onun ne olduğu oyu- nundan belli idi... Biraz evel masa başında yakaladığım acayip bakışın mânası anlaşılıyordu. Kettinin yüzü biraz daha gözlerimin önün- den geçti, fakat bu sefer her ümide veda için: — Pek âlâ, dedim... pek âlâ oturuyor ve oynuyorum, fakat bilmiş olunuz ki... Müthiş bir sevinç gürültüsünde cümlemin son taralı kayboldu. Dost tebessümler derhal belirdi, ev sahibi istirahatımı temin için beni hasır koltuklardan birine oturmaya mecbur etti, gül rakısı tekrar masayı dolaştı ve oyuna başladık. Bittabi bu ikinci oyunun benim için nasıl biteceği kolaylıkla tahmin edilebilirdi. Zihnim- den Kettiye hazin vedalar yaparak kaybediyor- dum. Merhametli genç kız gene karşımda idi ve gözlerini üzerime dikmiş, acaip bir büyü veya ispirtizma vaziyetinde, hiç bir hareketimi göz- den kaçırmıyordu. İtiraf etmeli ki bu hain ısrar biç de neticesiz kalmadı, tabii şekilde kendi oyununu oynayacak yerde açıkça sıska deli- kanlile meşgul oluyor, onu vurmağa çalışıyor- dum. Saat biri yirmi geçe bu manasız gayretin ilk meyvasını topladım: Genç delikanlı bütün parasını vermiş, saatinin üzerinde oynayordu. Genç kıza baktım, yüzü zeytin yeşili bir renk almış, gözlerinin içinde kırmızı bir çizgi pey- dahlanmıştı. Bana bakarken dudakları yalvarır gibi titriyordu. Hatırıma David Copperfield'deki mister Hep'in annesi geldi, hayır, bu kızcağız kardeşinden daha mutavazıdı. Hiç sıkılmadan güldüm. Saat bir buçukta esmer kırpık bıyıklı delikanlının saatine koyduğu kıymetin gittikçe ehemmiyet kazanan izafiliği masa arkadaşlarımı- mızın dikkatini çekmeye başladı ve biraz son- ra genç adam, «sende hiç para yok mu?» diye kardeşine sormaya mecbur oldu. Hayır, karde- şinde para yoktu, oyunu bırakmış, iki kardeşi seyrediyordum. Ömrümde bu kadar düştüğümü hissetmemiştim. Saklamaya hiç lüzum görme- diğim bir memnuniyetle ve ağır ağır cüzdanımı çıkardım, kendisine borç verdim ve ödemeye mecbur olmadığını da ilâve ettim. Bundan beş on dakika sonra idi ki ben son liramı da kay- betmiştim, ayağa kalktım ve boş cüzdanımı : — Artık bana müsade edeceğinizi sanıyo- rum. diye gözlerinin önünde silkerek evden fırladım. Plânım basitti, akşam üstü gelirken evden 100,150 adım uzakta. köşe başında bir pölis kulübesi görmüştüm, oradan telefon edip An- karadan bir araba çağırtacaktım, ondan sonrası kolaydı. Bütün bunları düşünerek, kapının önünde ve bu yaz gecesinin yıldızları altında, bana onların vadedici gözlerile baktığını zannettiğim Kettiye geniş bir puse gönderdim ve polis ku- lübesine doğru koşmıya başladım. 5