evgili Refik! Nihayet eve dönmeğe karar ver- dim. Burada bulunduğum üç hafta zar- fında hiç havadan istifade edemedim. “O, beni hiç rahat bırakmıyor ki .. Sa- çok defalar bu hareketi hakkında on- dan hesap sormak istedim; fakat, o ânda o kadar kurnazca yanımdan kaçmasını biliyor ki... Geceleri de artık katiyen uyuyamıyorum. Hattâ uyku ilâcı bile almağa mecbur oluyorum, hiç birşey fayda etmiyor. Fakat bir doktora da gitmekten çekiniyorum, çünkü bana mutlaka deli derdi. Bu azaba daha uzun zaman katla namıyacağım, onun için yarın eve dö- üyorum. Bedbaht karın d Leylâ, mektubu zarfa yerleştirdi ve hizmetçiye verdi. Odaya akş lığı çökmüştü. Birân için aynanın kar- şısında durdu. Hakikaten tebdilhava ettiği halde, simasında hiçbir dinlenme hali yoktu. Gözleri donuk ve etrafları simsiyah idi. Yüzünün kanatlarından iki derin çizgi ağzının kıvrımlarına kadar iniyordu. Leylâ yorgun yorgun şeffaf ve zayıf elini alnına götürdü, ve mavi damarları görünen şakaklarının üzerin- deniz, aydınlık bir duman içinde birleş- mişlerdi. Deniz ağır ağır teneffüs edi- yordu. Uzaklardan esip gelen hafif bir rüzgâr, tatlı bir nefes gibi suları, yap- rakları ve insan derisini okşuyordu. Aşağıdan cazbant sesleri geliyordu... Yaklaşan bir otomobil gürültüsü caz- bandın sesini boğdu. Otomobil bahçe- nin kapısında durdu. Çakıltaşların üze- rinde 'ayak sesleri duyuluyordu, Bunlar gitgide yaklaşıyorlardı... Leylâ yavaşça başını çevirdi. Yandaki villânın pen ceresinden bahçeye akseden soluk bir ziya, birân için bir çehreyi aydınlattı, fakat bu yüz, derhal karanlığa karıştı, Leylâ, bir adım geri çekildi. Ve bir ye- © re dayanmak istedi. Eliyle balkonun — duvarına tutundu. Arkasında müthiş rperme hissetti, “Ol.. Yine o mu idi?,, Nefesi daraldı. Gözlerinin önü bu- latlandı. Ayakları yere mıhlanmış gibi gırlaştı. Elini duvardan çekti, Ve ar- ndaki cam kapıya dayandı. Bahçe- ? Emıne Ortaç * deki adam, Leylâyı görür görmez adım- larını sıklaştırdı, Ona birşeyler sesle- niyordu. Fakat Leylâ, bunları anlıya- mıyordu. İşte nihayet başı merdiven basamaklarının üzerinde göründü ve “Leylâ, diye bağırdı.. Leylânın kulaklarındaki uğultu ha: fifledi ve derin bir sessizlik içinde kal- dı. Fakat aynı dakika yumuşak ve sı cak bir his dalgası bütün vücudunu sardı. Cam kapı arkaya doğru itildi... Leylâ artık birşey bilmiyordu. * 4 Leylâ, dalgın dalgın komedinin üze- rindeki gece lâmbasına bakıyor, ve ba- şından geçenleri hatırlamağa çalışıyor- d U, Nazarlarını bir müddet yorganın ü- zerinde gezdirdi, sonra da yatağın üze- rine iğili duran başa çevirdi. Derin, fakat içinin ferahını ifşa eden bir sesle : — Refik, beni ne kadar korkuttun! yine, “onu görüyorum zannetmiştim, dedi. Refik, karısının soluk alnını okşadı: — Zavallı yavrum, Beni neden şim- diye kadar çağırmadın, kendiliğimden daha önce buraya gelmeğe cesaret edemedim. Çünkü sen, bu yalnızlıktan çok istifade edeceğini söylemiştin. Fa- kat mektupların bemen yanına gelme- ğe beni mecbur ettiler.... Telgrafımı almadın mı ?, — Hayır, almadım Refik. Geleceğin- den hiç haberim yoktu. Yarın buradan ayrılmak istiyorum, sana biraz önce mektupla bunu bildirmiştim. Ah Refik, bu üç hafta zarfında ne- ler çektiğimi bir bilseni... — Sakin ol Leylâ.. Herşey geçecek, fakat artık bir doktora gitmeği gecik- tirmiyelim. Eğer sen, buna şimdiye ka- dar itiraz etmeseydin, bunu ben çoktan yapardım. Leylânın gözleri önünde derin bir ümitsizlik uçurumu belirdi ; — Bu, faydasız bir teşebbüs olacak Refik, Artık beni hiç birşey kurtara- maz... İlkönce kendim de bu hallerimin yalnız bir sinir buhranı, geçici bir asa- biyet olduğunu zannediyordüm... Fakat FUME ÇAGIRAN AŞKIN artık şimdi böyle düşünmiyorum. Bu, hakiki bir ruh hastalığıdır. Belkide hayatımda işlediğim bir kabahat, şimdi benden böyle zalimce bir intikam alı: yor... Fakat seninde hakkın var, bir doktora gidelim. : s* Bir hafta sonra Refik, Leylâ ile be- raber Viyanaya seyahat etti. Orada beynelmilel şöhreti olan bir sinir mü- tehassısını ziyaret ettiler, Profesör, Ley- lâya, uzun uzadıya ıstıraplarını anlattır- dı. Başından geçen bütün hadiseleri sırasıyle ve, mufassalan söyletti... Nihayet Leylâya dedi ki: — Hastalığınız basit birşey değil- dir. Daha onun hakkında vazih birşey söyliyemem; fakat soracağım suallere cevap verecek misiniz? Bana herşeyi açık söylemenizi ve hiç birşey saklamamanızı rica edece- ğim Leylâ yorgun bir hareketle başını di: — Sorunuz Profesör!. dedi. — Muayyen bir çehrenin sizi daima takip ettiğini söylüyordunuz. Ne vakit- tenberi böyle bir hâdiseye şahit olu: miyorum, ihtimal ki bu yüzü sik sık görmeğe başlıyalıdanberi far- kına vardım. — Acaba bu yüz, tanıdıklarınızdan birinin, veyahut hayatınızda bir defa rol oynamış olan bir insanın çehresi midir. Leylâ, kat'iyetle başını salladı : — Hayır, kat'iyen tanıdığım bir si- ma değildir, bu, bana tamamiyle ya: bancı bir çehredir. — Daha dikkatli düşününüz. Birçok vakalar gördüm ki.. böyle hatıralar ço- cukluk devrine kadar geri giderler... — Hayır, hiç birşey hatırlamıyorum. — O halde başka bir yoldan araş- tırmamızı yapalım. Çünkü ben, eminim ki bu yüz size hariçten görünmüyer. Bunun aslını ruhunuzda aramalı. Bu hayal sizin tahteşşuurunuzda çoktanberi yaşıyordur. Birçok hâdiseler ve hayal- lerle örtülmüş, silinmiş fakat kat'iyen mahvolmamıştır. Yendiğinizi zannetti: giniz bir arzu yenilmemiştir.. Şimdi ye- niden canlanıyor ve yaşıyor... Siz erken mi evlendiniz — Hayır Profesör. Ben on sene ön- ce evlendim. Ö zaman 28 yaşındaydım. — Bu kadar geç evlenmek için mü- him bir sebep var mıy z Leylâ, biraz asabileşmişti. Profesö: rün gözünden onun bu asabiyeti kaç: madı. ii eker ağ