JALE OKUYUCULARIYLA İtiraf etmeliyiz ki kadın, toplum i- cinde erkeğe eşit değil, erkekten ayrı, ikinci plânda bir yarlık olarak ele alınmaktadır. Özellikle bizim gi- bi, “geri kalmış" sıfatını kabullen- mek zorunda kalmış toplumlarda evdeki kadın, içinden gelen kıymetli, dürtüler de yoksa, böyle kalmaya mahkümdur. Bugün özellikle büyük şehirleri- mizde kadın, evinin yanında, serbest zamanını değerlendirme olanakları- nı bulabilmektedir. Sayıları hergün artan dernekler, kurumlar, ınla- rımızı, "kabul günü" denilen toplan- tılardan ayırmış, daha olumlu top- lantılara çekmiştir. Fakat bu çalış- istisnası ile, kadının saatlere . derneklerin kuruluşuna, meslek sahi- -i, çalışan kadınlarımızın önayak ol- masında aramak gerekir. Fakat ben- ce bu toplantılar akşam 4'te, 5'te, ço- cukların okuldan eve döndükleri sa- atlerde değil, daha erken saatlerde Olmalı, kadının sosyal faaliyetleri e- vin düzenini bozmamalıdır. Bundan başka, gözlemlerim bana, derneklerin çok yararlı saydığım iş- lerinin çoğunun zaten “sahipli işler" olduğunu, kadınlarımızı biraraya ge- tiren ana dâvalara el atılmadığını gösterdi. Örneğin, sokaklarda binler- ce aç ve sefil çocuk varken, bakım evindeki, şanslı,sayabileceğimiz bir- kaç çocuğa biraz daha iyi olanaklar sağlamak yararlı, fakat yetersiz de- gil midir? Dernek çalışmalarını gö- rüp de kıvanç duymamak, şüphesiz eksikliktir. Fakat. insan gücünün burada da yeteri kadar değerlendi- rilmediğini görmemek de imkânsız- dır!.. Kadınlarımızı, toplumun ve kadı- nın ana dâvalarına da eğilmeye ça- ğırmayı borç biliyoruz. Melahat Otkun - Ankara Temas ettiğiniz üç noktayı da ga- yet haklı, buluyorum. Kadın her yerde. özellikle geri kalmış memle- ketlerde ilerlemek için üstün bir ça- ba göstermek, mücadele etmek Z7o- rundadır. Bu mücadele evde başlar, okulda, çalışma hayatında, toplumun her basamağında kendisini gösterir. Ama herşey, kadınların bu savaşı AKİS/33 CANDAN KONUŞUYOR kazanacağını gösteriyor. Gönüllü iş- erin, ev intizamını aksatmıyacak şekilde ayarlanması şarttır tabii. Siz saatlerden şikâyetçisiniz. Ben buna, derneklerde lâklâkıyatla fazla vakit kaybedildiği düşüncesini de eklemek isterim. Bu, belki de "kabul günleri" ne duyulan hasretin sonucudur. Fa" kat iş için toplandığımız zaman, yal- nızca "iş"ten konuşmaya alışmalıyız. lr için derneklerin herşeyden ön- “oturum usülü" ile ilgili çalşma- lar yapması gerekir. Temas ettiğiniz üçüncü > bence toplumun davasıdır. Ana vaları kaybedip, dağılıyoruz. Küçük çabalar hiçbir zaman küçümsene- mez. Fakat, dediğiniz gibi, bunlar büyük dâvalara yardımcı olabilecek şekilde ayarlanmalıdır. Gönüllü te- şekküller, büyük devlet teşekkülleri- ne yardımcı olarak iş görmeye baş- larlarsa, kendilerine bir "yol" göste- rilecek olursa, bence başarı daha tat- min edici bir vasıf kazanacaktır. Ana dâvalar önce tespit edilmelidir. Dernekler, bunları çözümlemede dev- lete ışık tutmalıdırlar. Devlet ise, bu konulara el attığındı, dernekleri yar- Yı kurulan nuda faydalı olacağını (o sanıyorum. Buna alt bir yazıyı bu hafta AKİS sütunlarında bulacaksınız. e Son zamanlarda başkentteki o sine- malar tahammül edilmez bir hal aldılar. Belediye yasaklarının hemen hiçbirine saygı gösterilmiyor. Sine- ma salonlarında sigara içmeler, ba- ğırıp çağırmalar, boş şişeleri havada sallamalar gırla gidiyor. Hele film ortasında, müstehcen sözler ve sesli hareketlerle seyircinin huzurunu bo- zanlar gün geçtikçe artıyor. Bu ha- reketler tepki görmüyor, hattâ bazı hareketler nükte kabul ediliyor. 13 Ocak gecesi, yetişme çağında- ki kızımı alarak Ankara Sineması- na, suareye gittim. Bir takım seyir- cilerin film boyunca çıkardıkları sesler, yüksek sesle yaptıkları çir- çıkınca, Müdür olduğunu söyliyen bir zata müracaat ettim. Buzat, ce- vap olarak — Ne yapayım, o da halk, siz de halk" demekle yetindi. Yani, "o da para veriyor, siz de" demek istedi! Peki, tiz söyleyin, bu durumda nereye başvuralım? o Tek eğlencemiz sinema. Ondan da mı vaz geçelim ? Mustafa Anter-Ankara Öyle zannediyorum ki, Belediye ta- limatnamesine göre, sinemalarda her salonda bir. polis bulundurmak mecburiyeti vardır. Herhangi bir du- da, filmi yadda bırakıp, derhal sinema sorumlularına ve bu vasıta ile salondaki polise başvurmak gere- kir. Eğer sinema sorumluları yakar- daki cevabı verirlerse, o zaman, der- hal bunları şikâyet etmek o yerinde bir hareket olur. Çünkü müdüriyet, sinemada intizamı sağlamakla mü- kelleftir. Her vatandaş sizin kadar hassasiyet gösterse, toplumumuzda birçok aksaklıklar düzelir. Nemela- zımcı olmamak, kanun ve kaidelerin tatbik edilmesine yardımcı olmak vazifemizdir. Kocamın ailesi fertlerinde müşterek bir huy var: Mütemadiyen kendi- lerinden bahsedip, o birbirlerini oöv- mek... Önceleri bundan sıkılıyordum, şimdiyse o sirleniyorum. Hele gö- görümcem, "hârika çocuk" sandığı Oflunu hiç ağzından düşürmüyor. üstelik onu, çok zaman evimde otu- ran yeğenimle kıyaslıyor gibi geli- yor bana. Şimdiye kadar mesele çı- karmadım ama, sabrım kalmadı ar- tık. Yoksa bu bir hastalık mıdır? S. - İstanbul Bu, hastalık olmasa da, çok insan- da bulunan bir huydur, sevgili okuyucum. Bazı kimseler çocukların- dan bahsetmeden duramazlar. Bu bazan, karikatürümüzdeki gibi se- vimli bir hal alır; bazan da, bahset- tiğiniz gibi, sevimsiz olur. Bunun bir zayıflık olduğunu bildiğiniz (halde, ne diye sinirleniyorsunuz? Neden, böyle bir daram karşısında konuyu değiştirip, sükünetle, ona hatasını bildirmiyorsunuz? Bugüne kadar çok müsamahalı davranmışsınız, şimdiy- se aşırı tepki göstermek eğiliminde- siniz. Bence, ikisinin ortasını bulma- lısınız.