sayacak şekilde genişletmek eğilimindeler, ama yine de bu yöndeki iİdalaları iki gruba ayırmak mümkün: Felsefi (ya da aşırı) yapay zeka idodliaları, bilgisayarların insanların yaptığı her şeyi ya- pabileceğini, çünkü insanla- rın zaten karar verirken bir bil- gisayar gibi davrandıkları (hafta kimilerine göre insanla- rin zaten aslında birer bilgisa- yar oldukları) görüşünden kaynaklanıyor. Teknik (ya da ilimli) yapay zeka iddiaları ise, insanların bazı sonuçlara na- sıl ulaştığı üzerinde pek fazla durmadan, bilgisayarların da, farklı yollardan da olsa aynı sonuçlara ulaşabileceği- ni, aynı işleri yapabileceğini öne sürüyorlar. Dreyfus kitabına yapay zeka çalışmalarının tarihi ile başlı- yor: : Çağdaş anlamda bilgisa- yarları mümkün kılan çalışma- lar, Boole cebiri dolayısıyla adını iyi bildiğimiz George Bo- öle ile başlamıştır denebilir. Boöle'un önemi, sayısal olma- yan önermeleri ve aralarında- ki ilişkiyi iki tabanlı sayı sistemi tarafından ifade edebilir ha- le getirmiş olmasındaydı. Do- layısıyla artık nitel düşünce ile nicel düşünce arasında bir fark gözetmeye gerek kalmı- yordu. Her ikisi de, bir tür he- saplama İşlemi olarak düşü- nülebilirdi. Charles Babbage, Boole'un hemen arkasından bu cebir kurallarını kullanarak “analitik makine”sini tasarladı. Gerçi makine hiçbir zaman yapıla- madı ama, günümüz sayısal bilgisayarlarının ilk kıvılcımla- rını, Babbage'in tasarımında görmek mümkün. Daha sonra İse 20. yüzyılın ilk yarısında Tu- ring bilgisayarların teorik ka- pasite ve özellikleri üzerinde kafa yordu. 1950'lerden son- raki teknolojik gelişme ise, o güne kadar teori ve tasarım düzeyinde geliştirilmiş fikirlerin dört temel alanda sınanması- nı mümkün kıldı: 4ö 1. Oyunlar (satranç, dama vb.) 2. Çeviri 3. Problem çözme 4. Şekil tanıma Dreyfus bu alanları tek tek inceliyor. Oyunlar alanında en çok ele alınan oyun sat- ranç doğal olarak. 1950'lerin sonlarına doğru satranç prog- ramlarındaki ilerlemeler, Her- bert Simon gibi bazı bilim adamlarının, yakında dünya şampiyonlarının bilgisayarlar arasından çıkacağı gibi iddi- alarda bulunmalarına yol aç- mıştı. O günden bu yana programların kalitesi çok art- tı, hatta sadece satranç oyna- mak üÜzere tasarlanmış bilgi- sayarlar bile yapıldı ama bu konuda doğal bir sınıra takılın- mış gibi gözüküyor. Çeviri ala- nında da belirli sınırlar içinde başarılı olunduğu söylenebilir; örneğin bugün Birleşmiş Millet- ler ve bazı başka uluslararası kuruluşlarda yazışma ve ra- porların otomatik çeviriyle ak- tarıldığını biliyoruz. Ancak bu yazılar büyük ölçüde sabit ve tekrarlanacın dilsel kalıplardan, formüllerden yararlanan yazı- lar. İş edebiyat gibi, felsefe gi- bi teknik olmayan dallara ge- lince bir ilerleme olmadığı ke- sin. Problem çözme konusun- da çok kısıtlı bazı konular dı- şında önemli bir başarı kay- dedilmediği söylenebilir. Her- bert Simon'un “Genel Problem Çözücüsü” gibi bazı program- lar da son derece sınırlı bazı sonuçlar elde edebildiler. Şe- kil tanıma ise daha çok robot bilimlerinin üzerinde durduğu bir konu olarak kaldı. Dolayı- sıyla bu alanda sonuçlar, ro- botik çalışmalarındaki geliş- meleri beklemek durumunda. Dreyfus, bu gelişimi teknik yapay zeka iddialarının vere- bildiklerinden daha fazlasını vaadetmiş olduklarını göster- mek için özetliyor. Ama onu asıl ilgilendiren bu başarısızlı- gın nedenleri. Bu noktada ise felsefi yapay zekanın tezleri ile karşı karşıya kalıyor. Dreyfus, yapay zeka alanın- daki başarısızlığı temelde in- san davranış ve özelliklerinin bilgisayara aktarılabileceği gibi bir düşüncenin yanlışlığın- da görüyor. Bu tür bir yaklaşım İnsanın yaptığı her şeyi, bilinç- siz olarak da olsa, bir makine gibi, iki tabanlı sayı sisteminde ifade edilebilecek hesaplarla yapfığı varsayımına dayanı- yor. Eğer psikoloji araştırmala- rı, İnsanların problem çözer- ken, satranç oynarken, konu- şurken nasıl hesap yaptıkları- nı veya beyinlerindeki bilgiye nasıl düzenli bir şekilde ulaştık- larını keşfederse, bu yöntem- leri bilgisayara aktarmak da gündeme gelebilir. Ancak, Dreyfus'un iddiasına göre ya- pılan deneyler bu tür verileri haklı çıkarmak yerine insanın birçok işi hiç hesaplamadan, bir tür sezgiyle yaptığını ve bu sezgi veya yeteneğin formül- lere hesaplara dökülemeye- ceğini gösteriyor. Formüle edi- lemeyen bir şey, sayısal bilgi- sayarlara aktarılamayacağı- na göre, bu olgu bize bilgisa- yarların sınırları. konusunda önemli ipuçları veriyor. Ancak Dreyfus'a göre sözko- nusu olan sezgi öyle pek esra- rengiz bir şey de değil. Örne- ğin bir yüzücünün kulaç atar- ken, kolunu ne kadar açması gerektiğini kestirmesini sağla- yan sezgi türünden bir sezgi, Nasıl yüzücü kolunu ne kadar açacağını hesaplamaz, kas- ları bunu yılların alışkanlığı ile kendiliğinden bilirse, usta bir satranç oyuncusu da tahta- daki elverişli bir pozisyonu öy- le tanır; hesaplamaya ancak ondan sonra başlar. Yılların alışkanlığı satranç ustasına el- verişli pozisyonları tanımayı öğretmiştir. Her iki durumda da (yüzücünün ve satranç us- tasının) hareketlerini yönlendi- ren, gövdesel bir sezgidir. İşte Dreyfus'a göre felsefi ya- pay zeka iddialarının gözden kaçırdığı kilit nokta da bu. On-