e Filmler Remargue ve "Ölmeyen Aşk" Çinemanın romanla tanışıklığı, ilk usta Melies ile başlamaktadır. Lu- miere, sinematografı bulduktan sonra bu araçtan yalnız bilimsel bir nesne o- larak faydalanılacağına inanmıştı. Si- nemanın da tiyatro gibi bir "tema- şa" konusu olabileceğini düşünen ve buna aklı yatan ilk kişi, (o Melies'dir. 1895-1904 yılları arasında Melies, çoğu 700 metreden fazla tutan uzunlukta, 4000e yakın film çevirmiştir. Bun- ların arasında salt harekete dayanan filmler kadar, belirli bir konusu olan, bunu işleyen filmler de vardır. .1897-1907 yılları ise, Melies'nin bel- libaşlı romanları (o filme almaya sa- vaştığı yıllardır. Bunların i önemlileri, Jules Verne'nin dan Aya Yolculuk'u, "Denizaltında Yirmibin Fersah"ı, Defoe'nun "Robin- son Crusoe" sü ve Swift'in "Gülliverin Yolculukları" dır. Melies'den sonra, si- nema hiç bir bilim dalında görülmeyen bir teknik hızla ilerlemiş. Almanyaya, İtalyaya, yukarı Kuzey Avrupa ülke- lerine ve Amerikaya (atlamış, hele Melies'nin olağanüstü bir ilgi ve se- yirci toplayan sinemaya roman aktar- ma yolu, sonraları sessiz ve sesli sine- ma için, âdeta, bir çeşit "hazine" ol- muştur. Melies'den günümü?, kadar, yetmiş dilden alabildiğine yararlanmaya i- tişi, XX- yüzyıl insanının hızlı yaşa- yışı, tembel fikir yönü bunu zorunlaş- tıran sebeplerdendir. Sinemanın romana tek kötülüğü, aslına sadık kalmamasındadır. Filmle- rin büyük çoğunluğu, aydın seyirci ye- rine, kültürsüz, kolaya alışmış seyirci için hazırlanmaktadır. Romanda pek de önemli olmayan, arka plânlarda ka- lan silik bir aşk serüveni, bu yüzden - bakıyorsunuz - filmde ana tema ha- line getirilmiş. Yine bu yüzden roman- da ölen kişiler, filmde ölmemekte, da- ğınıklık birleştirilmekte, acı tatlıya. bağlanmaktadır. Hugo'nun "Notre Da- me de Paris'i, William Dieterle'nin rejisörlüğünde filme aktarılırken, son, baştan ayağa değiştirilmiştir. Roman- da Ouasimodo ile Esmeralda ölürler, hikâye de büyük bir kötümserlikte bi- AKİS/32 NEM A ter. Dieterle ve senaryocuları filmde böyle yapmamışlardır: "Son" da meralda sevgilisi şairle mesut bir ha- yata doğru giderken, oOuasimodo da kilisenin tepesinde gözü yaşlı, bağrı yanık bakakalır. Dieterle, romandaki kötü havayı, seyircinin arzusuna uya- rak bu çeşit bir iyimserlikle değiştir- miştir. S— İki ayrı görüş fi oman-sinemada iki görüş çarpışa- gelmiştir. Birincisi yazarın, ikinci- si rejisörün görüşü. Rejisör, elbette ki, yazarın görüşlerini olduğu gibi sine- maya aktaran kişi demek değildir. En azından onun da yazar kadar yaratı- cı yönü olduğunu kabullenmek gerek. Roman yazarı, yarattığı kişiler ve o- layları kendi hayâlinde canlı imajlar halinde görmüştür. Öte yandan oku- yucu, kaimelerin, o tasvirlerin altında kişileri, sahneleri gözönünde tutarak, eserin kendine göre bir çeşit tanımla- masını yapar. Yazar, imajlardan keli- melere, kelimelerden imajlara geçer. Elbette yazar ile okuru arasın- da birçok yönlerden ayrıntılar olacak- tır. Oysa film, yazar ile okurun bu ay- rıntılarım ortadan kaldırmaya çalışan bir köprü görevindedir, her iki yanı da memnun etmeye çalışır. Sinemada romanın bütünlüğü yoktur, kelimeler- le harketten doğan bir birleşim var- dır. Gerçekteki bütünlük, yazarın haya- li görüşüyle kaybolmuştur. Rejisörün tek düşüncesi, tek sorumluluğu, oku- run hayâl ettiği gibi bir film ortaya koyabilmekten öte değildir. Bu da re- jisörün sahneye koyma gücüne, o güç- ten gelme inandınna çabasına bağlı- dır. Rejisörle oyuncu, kişisel görüşle- rini bütün güçleriyle ortaya koyarak bu görüşün, yazarın gerçek görüşü ol- duğuna seyirciyi inandırabilirler. Hiç bir film, romanın izlediği akışı izle- mekle sorumlu değidir. Sinema, roma- nın birçok yönlerini atlar. ..ve Remargue adlı yazar (Çağdaş alman yazarlarının en ünlü- > sü Erich Maria Remargue, sinema- nın ve sinema seyircisinin (yabancısı değildir. İlk romanı "Batı Cephesin- de Yeni Birşey Yok", Birinci Dünya Savaşını ve savaş içindeki (o insanları bütün gerçek yanlarıyla ele alınış, sa- vaşı insancıl bir eleştiri açısından kı- yasıya yermiştir. Eser, bütün dünya- da görülmemiş bir ilgiyle karşılandı ve İncilden sonra en çok basılıp satı- Erich Maria Remarguec Zoraki oyuncu / lan edebi roman olmak durumuna e- rişti. Bir yıl sonra da Holiywood, Re- margue'ın bu eserine el attı ve Lewis Milestone -o günlerin Hollywood'u i- çin hayli cesur sayılan obir çıkışla - "Batı Cephesinde Yeni Birşey Yok" u sinemaya aktardı. Film, en azından romanı kadar, bütün dünyada geniş yankılar uyandırdı. Remargue, romanında yalnızca sa- vaşı anlatmıyordu, savaş ile birlikte dostluğu - insanoğlunun, gelecek için bu tek umutlu yanını - geniş bir şiir- sel hava içinde işliyordu. Dönem, sa- vaş-sonrası (oOAlmanyasında nazilerin güçlenmeye başladığı yıllardır. Savaş- tan yana olan bir iktidar için. elbette. Remaxgue ve benzeri yazarlar tehli- kelidirler ve yazdıklarının mutlaka ya- saklanması gerekir. Nitekim, öyle de oldu. Remargue'ın iki eseri "Batı Cep- hesinde Yeni Birşey Yok" ile, onun devamı olan "Dönüş Yolu" naziler ta- rafından afaroz edildi, yakıldı ve Re- margue, memleketini terketmek Z0- runda bırakıldı. Yazar, bundan sonra uzun bir süre vatansız - İsviçrede ve Fransada yaşadı, Birleşik Amerikaya göç etti ve oraya yerleşerek amerikan vatandaşı oldu. Remargue'ın, ilk iki kitabından son- ra yazdıkları hep bu sürgün yılların- daki (oyaşantılarının Oo serüvenleridir. Dostluk, dayanışma, bir an bile olsun sönmeyen ümit, savaş yıllarının ordan oraya sürdüğü Oodayanaksız insanlar, bıkmalar "İnsanları Seveceksin" de,