Tİ Ankara Fransız turneleri Batı örneğine göre kurulan tiyatro- muzun topu topu yüz yıllık bir geçmişi var. Bu yakın geçmiş incelen- diğinde, Tanzimattan bu yana, İstan- bula gelip giden yabancı tiyatro top- tuluklarının, en başta da Fransız ko- medi ye operet topluluklarının, Türk tiyatrosunun doğuşunda önemli bir rol oynadıkları görülür. Uzağa git- meğe ne hacet, Beyoğlunda Venedik- li Giustiniani'nin yaptırdığı ilk tiyat- ro binasının adı "Fransız Tiyatrosu" . Birinci Dünya Savaşından son- ra, son yabancı, hele Fransız, tiyat- ro topluluklarını görmeğe gittiğimiz Beyoğlu Tiyatrosunun adı da, garip su" olmuştur. Son yıllarda Ses Opere- tinin temsiller verdiği bu tiyatroda İstanbullular. İkinci Dünya Savaşına kadar, Fransız tiyatro topluluklarını, her mevsim, ayrı ayrı gruplar halinde, görmeğe alışmışlardı. Bu gruplar ara- sında İstanbula kimler gelmemiştir ki.. En ünlüleri arasında Madam Ro- binne ile Alexandre'ı, Madam Pierrat - yi, Madam Marie Ventura" yı, Luguet'yi ve Charles Boyer ile Ma- rie Belli hatırlıyanlar henüz çoktur. İkinci Dünya Savaşı -savaş yılları içinde resmi turne halinde yurdumu- zu ziyaret etmiş olan Comedie - Fran- çaise topluluğu bir yana bırakılırsa-, repertuvarın çeşitli oyunlarıyla, bize getiren Fransız turnelerine (ouzunca bir ara vermiştir. Sonra, o savaş yıl- ları da geride kaldığı zaman, Türki- yeye gelen ilk Fransız tiyatrosu, 1947 de, Jean Marchat ve arkadaşları ol- muştur. Onlarla yeniden başlıyan Fransız turneleri Jean Cocteau ve Je- an Marais ile -1949-, Vera Korene ve Maurice Escande'la -1960-, gene Jean Marchat ve Simone Renant' la -1951-, gene Jean Marchat ve Renee Faure'la -1959- devam etmiştir. Ama topluluğu Bell ile arkadaşlarının son İstanbul ve Ankara zirayetleri, arası uzayan Fransız turnelerini canlandırdığı i- çin ilgi ve sempati uyandırmıştır. Geçmiş zaman olur ki. Misafir (Fransız sanatçılarına göste- rilen ilgilinin özel bir sebebi de yok değildi. Uzunca aralarla üçüncü defa yurdumuza gelen Marie Bell'in gü- AKİS, 25 HAZİRAN 1962 YA TR O zelliği etrafında, İstanbula ilk gelişin- denberi, Birinci Dünya Savaşı yılla- rının ünlü operet yıldızı Miloviç'inki- ne benzer, bir masal havası yaratıl- mıştı. Bu hava içinde hayal gücünün neler icadedebileceğini tahmin etmek güç değildir. Hele araya, sanat çevre- lerindeki maceralarıyla tanınmış sa- natsever bir zenginimizin adı karışın- Onun için Marie Bell'i Ankarada, ayağının tozuyla, karşılayan gazeteci- lerden biri, hala unutulmadığı anlaşı- lan eski hikâyelerin tesiriyle, kendisi- ne otuz iki yıl öncesine ait -ve bir ka- dın sanatçı için hayli nazik!- bazı su- aller sormaktan kendini oalamamış- tır. Ama karşısında, otuziki yıl önce- Marie Geçmiş zaman olur ki... sinin şuh komedi sanatçın yerine ol- gunluk çağının işi şakaya vurmasını bilen zeki komedyenini bulmuş, sual- lerine zarif ve nükteli cevaplar da al- mıştır. Bu suallerden biri, kendisini o za- manlar tanımış olan hayranlarından bir Türk gencinin, soyadını Bell ola- rak aldığından haberi olup olmadığı- na dairdi. Cevap : "— Haberim yok, ama mütehas sis oldum. Hayranlığın bu dörecedine hayran olmak lâzım!." oldu. Bir başka sual de, sanatçıya, hay- ranlarından bir zengin İstanbullu ta- rafından hediye edildiği rivayet edi- len büyük taşlı bir yüzüğe dairdi. Bu sualin cevabı da şu oldu: — Ne yazık ki bundan da habe- rim yok. Yüzüğü almış olsaydım, ta- bi, hatırlardım... Herhalde gönderil- Bell'in "Phedre'i 33