TRAFİK ÜRK "devlet ve hükümet bü- yükleri", bir süredir, Ankara'- da birkaç ay üstüste oturamaz oldular. Birbirini kovalayan dış gezilerin, bu gidişle, sonu ge- leceğe benzemiyor. Bilindiği gibi, Devlet Başkanı Sayın Sunay, işbaşına geldiği gün- den bu yana Tunus, İran, Pakis- tan, A.B.D. ve Fransa'yı dolaşmış- tır. Şimdi de, önümüzdeki ayın ba- şında, İngiltere'ye gidecektir. Baş- bakan Demirel'in son iki yıl için- de ziyaret ettiği ülkelerin ise ar- tık sayısını unuttuk. Romanya ve Sovyetler Birliği'nden sonra, şim- di de Irak'a gitmeye hazırlanıyor. Yeryüzünde hiçbir devlet el- bette ki kendi içine kapanık, baş- kalarıyla temastan kaçan bir dış politika izleyemez. Nasıl ki in- sanlar konuşa konuşa anlaşırlar- sa, devletler de çeşitli yöneticiler kademelerinde yapacakları görüş- melerle, buluşmalarla anlaşırlar, dostluk ve çıkar bağları kurarlar. Kendini uluslararası alanda ge- reksiz bir yalnızlığa iten devlet, ulusal çıkarlarını korumakta bü- yük güçlüklerle karşılaşır. Genel kural bu olmakla birlik- te, yüksek kademede bulunan yö- neticilerin yabancı ülkelere yap- tıkları ziyaretlerde çok dikkatli olmak, ölçüyü bir an için bile el- den kaçırmamak gerekir. Unutul- mamalıdır ki, günümüzde, geçen yüzyıl diplomasisinin bir nevi ai- le ziyareti sayılan imparator ge- zileri, bir nevi dinlenme ve eğlen- me fırsatı sayılan başbakanlar bu- luşmaları artık tarihe karışmıştır. Kaldı ki, o zamanlarda bile, Av- devletler, kendilerinden saymadıklarının dış gezileri kar- şısında pek dikkatli davranmış- lardır. Örneğin, Osmanlı Padişahı Abdülâziz, 1867 yılında, yani bun- dan tam bir yüzyıl önce İngilte- re'ye gittiği zaman, Kraliçe Vik- torya'yı Abdülâziz'i karşılayıp a- ğırlamaya yönelten, Lord Derby'- nin ısrarları olmuştur. O da an- cak, "başa gelen çekilir" gibiler- den... Bugün bir devlet başkanının, bir başbakanın yurt dışına çıkma- sı, devlet yönetimini ciddiye alan AKİS ülkelerde, üzerinde çok düşünü- len, inceden inceye hesaplanan bir iştir. Bir kere, çağdaş devlette yüksek kademeli hiçbir yönetici- nin ülke dışında yalnızca bir iti- bar, bir gösteriş gezisi için kay- bedecek fazla zamanı yoktur. Bir devletin dış ülkelerdeki itibarı ve propagandası, tantanalı devlet gezilerinden çok, başka araçlarla sağlanmaktadır. Yüksek kademe- deki yöneticiler, itibar ve propa- ganda endişesiyle değil, ancak o kademede çözülebilecek sorunla- rı, yapılacak anlaşmaları varsa birbirleriyle karşıkarşıya gelmek- te, gezilerine turistik bir görünüş vermekten dikkatle kaçınmakta- dırlar. Biraz önce devletler ara- sında yapılmasının kaçınılmaz ol- duğunu söylediğimiz buluşmaları, görüşmeleri de, çoğu kere, teknis- yenler, en fazla dışişleri bakan- ları düzeyinde yapmaktadırlar. İkincisi, yüksek kademede ya- pılan bir dış gezi belirli amaçlara değil de yalnızca bir dış itibar en- dişesine dayanırsa, ortaya, çözül- mesi güç pek çok protokol sorunu çıkmaktadır. Devlet başkanları, böyle turistik geziler sırasında, makamlarına lâyık olmayan kar- şılama ve uğurlanmalara tanık olmakta, gene kendi makamları için fazla hafif sayılabilecek gös- termeliklere gitmek zorunda kal- makta, bir anlamsız kabul töre- ninden ötekine (sürüklenip dur- maktadırlar. Üstelik, daveti ya panlar çok defa propaganda sa- natında davet edilenlerden daha usta oldukları için, gezinin sonun- da tam tersine durumlar doğmak- ta, ava gidenler avlanmaktadırlar. , ÜTÜN dünyadaki gidiş bu yol- ' dayken bizim son yıllarda ak- ğilse, bilmiyoruz, nasıl açıklana- bilir? Herhalde, bugün iktidarda olanların, muhalefet sıralarınday- ken durmadan İstedikleri "aktif politika" bu olmasa gerektir. Ya- pılan bunca yolculuğa rağmen Kıbrıs sorununun hâlâ çözüleme- den ortada durması, hattâ, The Times gazetesinin söylediği gibi, hergün biraz daha Kıbrıslı Rumla- rın lehine gelişmesi; ikili anlaş- malar konusunda yapılan görüş- melerin hâlâ yerinde sayması; Or- A, Halük Ulman tak Pazarla ilişkilerin bir ölü nok- taya sıkışıp kalması, harekette er zaman bereket olmadığını bütün açıklığıyla göstermektedir. Türk dış politikasını yönetenler “aktif politika" deyiminden yük- sek kademedeki trafiği anladıkla- rı SilMec de bu, böyle olacaktır. ülkenin dış politikada ba şarısını sağlayan etkenlerin birisi de, kendi söylediği söze kendisinin verdiği önemdir. Başka bir deyiş- le, bir devleti başkalarının ciddi- ye alabilmesi için, bu devletin Ön- ce kendi kendisini ciddiye alması gerekir. İtibar ve propaganda a- macıyla yapılan yüksek kademeli geziler, günümüzün dünyasında pek ciddiye alman davranışlar de- ğildir. Hele bu gezilerin dozu ka- çırlırsa..