yan hayvanlar da var. Ayrıca insan, sosyal yaşamı kendisi mi seçiyor, yok- sa örgütlenen toplum onu dışlamasın diye mi kendini topluluk yaşamına ayak uydurmak zorunda hissediyor? Bu da bir başka soruyu ortaya çıkarı- yor. Neyse, biz gene asıl konumuza dönelim. “Nedir o halde İnsan?”, An- cak tüm bu söylenenlerden bir şeyi bulgulamış olmalıyız. o da bu sorunun soruş biçemini değiştirmemiz gerekti- ği. O halde “insan nedir?” diye soru- lamaz ya da bu soruya verilen yanıt- lar definitiv (tanımsal) değil, deskrip- tiv (betimsel) olmak zorundadır. Bu zo- runluluk sonucudur ki “İnsan .....dır” tü- ründen yanıtlar sonsuzca verilebilir. Çünkü insan teriminin kapsamı insan türüdür. Bu türsel oluşum, sürekli bir değişme ve oluş içersindedir. Biz, “in- san .....dır” dediğimizde, bu oluşu bir yerde kesintiye uğratmış ve insansal gelişmeyi durdurmuş, döndürmüş ol- maz mıyız? Gelin biz insanı düşünen bir varlık olarak tanımlamayalım da, onu düşü- nen bir varlık olarak betimleyelim. Çünkü onun düşünen bir varlık olma- sı, ona çok şeyler kazandırmış ve hâ- lâ da kazandırmaktadır ve kazandı- racaktır. Ancak düşünme, kuşkusuz eylemle birleştiğinde güç kazanır. Te- ori ile pratik bir arada gider. Pratiğe geçirilemeyen bir düşünce ne kadar değerli olursa olsun, bir lüks olarak kalmak zorundadır. Ayrıca insan sa- dece düşünen değil, hayal eden, ta- sarlayan, sezen, duyumsayan bir var- lık da. O, tüm bu yetilerin senteze ulaş- tığı integral bir varlık. Bir diğer deyiş- le o psikolfizik ontik bir bütün. Onu ge- lişigüzel bir tarzda parçalara ayıra- mayız. Onda çözümlenmeyen o ka- dar çok şey var ki... İnsan kendisini oluşturan parçalarda olağanüstü bir uyum sergilemektedir hiç kuşkusuz. Onun harmonik yapısı öyle bir düzen sergiliyor ki, bir yerdeki aksaklık he- men başka yapılanmaları da etkile- yebiliyor. İnsan kendisindeki bu uyu- ma karşılık olarak doğal yaşantısında da bir uyum arıyor. Ancak bu uyumu bulabilmiş olduğu söylenebilir mi? O aynı zamanda antagonist bir varlık. Bunun göstergesi insan/doğa, in- san/insan ve günümüzde de insan/ro- bot çelişkisidir. İnsan bir çelişkiler var- lığı. O hem bu çelişkilerin yaratıcısı, hem de üstesinden geleni. Hatta o kendi yarattığı alete bile yabancıla- şabilmekte. Maoakine insanın İş-gücünü arttırmak amacıyla kullanıldığı sürece insanın biçim verme yeteneği de ise katılır. Ancak insan yeteneğini gereksiz kıla- cak ölçüde şekilleşen abstraklaşan mekanik eylem, insanı kör bir çalışma içerisine hapseder, onu bir noktaya bağlar. İnsan içsel ve dışsal yaşantı- ları olan bir varolan olduğundan ve dış yaşamı İç yaşamından kopuk ele alınamayacağına göre eylemlerinin mekanikleşmesi ile kendisi de meka- nikleşecek ve kişiliğini yitirerek kendi- sine yabancılaşacaktır. Başlangıçta insan organlarının gü- cünü artıran araçlara sonraları tekno- lojik gelişme ile; makineleri, bilgisayar- ları, robotları da ekledi. Tam bu nok- tada aklımıza kendi kendisini düzen- leme ve yönetme mekanizmasının bi- limi olan sibernetik gelmektedir. Bu. teorik bir disiplin olarak bir otomatik- leştirme tekniğidir. Sibernetiğe göre, düzenlenen bir makine, makineleşen işin yönetilmesini üstlenen, kendisine verilenler üzerinde çalışan ve prob- lem çözen bir otomattır. Böyle bir ma- kine anlık (zekâ) sürecine sadece hız ve güç kazandırmakla kalmaz, nere- deyse zekânin yerini alır. Makineler sis- temin durumu hakkında bilgi toplaya- bilecek ve bu bilgileri değerlendire- rek sistemin yönetilmesine yarayan emirleri hazırlayabilecek duruma gel- diği andan itibaren yönetim sanadatı makinelerin işi olup çıkacaktır. Sibernetik, “kim yönetir?” ve “nasıl yönetilir?” sorularını sormaksızın yönet- menin ne olduğunu akla dayanarak açıklayabildiği ölçüde mantıksal bir bilimdir. Bu yoldan hareket ederek sis- temler ve makineler için geniş ve te- orik bir sınıflandırmaya olanak verir. Bu sınıflandırmanın sonuçlarından ya- rarlanmakla, her çeşit yönetim maki- nesinin yapımı sağlanır ve sibernetik önemli uygulamaların hareket noktası olur. Sibernetiğin gerçek anlamla iler- lemesi, İnsanın çağdaş tekniğin yar- dımı ile, 'Yönetilen ışın sentezini' ma- kineler sayesinde yapabileceğini an- ladığı ana rastlar. Dünkü makineler bir kastan başka bir şey olmadığı halde, bugün, özellikle elektronik-bilgisayar tekniği aracılığı ile günümüzün maki- neleri, kendilerinden beklenen işi, al- dıkları emirlere uygun olarak yerine getirebilecek şekilde bilgi-işlem or- ganlarıyla donatılmış birer beyin gö- revi görürler, Sibernetiğin gelişmesi II. Dünya Sa- vaşı sırasında özellikle hava saldırıla- rına karşı koymak, savunma proble- mini halletmek için, insan kontrolü ile yönetilemeyen radar antenlerini he- defe çevirme zorunluluğundan doğ- du. Uzun araştırmalar sonucunda mü- hendisler radarların düşman uçakla- rını izlemesini ve yükseklik, hız, uzak- lık türünden bilgileri elektronik bir ma- kineye iletmesini ve bu makinenin uçaksavarı direkt hedefe yönelterek füzeyi otommatik olarak fırlatmasını sağ- layan tertibatlar yapmayı başardılar. Bu alet ve tertibatların daha da ge- liştirilebilmesi için çok çeşitli alanlar- daki uzmanların, özellikle olayların in- celenmesinde fizikçilerin, dengeyle İl- gili hesapların yapılabilmesinde ma- tematikçilerin ve kullanılan malzeme- nin incelenmesinde mekanikçilerin birlikte çalışmaları gerekti. Zaman za- man biyoloji uzmanlarına da danışıl- dı, çünkü 'yönetilen işin sentezi' deni- len eylem, insandaki refleks eylemine benziyordu. Bu yeni makinelerin dav- ranışı ile canlı varlıkların davranışı ara- sındaki benzerlik akla yakın geldi ve incelemeler daha da derinleştikçe gerek makinelerde gerekse canlı var- lıklarda aynı şema ile karşılaşıldı. Üs- tün yapılı canlıların yaşamsal fonksi- yonları ve bu fonksiyonların yapay olarak yaratılmasına olanak veren sü- reçler mantık analizine vurularak ger- çek bir akıl devrimi sayılabilecek olan bir akım başlatıldı. Bazı sibernetikçiler sosyal olayların bilgi alış-verişinden doğduğunu öne sürerek bu olayları si- bernetik yöntemleri ile incelemenin olanaklı olduğunu savundular. Bu te- ze göre gelecek topluluklar düşünme ve yönetme makineleri ile idare edi- lebilecekti. Ancak tüm bu tarihsel-teknolojik yer- leşim içerisinde unutulan ya da göz- ardı edilen bir güçlük vardı: 'DİL'. Emir — COMUNOCĞOV/C ea 11