TAT TWAM ASI Güneş çok doğdu, çok battı. Fakat gördüğü insanlık hep aynıdır. İnsan durmadan tanrılaş- mak istiyor, bir türlü hayvan olmaya razı değil. Halbuki onun yaptıklarını canavarlar bile yap- mıyor. İnsanlığın beğenmeyen bu mahlükun bütün felâketi vicdanından geliyor. Vicdan de- nilen sır bizi bize yükseltmeye çalışırken biz kendi kendimizi aldatıyoruz. İçimizde bir iyilik rüyası görüyoruz, fakat yaşadığımız kölülüktür. Bu kölülükle o iyilik karşı karşıya gelince mantığımız şaşırıyor ve yaptıklarımızdan kendi- miz utanıyoruz. Kâinatta hiç bir mahlük iyiliğin hasretini bu kadar çekmemiş ve fakat yine hiç bir mahlük kötülüğe bu kadar susamamışlı. Asırlar bu tenakuzun balledilmemesi için aktı gitti. Çeşit çeşit kafalar bu işle uğraştı durdu. Fakat hiç kimse bize bu hususta değişmeyecek, öz bir şey bırakmadı. Onun için kaderimize küser ve sonra zorla bedbin oluruz. İmdi fel sele tarihi hiç bir vakit Schopenhauer ve Nietszche kadar şifa bulmaz bedbinler kaydet- memiştir. Biz bu cüretkâr dissertasyonumuzu birincisinin bu husustaki (ikir ve hislerini tahlil ile tenkit etmek için kaleme aldık. Arthur Sehopenhauer'in ahlâk sistemi ame lidir. Sistemin tahakkuk edebilmesi için ona herkesin mutavaat etmesi icap eder. Bunun için de sistemi herkesin bilmesi ve tanıması gerek- tir. Filozof bunda muvaffak olınak için hiç bir şey esirgemedi. Berlin üniversilesine privat doceni olunca bu emeline tedrisle erişmek istedi. Fakat anflide herkes Hegel ve Schleirmacher'i dinliyor ve seviyordu. Onlar şöhretlerini çok- tan yapmışlardı. Filozof bu teşebbüsünde mu- valfak olamayınca beşeriyeti ve bilhassa felsefe prolesörlerini hakarelle görmeye başladı. Bu hakaret onun ilk mağlübiyetinin tabii kiniydi. Fakat ihtirasından vaz geçmedi, bir fırsat bek- liyordu. Karşısına iki fırsat çıktı: Birini ka- zandı, ötekini kaybetti. O sırada Norveçteki Drontheim Akademyası hürriyet meselesini ortaya atmış ve bunun için bir mükâfat ilân etmişti. 1839 da filozof kon- kura girdi ve kazandı. - Bu eser İransızcaya Libre Arbitre diye terceme edilmiş ve 1878 de 13 Germer - Ballidre ed" da neşredilmiştir - . Bu suretle genç muhteris ilk zalerini kazanmış bu” lunuyordu. Bundan cesaret alınca öleki fırsatı da kaçırmak istemedi ve Copenhague İlimler Akademyasının orlaya attığı «ahlâkın esası» konkuruna girdi. Fakat Danimarka mütelekkir- leri Norveçliler gibi bu orijinal almanın eserini beğenmediler İlimler Akademyası onu reddetti. - Bu eser fransızcaya Le Fondement de la Mo: rale diye tercüme edilmiştir. - Muhteris filozof muvaffakiyetsizliğinden yine müteessir olmadı. Bu muvaffakıyetsizliğini de bir zaler saydı ve her iki tezini Die beiden grundprobleme der Ethik ismi altında bir cihette topladı. Bu eser hakikatı arayan derin ve ince bir zekâ ile ih- tiras peşinde koşan aleşli ve kesil bir ruhun mağlübiyet ve zaleri tadarak vücuda gelirdik. leri bir şaheserdir. Schopenhauer bu eserinde zamanının en büyük filozoflarını bile istiskal eden bir tonla, zikreder ve der ki: «ll est aise de pröcher la morale, il est difficile de la fonder.» Hülâsa Kant'tan Ficbte'ye kadar herkesi beğenmeyen bu mülelekkir allâkın esasını ruhiyata dayanan bir metalizikte buldu. Ona göre iyilik ve kö- tülük ferdi iradenin hoş bulduğu veya bulma dığı şeydir. İyi olan şey bu iradeye nisbeti bu- lunan şeydir. Ferdi iradenin kendine nisbeti olan şey, yani iyilik bizde acımak duygusunu doğurur. Ve biz böylece bizim olan herkes ve her şeye acırız. Fakat bu korkunç egoizmden ahlâkın esası olan adalet ve ihsan melhumlarını nasıl çıkarabiliriz ? İşte filozolumuz bunu hal- letmek istedi. Kâinat kesret görünen bir vahdettir. Kes- reli yapan zaman ve mekândır. Zaman ve me- kân içinde bize görünen her şey, yani kesret bir hâdisedir. Her hâdise bir görünüş olduğuna göre kesrel te bir görünüştür. Şu halda fertler- de birer hâdise, yani birer görünüştür. Kant'ın Esthötigue Transcendentale'da izahı ve Schopen- hauer'in Fondemen”' de la Morale'da tefsir et- tiği bu zihniyete dünyanın en eski mukaddes kitapları olan Veda'larda tesadüf edilir. Bunla- rın hemen her satırında bu büyük fikir bulu-