Osman HIZAL Yapay zekâ dillerine giriş için hazır- lanan bu yazı, her şeyden önce, bu olgunun varlığının kesin sınırlarını Çiz- meyi değil, olabilirliğini kavramayı amaçlıyor Yapay Zekö Dilleri (Artifical İntelli- gence Languages) olan LİSP, PRO- LOG, LOGO genelde “uzman yazılım sistemlerinde” kullanılan diller olup, son birkaç yıldır mikrobilgisayarlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Kanım- ca burada kullanılan kavramların ta- nımına girmeden önce problemin ta- rihsel arka planına kısaca bir göz at- makta yarar var. Bilgisayar teknoloji- si, insanoğlunun -ya da kızının- bir üre- timi olduğuna göre, bunu onun diğer üretimlerinden ya da edimlerinden ayrı tutmak yanlış olacaktır; bu nokta- da onun diğer bilim ve düşünce sis- temleriyle ilgisi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Yaklaşık 2500 yıldır süren FELSEFE-BİLİM düşünce sistemi kendi içinde felsefe, mantık, fizik, matema- tik, psikoloji olarak alt dallara ayrılir 2500 yıl önce Antik Yunan'da "ilk madde nedir? - var olan nedir? - ne- lerden yapıldık?” türünden sorular so- rulmaya başlandı; bu soruların her biri felsefenin birer alt disiplininin problem alanı oldu. İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen bilme arzusu onu “bilinebi- lir olan her şeyi bilme” olgusuna gö- türdü. Sorulan sorulara verilen yanıt lar, problemi “insan nedir?” sorusuna getirdi; insanın kendi üstüne sorular sormasıyla başlayan bu olgu 2500 yıl sonra “akıllı robotlar” ütopyasına dö- nüştü. Bu “semi-human & semi-robot” ya da dilimize geçen biçimiyle "and- roid” kavramının çıkmasına yolaçtı. Ancak gerçekleştirilmek istenen olgu, daha önce birtakım başka uzman sis- temlerin geliştirilmesini gerektiriyordu; bu uzman sistemler tıp mühendisliği, genetik mühendisliği, bilgisayar mü- hendisliği, yapay zekâ mühendisliği, yüksek teknoloji mühendisliği gibi özel bilim dallarını oluşturdular. Ama tüm bu uzman sistemlerin temelinde biraz önce yukarıda söz ettiğimiz düşünce sistemleri bulunuyor. Bu inter-disipliner yapı kendi dışında örgütlenmiş tek bir bilim dalına benzetilebilir ve belki bu bilime “insan bilim” denebilir. Çünkü “İnsan” denen varlık ne kadar çok bi- linir, anlaşılabilir. öğrenilebilir, tanına- bilirse bU uzman sistemler de o kadar daha çok başarılı olacaklar ve bu utopyayı gerçekleştirebilecekler. “İnsan Nedir?” sorusunu soran ve bu soruya yanıt arayan felsefi düşünce, bilimlerin henüz yeterli verilerinin ol- madığı dönemlerde bu sorunsal ile kendi başına savaşmak zorundaydı. “Vor olonın var olan olarak ne oldu- gur, vor olanın bilgisinin nasıl edinil- diği”, “suje ile obje arasında hangi türden bir ilişkiye bilgi denilebileceği” türünden sorunlarla başa çıkmak iste- ven felsefe, kendisini insan varlığının 'emel niteliklerini açığa çıkarma ça- dası içersinde buluverdi. Açıkça gö- “ünen bir gerçek vardı ki, o da aslın- da temel olana, prima olana ilişkin tüm sorular insan denilen varlık alanı- na açılıyordu. Neydi bu alanda var- olup bitenler? Bu alana ilişkin yeterli bir tanım verilebilir miydi? Tanımlar ve- rildi. fakat yeterli oldukları söylenebi- lir mi? Şüphesiz ki buna yanıtımız ha- yır olacaktır. Gerçi verilen tanımlar in- sanı betimliyordu; s.g. Onun "Alet ya- pan bir varlık” olduğu (Homo faber), “Toplumsal bir varlık” olduğu (Homo politicus), “Düşünen bir varlık” olduğu (Homo Rationale) söylendi. Ancak bi- rer tanım olarak ortaya konan bu söy- lemler insanı tanımlamadan çok onu betimleyen söylemlerdi. Çünkü bir ta- nım, tüketici olmak zorundadır. Tanım her şeyden önce tanımladığı şey ile birebir örtüşmek durumundadır. Oysa sözkonusu edilen tanımlara baktığı- mızda, bunların insan denilen komp- leks varlığı bütünüyle kuşatamadıkları görülüyor. İnsana özgü bir edim ola- rak gösterilen alet yapma, o hep ken- dimizden aşağı gördüğümüz hayvan- larda da var. Hatta onların kompleks yapılı olanlarında değil, sadece ba- zi kuş türlerinde bile bu alet yapıcılı- ğına rastlıyoruz. İkinci olarak insan, topluluk, sonra da toplum içinde ya- şayan bir varlık, ancak bu insan olma- nın kriteri ise sürü dışında yaşayama- F STT 10 nod T Ç,Ü_(f]_ı