HAFTANIN İÇİNDEN Değişen Dünya oğumuz Türkiyeden çıktığımızda Batıya gideriz. İtal- ya, İsviçre, Fransa, Almanya, İskandinavya; İngiltere ve nihayet erika... Oralardan, gördüğümüz manza- ranın, bulduğumuz hayat tarzının çok zaman dış yaldı- zıyla ağzımız bir karış açılmış halde avdet ederiz. Birim- onlar arasında yaptığımız mukayesenin oğurduğu karamsarlık içinde "Ah halimle, vah halimiz" diye acık- lı feryatlar yükseltiriz ve "Dünya nerede, biz nerede" üzüntüsüyle yurdumuza döneriz Görmediğimiz, bilmediğimiz ülkelerde bugün, gördü- gümüz ve bildiğimiz ülkelerde yaşayanlardan bir kaç milyar fazla insan yasıyor. Uçsuz bucaksız, bazen son derece zengin, daima geniş imkânlara sahip toprakların sakinleri de XX. Asrın ikinci yarısının adamlarıdır. Av- rupa ve Kuzey Amerika bir tas sütün kremasıdır. Acaba kremanın altında ne var ve bizim, bu tas içindeki gerçek yerimiz neresidir? Bu, cevabı verilmesi gereken bir sualdir. Bir mad- denin yeri, sadece üstüne bakılarak tesbit edilemez. Bu yer, sadece alta bakılara da tesbit olunamaz. utlaka dört bir köşesi hesaba katılmalıdır ve gerekli kıyaslama- lar istikametlerin biriyle değil, her biriyle yapılmalıdır. Türkiyenin doğusunda, çok çok doğusunda bir dolanma- yı bu ölçüler içinde değerlendirmeye çalıştım. İnanınız ki memlekete döndüğümde Türkiyede, türk olarak yaşa- mak bana sonsuz bir gurur verdi ve başka diyarların için- de çırpındıkları meseleler, davalar yanında bizim mese- lelerimiz, dâvalarımız artık çocuk oyuncağı gibi geldi. Biz yolun, o kadar uzun mesafesini almışız ki... İnsanlar hallettikleri hususların önemini hiç gözleri önünde canlandırmıyorlar. Hep, halletmeleri gereken hu- suslara bakıyorlar ve eğer bünyeleri fazla sağlam değilse yüreklerinde ürperti duyuyorlar, bir miskinlik ve cesa- retsizlik havasım istemeden yayıyorlar. oŞu da Uzak Doğuda yüz milyonlar ve yüz milyonlarca insan 1920-30 arasının Türkiyesini yaşamaktadırlar ve bizim otuz yıl önce çözdüğümüz meselelere oObir çare aramaktadırlar Bu çareyi bulmak için kan, gözyaşı ve sefalet içinde çır- pınmaktadırlar. Uzak Doğu. henüz bir devlet olamamanın sıkıntısı içindedir. Müesseseler bir yana, iskelet dahi kurulama- mış bulunduğundan çok yerde hayat feodal tarzda de- vam etmektedir. Ben oralardayken nötralist (Kamboc- yanın lideri Norodom Sihanuk bir demeç verdi. Demeçi, şaşırarak ve ister istemez gülerek okuduğumu itiraf et- meliyim. Sayın lider rejimi aleyhinde yayın yapan ve Taylandda bulunduğunu sandığı bir gizli radyo istasyo- nundan şikâyet etmekteydi. "Bu radyo yayını durdurul- madığı takdirde, biz de no ralizmi bırakıp Komünisi olu- ruz" dedi. Liderin nazarında, mleketinin komünist ol- ma sebebi bu. Bu Kamboçya, dünya alkan ve RA palitikacılarını birinci derecede ilgilendiren bir devlet ei sıralarda, benim de hazır bulunduğum bir as- keri tören sırasında Taylandın Başbakanı ve Kuvvetli idamı Mareşal Sirit bir söyledi. komünistlerin Taylanddaki yeraltı faaliyetlerini bahis konusu etti şöyle dedi: "Bu faaliyetler son zamanlarda arttığı için Metin TOKER bir çok idam emri verdim!" Tayland gibi, Sianı adı al- tında yaşadığı uzun tarihinin hiç bir aranda düşman ta- rafından zaptedilmemiş, müstemleke haline getirilmemiş bir memlekette idam emirlerini oBaşbakanlar vermek- tedir. Bir a gün Taipehte, Mareşal Çan-Kay-Şekin oğlu ile konuşurken bu genç ve aydın general çin harfle- rinin yerine latin alfabesini ul etme düşüncesinin kaydetmekte olduğu mr bunu gerçekleştirme- nin güçlüklerinden usun bahsetti, Türkiye» bu yüzden olan irin söyledi. Vietnamda, Diem İdaresinin giriştiği bir (tecrübe olan "Stratejik Köyler" den bir dağ köyünü gördüm. Bir muhtarın idaresinde köyü teşkilâtlandırmaya çalış- maktaydılar. Kendimi 1930'ların bir türk de değil, bir kurt köyünde sandım. Dağlılar Vietnamca bilmiyorlardı ve bölgenin idarecileriyle tercüman vasıtasıyla konuşuyor- lardı. Nihayet, bir cephesiyle Londranın, hattâ New York- un eşi olan, bolluk ve ucuzluktan geçilmeyen, ışıklı ol- ması bakımından beş kıtanın I numaralı şehri sıfatını kazanmış bulunan Hong Kongta, dört mü uzunluktaki pırıl pırl Nathan Road'un hemen arkasında korkunç bir sefalet insanın yüreğini paralamaktadır. Orada, Say- gonda, Taylandda Ve bilhassa lata Çininde milyonlarca insan kayıklarda doğmakta, hiç dışarı çıkmadan kayık- larda yaşamakta ve kayıklarda ölmektedir. Bu, zengin- liği ve imkânları bakımından bizimle kıyaslanması dahi delilik sayılacak bir nimetler bölgesinde cereyan etmek- tedir. Ama bu bölgeler şimdi canlanmakta ve kıpırdan- maktadır. Bunun büyük sebebi dünyanın çok küçülmüş olmasıdır. Ben bir akşam yemeğini Bangkok nehri üze- rinde yaptığımız bir deniz gezintisinde yedim, sabah kah- valtısını Tahranın Mehrabat hava alanında verdiler, öğ- leyin evimde, çocuklarımla yemek masasının o başınday- dım. Fikirler de bugün, insanlar kadar süratle dolaşıyor ve bir yerden ötekine sıçrıyor. Her yerde genç ve aydın nesiller daha iyi, daha medeni ve daha demokratik, yahut hiç olmazsa daha az otokratik bir idarenin peşindeler. Bunu mutlaka başaracakları açıkça görülüyor. | İçlerin- den en realistleri Türkiyeyi kendilerine model almışlar- dır. Türkiyenin oralardaki itibarı inanılmaz derecededir. Atatürkün başardığı reformların bir demokratik sistem- le taçlandırılmış bulunması başlıca hayranlık sebebidir. Bir Vietnamlı genç aydın bana “Sizin asırları yıllara sığdırdığınızı biliyoruz. Fakat bizim o kadar da Vaktimiz yok, çünkü hayat son kırk yıl içinde bir kaç asır il gitti. Biz asırları aylara sığdırmak zorundayız. Güçlük- lerimizin temeli bu" dedi. Bütün avantajlarına rağmen komünizm Güney Doğu Asyanın aydınları üzerindeki ca- gibesini kaybetmiştir ve şimdi va memleketleri Mao- değil, Atatürkün, sonu bug açık rejim olan usulleriyle kalkındırmak, ilerletmek, asrın medeniyet se- viyesine ulaştırmaktır. İnsan en ziyade o bölgelerde, eşsiz Atatürkün unu- tulmaz sözünü en fasla heyecanla tekrarlıyor: Ne mut- ta türküm diyene! AKİS 7