BA S Gazeteciler Şu çileli meslek Günlerden Pazartesiydi. İstanbulu feci bir soğuk allak bullak edi- yordu. Zincirlikuyu kabristanında so- guğa rağmen büyük bir kalabalık vardı. Omuzlar üzerinde son istira- hatgâha kadar getirilen üç tabut, o- rada buz gibi toprağa verildi. Nur yüzlü bir din adamı kalabalıkta he- men herkesin gözlerinin içine balca, baka şunları söyledi: "— Karda, kışta haber ulaştır- mak için canını fedadan çekinmeyen- lerin, savaş meydanlarında şehit o- lanlardan farkı yoktur. Ulu tanrının indinde onlar da şehitlik mertebesine ulaşmışlardır”. Kalabalığın ön tarafında bulunan Abidin Behpur genç ve güzel bir kız hıçkırıklarını tutamadı, ağzından şu sözler dökü- dü: - o Ağabeyim, Yükselim”. Binlerce kişi yaşlı gözlerle, top- rağa verdikleri arkadaşlarının ome- zarlarını örten çelenklere baktı. O kadar çoktu ki... Olay, gazetelerine haber ulaştır- mak için Trakyada donarak ölen iki gazeteci ve bir basın şoförünün ce- naze merasiminde cereyan ediyordu. Yaşlı gözlü kalabalık ise İstanbulun bütün gazetecileriydi. Hürriyet gaza tesinin muhabiri Yüksel Kasapbaşı. foto muhabiri Abidin Behpur ve şoför Yüksel Öztürk bu acıklı hava içinde toprağa verildiler. AKİS/16 I N Cenaze merasimi ister (o istemez bir hâdiseyi ve bir makaleyi hafıza- larda belirli hale soktu. Elim kaza- nın vuku bulmasından sadece bir gün evvel kaleme alınan bir başya- zı, mesleğin çilesini sekenlerin gaza- bina sebep olduğu kadar, yazıyı ya- zanın ne derece talihsiz olduğunu da ortaya koydu. Başyazı, Yeni Sabah gazetesinde yayınlanmıştı. Yazı "İm- tiyazsız sınıfsız bir milletiz" başlığı- nı taşımaktaydı. Yazıda fikir işçile- rinin haklarını koruyan 212 sayılı kanuna hücum edilmekte ve mealen şöyle denilmekteydi: "Böyle imtiyazlı bir kanun çıka- rılmasının ileti, gazetecilik mesleği- nin çok meşakkatli olmasıdır. Mer- hamet buyrun, diğer işçiler, memur- lar, subaylar daha az mı mesuliyet altındadır?.." Yazının Yeni Sabahın sütunların- da arzu endam etmesinden hemen sonra Trakyadan gelen üç ölüm ha- Yüksel Kasapbaşı Şehitlerimiz beri, bir taraftan kalemin talihsiz- ğini ortaya koyarken, diğer taraftan da fikir işçilerinin gazabını üstüne çekiyordu. Aklı başında herkes "Ca- mm, bu kanunun haksız taraftarı ol- duğu muhakkaktır. Ama insaf edil- sin, bu böyle mi müdafaa edilir?" demekten kendini alamadı. Yürüyelim arkadaşlar Nitekim, yazının infiali büyük ol- . Çalışan fikir işçileri, bağlı ol- dukları sendikayı sıkıştırdılar. Sen- dikanın harekete geçmesini istediler. Sendika idarecileri bir sessiz yürü- yüş kararına itildi. Ama bu cenaze merasiminden sonra olacaktı. Sah günü saat 11'de İstanbul ga- zetecilerinin -Dünya ve Yeni Sabah ekipleri hariç- hemen hepsi Sendika- da toplandı. Evvelâ pankart ve dö- vizler hazırlandı. Bunların içinde "Sende mi Nadir Nadi?" olanı Cum- huriyete, "Sana sefa bize cefa" ola- nı Kılıçlıoğlunun oOYeni oSabahına, "Dünyalıklar dünyada kalır" Dün- ya'cılara aitti. Kafile saat 12 de ha- reket etti. İlk durak Cumhuriyet ol- du. Cumhuriyetin karikatüristi o Ali Ulvi ilk dövizi oraya koydu. Sonra Yeni Sabahın önüne gelindi. Cumhu- riyetten Hilmi Yavuz, Kılıçlıoğlu ile ilgili dövizi' oraya çaktı. Dövizde şöyle deniliyordu: "Sefa Sefa! Ha- kiki mesleğine dön!" Yanında ise bir garson resmi vardı. Üçüncü durak Dünya oldu. Necla Tümay, Falih Rıfkı ile ilgili dövizi oraya bıraktı. Son olarak Akşama uğrandı. Akşa- mın pencereleri açıktı ve Malik Yo- Yüksel Öztürk laç ile Osman Karaca gazetecilere el sallıyorlardı. Buna rağmen fikir iş- çileri, "Malik Yolaç, haksızlıktan kaç!"'ibaresini taşıyan dövizi oraya- bıraktılar ve yürüyüşe son verdiler. Böylece protesto yürüyüşü sona erdi. Kılıçlıoğlu ise sonradan Sendi- kacıları davet etti ve onlarla müna- kaşaya girişti. Haklı olduğunu sa- vunuyordu. Her iki taraf da haklı ol- duğuna kaani bulunduğundan anlaş- mak mümkün olmadı. Tek kazanç şu oldu: Kılıçlıoğlu gazetesini oçıkardığın- dan bu yana yapmadığı bir şeyi yap- tı. Hâdisenin ertesi sabahı bütün servisleri (odolaştı ve gazetecilere "Kolay gelsin arkadaşlar" dedi.