HAFTANIN Toplum Maddeci bir dünyada, Ki teknik bale gelen bir ayat içinde din, ı kimselerin tahminin aksine, zayıflamamış, kuwwetlenmiştir. Yanılaniarın Oo başında Marx ve marksist teorilerin şampiyonları obulunmakta- dır. Nasıl devletsiz bir toplum yaratılamamışsa din duy- gusu da geniş, çok geniş kütlelerin yüreklerinden sökülüp atılamamıştır. Hatta, iki sahada da tam aksi bir geliş- menin gerçekleşmiş olduğunu görmemek imkânı yok- tur. Marksist derlet, devletlin kendisini en ziyade hisset- tirdiği siyasi grup olmuştur. Marksist toplum, dini duy- gulara daha büyük bir ihtiyaç hissetmiştir. Bunun son bir misalini Demir Perdenin gerisindeki kütleler I Ma- yıs günü vermişlerdir. İsçi bayramı ile Ortodoksların Mu kaddes Cumasının, aynı zamanda kutlandığı o gün Mos kovadan Belgrada hemen her yerde, sabahleyin okomü- nist törenleri seyredenler öğleden sonra kiliseleri dol- durmuşlardır. Yugoslav başkentimde mabetlere (o teha- cüm öyle olmuştur ki kapılarda kuyruklar teşekkül et- miştir. Bu yüzden bazı kiliselere halk ancak geceyansı girebilmiş ve ibadetini yapabilmiştir. İki gün sonra, Pa- zar sabahı da yortu, Ortodoks âlemde aynı heyecan için- de kutlanmıştır. Hiç bir yıl Demir Perde gerisinde hal- kın kiliselere bu kadar rağbet etmediği, dünya gazete- lerinin İttifakla belirttikleri oObir husustur. Bu ilgi hiç hâdiseye sebebiyet vermemiş değildir. Moskovada bir grup dinsiz genç, Patrik Aleksinin bizzat yönettiği töreni karıştırmaya çalışmışlar, papazlarla (ove onların cemaatıyla alay etmişlerdir. o Sofyada ise Ko- münist Gençlik Teşkilâtı mensuplarıyla Aziz Aleksandr- Nevski katedraline ibadete giden halk arasında kavga- lar çıkmıştır. Komünist gençler yortu âyininde hazır bulunmak için kiliseye gelen Ortodoksların yolunu kes- mek istemişler, polis katedralin kapılarını kapatınca korkunç bir meydan döğüşü patlak vermiştir rülen şudur: münist bir idare, ilk başlardaki açık arzu ve gayretlerine rağmen, bırakınız Avrupa Balkan memleketlerini, kırkbeş senedir tam manâsıyla hakim bulunduğu Rusyada bile dini duyguların üstesin- den gelememiştir. Şimdi, Polonya gibi "akıllı komünist memleket" lerde din ile uğraşılmaktan vazgeçilmesinde- ki sebep budur. Fakat din, komünist veya batılı, ileri gitmiş bütün memleketlerde dünya işlerinden eli çektirilmiş (halde dir. Kütleler için bir inanç halinde toplumda muhafaza gündelik meselelerinde önemli rikalı feza adamı da. onun rus meslektaşı da kapsülleri- ne binerken inanılan dinde dua etmek hakkına sahip- tirler. Ama ne Amerika da. ne Rusyada fezaya çıkmanın dince mubah olup olmadığı hususunda fetva (vermeye kalkışan bir kimse vardır. Halbuki bugün. Müslüman Pakistan Cumhuriyetinde faizin haram olup olmadığı bir mesele şeklinde ortaya çıktığından talihsiz üp Han bu saçmalığı tesirsiz kılabilmek için klasik "Komis- yona Havale" den başka bir çare bulamamıştır. Bir ko- misyon, faizin haram olup olmadığını Pakistanda iki yıldır araştırıp durmaktadır! Türkiyede Atatürk, bundan, kırk yıl önce ancak laik toplumların ilerleyebileceklerini, teokratik bir o sistem içinde, bahis konusu din hangisi olursa olsun kütlelerin İÇİNDEN ve Din Metin TOKER küllerinden sıyrılamayacaklarını görmüştür ve o büyük bir cesaretle laisizm prensibini yeni Türkiye oCumhuri- yetinin temel taşlarından biri yapmıştır. Ancak bunun, tatbikatta, Behçet Kemal Çağların çok güzel ifade etti- 8i gibi "Muhammet Mustafa ile Mustafa Kemal arasın- da bir dargınlık" neticesi verdiğine şüphe yoktur. Gene Behçet Kemal Çağların o tabiriyle "Türkiyenin saadeti- nin Muhammet Mustafa ile Mustafa Kemalin barışmala rından geçtiği" bir gerçektir. Ne XX. Asrın (ikinci yarı- sında dinin çok büyük kütleler için taşıdığı ve taşımak- ta devam ettiği önemi görmezlikten gelerek mesut bir neticeye varmak kabildir, ne de bu kütlelerin, ihtiyaçla rını gidermek için bir takım dinbazların elinde kalma- sına "demokratik hak" adı altında göz yummak bahis konusudur. Bugün pırıl pırıl gençlerin, avukat veya dok- tor olmuş taze aydınların yollarım aydınlatacak nuru nurculukta aramalarındaki inanılmaz garabet, Onların, kendi yüreklerinde din duygusuna ait olarak hissettikleri garipliğin neticesinden başka şey değildir. Bizim şimdi Türkiyede, yaptığımız bir şey var: Di- nin «hiç bir şey" mi, yoksa "her şey" mi olduğunu keş- fetmeye çalışıyoruz.. Birinciler, her dinde mevcut bir ta- ım donmuş şekilleri, günü geçmiş tefsir ve kaideleri ele alarak onlarla alay ediyorlar, bu suretle din toplum içindeki mevkiinden indirmeye çabalıyorlar. İkinciler ise hayatın sadece Kurana göre tanzimini istiyorlar ve Kıbrıs Meselesini halletmek için Ayasofyada ezan okut- mayı tavsiye ediyorlar. Bunların ikisi de. çıkar yol ool- maktan uzaktır. lumun mütemadiyen böyle bir kutuplaşmaya ilmen, İkiye bölünmüş Türkiyenin bir araya gelmesini engellemekte, önlemektedir. "Gericilik- İlericilik". oSağcılık - Solculuk' "Devrimcilik - Nurcu- luk" gibi çok ayrılığın kökü din konusunda, daha doğru- su dinin toplumdaki yeri konusunda bir anlaşmaya va- yama bulunmamıza dayanmaktadır. oplumunda "dinin savunucusu" diye (ortaya ıkacak e zümreye ihtiyaç bulunmadığı inancını kütle- lere verebildiğimiz an, mesele kendiliğinden halledilecek- tir. O zaman, "dinin yeri nedir" tartışması günün bir konusu olmaktan çıkacaktır. Bunun yolu ise memleketin iktisadi gücünü arttırmaktır ve kütleleri dünya işleriy- le daha istifadeli tarzda ilgilendirmektir. Dünya işleri elbette ki Kuranla tanzim edilmeyecektir. Ama Kuran- la tanzim edilmeyen dünya işlerinin başarılı, verimli ol- duğunu görmek, gündelik hayatta hfesetmekttr İd kütle- leri bu çeşit felsefelerin kurbanı olmakt tır. Dini duygular sadece mânevi bir ihtiyaç olarak yü- reklerde helirmelidir ve bu ihtiyaç iyi takdir edilip saygı görmelidir. İlerlemiş toplumlardaki dindarlık ile ( geliş- memiş. kendi kendisine yetmeyen memleketlerdeki din- bazlık arasında büyük fark buradan doğmaktadır Bi- zanslılar meleklerin erkek mi. dişi mi olduğu tartışması - na ekonomik ve sosyal bakımdan berbat vaziyete düştük- lerinde merak sarmışlardır. Kırk yıl önce Atatürk bu konudaki işareti doğru ver- miş, ama bunun kırk yıllık tatbikatı bize bugün nurcu- yu yaratmıştır. Nurcu, kandaki bozukluğun yüzdeki sivil cesidir. Temeldeki aksaklığı nasıl düzeltmemiz gerektiği onusu üzerine gerçekçi bir şekilde eğilmedikce bu me- seleyi halletmek imkânımız yoktur AKİS/5