el yayınlanırken plak en aşağı on de- fa takıldı ve atladı, ama bir dil sürç- mesi bile basın bülteninde yer alır- ken, bu hataların sözü hiç edilme- mektedir. Basın bülteninde görmezlikten ge- linen başka şeyler de vardır. Meselâ bozuk sesleriyle, âdi gazino üslubuy- la, zevksiz ve kültürsüz bir çalışla Devlet Radyosunu haftada birkaç de- fa işgal eden Enver Kapelman ve arkadaşlarının ciddi bir yayın istas- yonunun programlarına nasıl girebil- diği izah edilmiş değildir. £ Oysa ki bu kemancının Müzik Yayınları Şe- finin yakın arkadaşı olduğunu ve çe- şitli emisyonlardan, bir kısmı hiçbir zaman radyodan yayınlanamıyacak olan çeşitli band kayıtlarından kendi- sine her ay binlerce lira ödendiğini radyonun içinde dışında duymayan kalmamıştır. Müzik Yayınları Şefi, erili yaşını aşmış olan bu kemancıya üç beş kuruş daha fazla verebilmek için öğrenci orkestrasında keman çaldırtacak kadar, hattâ bir öğrenci orkestrası icadedecek kadar ileriye gitmiştir. Bir elin sesi çıkmaz Radyonun yeni Müdürü işe başlar aşlamaz, programlarda değişik- likler yapmadan önce, radyoda yöne- tim -bakımından o değişiklikler mağa önem verdi. Hata yapan spi- ker, teknisyen ve programcıların ce- zalandırılması bu cümledendir. Bu davranış, radyo içinde son derece il- ginç tepkiler yarattı. o Çünkü yıllar- danberi ihtar, ceza, hattâ en küçü- günden bir ikaza dahi alışmamış o- Turgut Özakman Paçaları sıvamak AKİS, 4 HAZİRAN 1962 Radyo Bakanının Dikkatine Faruk GÜVENÇ Basın - Yayın ve Turizm Bakanlığı koltuğuna pek çok insan oturmuş- tur, fakat içlerinden Devlet Radyosunu devletin şerefine lâyık olarak işletmeyi başaran bir kişi bile çıkmamıştır. Devrimden mor» Ankara Radyocunun çukurların en karanlığına düştüğünü. ogerilerin en gerisine kaydığım büyük bir rahatlıkla söyleyebilirim. Ne ki İkinci Cumhuriyetin ilk Bakanı da bugüne kadar olumlu bir atamadı, bozuk işleyen makineyi düzeltemedi. Yüzlerce defa yazdığı- mız, iki yıldan beri ağzımıza sakız ettiğimiz bir konuyu bugün tekrar eşeliyeceğim benimi sonra Ankara Radyosunun Müzik Yayınları Şefliğine zerrece müzik kültürü olmayan, eser tanımayan, program yapması- nı bile bilmeyen bir çalgıcı getirildi. Bu çalgıcının tek özelliği, büyük- lerden birinin akrabası olmasıydı. Yayınlan Şeftalin (o kırdığı potları gazetelerde ve dergilerde aylarca sergiledik. 1960 yılının Esini ayından sonraki Öncü ve AKİS koleksiyonları birer doğru - yanlış cetveli halindedir. Nihayet Müzik Yayınlan Şefi- cahillik (yarışında Radyoya Haendel'in İtfaiye Müziği adıyla gönderilen ve oBach'ın, Webern'in, Purcell'in, Mozart'ın, pek bilinen eserlerinden kurulmuş bir süiti yayınlayacak, bu uydurma bandı yollayan muzip dinleyiciye allı pullu teşekkür mektupları yazacak kadar ileriye gitti. İşte bu iltimaslı akraba hâlâ ihtisas kadrosunu işgal etmekte, her gün birkaç pot kırmaya, ahbabı olan değersiz bir çalgıcıya çeşit çeşit programlar icad ederek binlerce lira ödemeye devam etmektedir. Anka- ra Radyosunda program değeri ve haysiyeti taşıyan, hele eğitici yönü olan tek bir müzik yayını yoktur, besteci isimleri bile artık doğru oku- namaz hale gelmiştir. Bir akrabalık münasebetinin koca bir Devletin karşısında yıkılmaz kaleler kurduğunu görüyoruz ve bu memleketin geleceğinden gerçekten endişe ediyoruz. Basın . Yayın Bakanlığının birkaç kilometre ötesinde yine bu devletin bir Konservatuarı vardır:, Eğer Bakan müzikten anlamıyorsa, kendisinde karar verme yetkisini görmüyorsa, bizim yazdıklarımıza da inanmak istemiyorsa Konserva- tuardan davet edeceği bilirkişiye akıl danışamaz mı? Herhalde bu ilgi- sizliğin bir sonu gelmelidir artık. Yıllardan beri yazılanlar ya doğru- dur, ya yanlıştır. Bu kadar büyük bir nüfuz suiistimali iddiası varken. Devlet Radyosunun en önemli bir sandalyesinde o makamın gerektirdi- ği bilgilerden yoksun bir kişinin oturduğu davul zurnayla ilân edilir- ken bir Bakan susamaz; bilmezlikten gelemez. İşin asıl garip tarafı, bugün Ankara Radyosunun başında bu sü- tunda aynı yaranın üstüne aylarca parmak basmış bir arkadaşımız otu- ruyor ve yaranın işlemesine seyirci kalıyor. Galiba biz çok saf kişileriz, her değişiklikte büyük ümitlere e Ülkücülük mü, Batı kafa- sı mı, prensip mi, ihtisasa saygı mı? Ne gezer! Biz tepeden tırnağa idare-i maslahatçıyız, alaturkayız, Börlkağar. Şu temiz, şu akıllı yakınılan tanımasam, bizim kafalarımıza şapka değil fes yakışır ceğini. Galiba en iyisi evliya mezarına paçavra bağlamak, hiç olmazsa akrabaların bilgili, elinden iş gelir kimseler olmasına dua etmek. İki makaleyle Türkiye Radyolarının kaderini değiştirecek değiliz ya! lan kimselerin bu derece sıkıya gir- meleri, tahmini imkânsız yorumlara, dedikodulara, yakınmalara yol açtı. sözlerin- Özellikle yeni Program Mü- dürünün de bu kuralları benimseme- si, radyoda çalışanların işlerine o- lan saygısını arttırdı. Fakat bu iş saygısının, bu cezalan- endişesinin ne kadar devam ede- ceği bilinemez. Çünkü konulan ku- ralların uzun ömürlü olmıyacağı, si- yasetten ve başka koltuğa atlama hıramdan uzak, kendilerini sadece işlerine vermiş yöneticilerin uzun sü- re işbaşında kalmıyacakları bilinen bir gerçektir. oBazı yerlerde olduğu gibi, radyolarda da işten çok dediko- duya, şunun bunun sözüne göre ha- reketlerle, adam harcamalarla kar- şılaşılması tabii sayılmaktadır. Radyosunda bir devrim ahreketi başlamak üzeredir. Bunun yarıda kalması elbette ki sorumlular- dan hesap sorulmasını gerektirecek- tir. oORadyo yöneticileri bunu gayet iyi bilmektedirler. 29