COMFU-HOBİ COMPU- Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, bilgisayarların artık bütün bir odayı doldur- maktan çıkıp küçücük masaların üzerine sığmaya başladığını gördüğümde, istila planını yürürlüğe koyduğunu anladım. Ve bir gün ofisime de girdi sonunda. Onunla uzlaşmaya karar vermiştim artık. Minicik bir TV ile hoş bir daktiloya benziyordu. Neden olmasın dedim. Uygarlık bu, elbette insan için çalışacak, ha- yatı kolaylaştıracak. Bizim için, benim için... Ama, on düğmesine dokunduğum an aynı manyetize oluşu duyumsadım işte. Ekranındaki yeşil zemin kurbanlarını hipnotize eden kobra yılanının gözlerini çağ- rıştırdı. Sonuç olarak bir bilgisayar tarafından hipnotize edileceğim korkusuna ka- pıldım. Rüyalarım da değişmişti. Bütün gece boyunca, bilgisayara dataları giri- yordum, binlerce input. Saatlerce uğraştıktan sonra işimi bitiriyor ve minnet duy- güuları ile onu okşamak için elimi uzattığımda ekranda koskocaman bir ERROR - la karşılaşıyordum, bir de onu izleyen mekanik ve yırtıcı bir kahkaha. Dehşet içinde yatağımdan firliyordum. Üstelik aynı rüyayı yeniden görmek korkusuyla uyuma- mak için ne mümkünse yaptığımdan işimde de başarısız olmaya başlamıştım. Bir- kaç kez uyarıldım. Uygar bir insanım ben diyorum kendi kendime. İyi bir öğrenim gördüm. Tek- nolojik gelişmenin bütün nimetlerinden faydalanan bir ortamda yaşıyorum. An- cak, tam otomatik çamaşır makinesi ile ilk karşılaştığım an duyduğum dehşetle karışık hayranlık duygusunu da üzerimden atmam oldukça uzun sürmüştü. Bir süre çamaşır makinesine taptım. Tapınma duygusu, biliyorsunuz, hayranlığın ya- nısıra korkuyu da içeriyor. Bilgisayar öyle değil. Belki de hayata tam anlamıyla bire bir tekabül etmediği için mi nedir, ona duyduğum korku daha farklı. Son zamanlarda artık başına oturduğumda midemin kasıldığını da hissediyor- dum. Evet, yemek de yiyemez hale gelmiştim. Bir de akşam uyumamak için vide- oda izlediğim dehşet filmlerinin de etkisiyle olsa gerek, bilgisayarların kendi ken- dilerini programlayıp bütün dünyaya yayılmış terminaller aracılığıyla bir nükleer savaşı başlatacağı düşüncesine de kapılmıştım ki, eve bir bilgisayar geldi... Şöyle, elbette ki ben satın almadım onu. İyiniyetle işlerini kolaylaştırdığım bir dostum teşekkür duygularını iletebilmek için çağın harikasını seçmişti. Üstelik göndermekle de kalmadı. Yüzünde mutlu bir gülümseme ile gelip çok lazımmış gibi bir de kur- u. Ulu Tanrım, ben şimdi nasıl söylerim bu yaratıktan deli gibi korktuğumu. Çok sevinmiş ve mahçup olmuş görünmek zorundaydım tabiüi. Ama yine de bilgisayara hiç dokunmadığımı gören arkadaşım biraz buruk ayrıldı evimden. Artık sığınabileceğim hiçbir yer kalmadığını düşünüyordum. Yatağımda bir bil- gisayar tarafından öldürebileceğim korkusuna kapıldım. Buzdolabının sesi, a da bir ampulün cızırtısı yüreğimi ağzıma getirip soğuk soğuk terler dökmeme yeti- yordu. Fişini takmıyordum ama, kendi kendine çalışıp Star Wars HI'deki gibi bir lazer kılıcıyla beni yok edeceğinden korkuyordum. Geçenlerde elime kalın bir sopa geçirip evdeki ve ofisteki bütün bilgisayarları parçaladım. Savunma içgüdüsüydü elbet. Onlar beni yok etmeden davranmak zo- rundaydım. Ben kurtulmuştum ama ya insanlık... Neyse, işte hemşire hanım. Anlaşılan iğne saatim gelmiş. Olsun, hiç önemli de- ğil. Burada bilgisayar falan yok. Burada emniyetteyim çok şükür... O İdem Özükan