o Deve mi, kuş mu? Ekrem Alicana dikkatle ve ibretle bakınız. Politika bir alaturka kut- nazlık sanatı sayıldı mı, kaç senede yapılmış ciddiyet şöhretleri ne çabuk yerle bir oluveriyor ve zigzaglı tutum siyaset adamlarını nasıl mahvediyor. Af konusundaki çıkışının, ertesi gün gülüne bir fiyasko- ya çevrilmiş olmasını bırakınız. Ama son İstanbul seyahatinin perişan- lığı hep İsayı da, Musayı da beraberce memnun etme endişesinin hazin akıbeti değil midir? Ekrem Alican Başbakan Yardımcısıdır. Ekrem Alican Y. T. P. Ge- nel Başkanıdır da.. İstanbula gidiyor, iş adamlarıyla görüşüyor. Nere- de? Pera Palasta! Demek, partisiyle alâkalı, gayesi partisini iş adam- larına şirin göstermek olan bir gayret. Öyle ya, Başbakan Yardımcısı toplantıyı Pera Palasta yapar mı? Ama, Y.T. P. Genel Başkanının hakkı tabii! Peki, yanında İstanbul valisinin ne işi var? Onu ne diye almış? De- mek, Başbakan Yardımcısı olarak iş adamlarını aydınlatmış, onlara bilgi vermiş. Tabii, şehirde Devleti temsil eden kimseyi beraberinde bu- lunduracak. İyi ama, yanındakiler validen ibaret değil. Y. T. P. nin resmi hiç bir sıfatı bulunmayan idarecileri de orada. İş adımlarının, onları da dinle- mek mecburiyeti niçin olsun? Hükümet mensuplarının resmi toplantı- larında ya resmi sıfatı bulunanlar, ya resmi mütehassıslar konuşur. Tuhaf! Ertesi gün, bir basın toplantısı. Nerede? Y. T. P. İl merkezinde. Ece, her halde Genel Başkan partisinin bazı görüşlerini, tutumlarını, politi- kasını anlatacak. Yoo! Anlattıkları arasında bir takım hükümet icra- ata da var. Toplantıyı, herkesin yaptığı gibi Vilâyette veya Gazeteciler Cemiyetinde yapsana.. Hayır! Y. T. P. de bundan nasiplenecek. Başba- kan Yardımcısı, Y. T. P. liler arasında -meselâ Süreyya Ağaoğlu!- konuşacak. İnsan bir devrin unutulmaz ve unutulmayacak siması Sa- met Ağaoğlunun kardeşi ve avukatı Süreyya Ağaoğlunu Başbakan Yardımcısının yanında görünce Alicanın af konusundaki şaşkın halini daha iyi değerlendiriyor. Alican bir D. P. Ocak Başkanının partizan gayretleri içinde gör- mek, Alican inansın, Alicanı gülünç etmekten başka hiç bir işe yara- mıyor. Ah, İsa ile Musayı beraberce memnun etmek isteyenlerin ne İsanın, ne Musanın cennetine gidebildiklerini, Arafatta apışıp kaldıkla- rını, bilmeyiz ki ona nasıl anlatsak! şıya gelip içlerindekileri birbirlerine Sabır, gene sabır P. ise şimdilik sabır ve so- " Kukkanlılıkla olayların gelişimini izlemektedir. Ama bu sabır da taş- mak üzeredir. Grupta, bilhassa genç milletvekilleri Alicanın siyasi reka- mekte oluşu ve Planı uygulama prog- ramının Bakanlar Kurulunda görü- şülmekte olduğu şu sıralarda Koalis- yonu tehlikeye koyacak bir sızıntı vermekten kaçınmaktadırlar. o Nite- kim Salı günü toplanan C. H. P. Millet Meclisi ve Senato Müşterek Grup toplantısında af konusunun Bütçe Müzakerelerinden sonra görü- şülmesi kararlaştırılmıştır. Şimdilik Grup merak ve soğukkanlılıkla İs- met İnönünün Alicanla yapacağı he- saplaşmanın neticesini obeklemekte- dir. Zira C. H. P. Genel Başkanı o- lan Başbakan ile T. T. P. Genel Baş- kanı olan Yardımcısının Bütçeden evvel veya sonra, söyle bir karşı kar- AKİS/10 açık olarak anlatmaları elzem hale gelmektedir. İstanbul Bir istifa ve ötesi Geçen haftanın sonlarında birgün, Türkiyenin en çok nüfuslu şeh'i olan İstanbulda, Tünel başındaki bü- yük, fakat eski bir binanın kalori- ferle hayli ısınmış, aydınlık ve ra- hat koltuklu odalarından birinde in- ce, uzun boylu, tel çerçeveli gözlük- lü, orta yaşlı bir adam, karşısında oturmakta olan muhatabına: "— Bakın kardeşim" dedi, "benim görevim I Mart 1963 günü sona eri- yor. Asıl vazifem olan Üniversite hocalığına döneceğim. İstanbul Bele- diye Başkanlığı görevini esasen şart- lı olarak kabul etmiştim. Eğer ben- den İstanbullu hemşehrilerim mem- nun değillerse, istifa etmekte kati- yen bir tereddüdüm yok!" Bir an durdu, sonra belli belirsiz bir şekilde gülümsedi ve sözlerinin doğruluğunu tasdik ettirmek isterce- sine, karşısında oturan adama bak- ti Konuşan gözlüklü zat, Prof. Kâ- muran Görgündü ve İstanbul Beledi- ye Başkanı sıfatını taşıyordu. Nite- kim bu muhaverenin cereyanından üç gün sonra Kâmuran Görgün, An- karada istifa etti ve istifası İçişleri Bakam Bekata tarafından kabul o- lundu. Zayıf ve eskilerin tâbiri ile "tab- an hadidülmizaç" bir insan olan İs- tanbul Belediye Başkanı Kâmuran Görgünün istifası, İstanbuldaki AKİS muhabirleri için katiyen bir sürpriz teşkil etmedi. Görgünün İs- tanbuldaki kar ve kış dolayısıyla meydana gelen hatalardan ve vatan- daşların haklı şikâyetlerinden dolayı Başbakan tarafından muaheze edil- mesi, hattâ azarlanması, Görgünün lunan "istifa" düşüncesini tacil et- mekten başka bir şeye yaramadı. Ni- tekim Görgün, Başbakanın "bütün vazifelileri hulüs ile Vazifeye çağır- ması"ndan bir gün sonra istifasını verdi ve bu istifa kabul olundu. As- lında "hadidülmizaç" Görgün için yapılacak başka bir şey de yoktu. Anlaşmazlığın sebebi prof. Kâmuran Görgünü, ziyadesiy- le yıldırımları çeken İstanbul Be- lediye Başkanlığı görevinden istifa- ya mecbur eden sadece İnönünün An- karada İstanbul, İzmir ve Ankara Vali ve Belediye Başkanları ile yap- tığı toplantıdaki' serzenişleri oolma- mıştır. Gerçi İnönü, birinci derecede önem ve öncelik verdiği İstanbulun ihtiyaçları ve Vatandaşların (beledi hizmetlerden olan haklı şikâyetleri mevzuunda Prof. Görgünü sert bir dille uyarmıştır ama, istifanın asıl sebebini, İstanbul Beledi yük- sek derecedeki müdürler kadrosu i- çindeki anlaşmazlık teşkil etmiştir. Bu anlaşmazlık ilk önce Görgün ile 2? Mayıstan sonra İETT Genel Mil- dürlüğüne tayin edilmiş bulunan Tuğgeneral Orhan İlter arasında baş- lamıştır. Bu yüzden, Görgünün istifa sının gerçek sebebini, İnönünün ba- baca azarlamalarında değil, o İstan- bul Belediyesi içinde kronik hale ge- len çekememezliklerde aramak daha doğrudur. Nitekim 27 Mayıs devri- minden hemen sonra İETT Genel Müdürlüğüne tayin edilen Orhan İl- ter, kendisinden önce bu görevde bu- lunmuş olan Görgüne karşı olan haklı husumetini, ihtilalin ilk günle- rinde belli etmiştir. İlter, (oGörgün hakkında 27 Mayıstan sonra açılan kovuşturmaları teşvik etmiş ve tah-