Sekiz Milyon! eçen hafta "Cumhuriyet" gazetesi, birinci sahifesinde, tiyatro çevre- Glerını yakından ilgilendiren bir haber verdi: Şehır Tiyatrosu ve Operası için 8 milyon 200 bin liralık bütçe kabul olundu." Bu küçük ve güzel haber, yirmi yıldır bütçe darlığı yüzünden geli- şememiş, son on yıldanberi de yerinde saymaya, hattâ gerilemeye başla- mış olan İstanbul şehir tiyatroları için yeni ve aydınlık bir devrin baş- ladığını müjdeliyor. Bu demektir ki artık Şehir Tiyatrosu, yaz aylarında ölen Musahip- zade Celalin son eseri "Genç Osman" 1 sahneye koymak isteyince, dekor ve kostüm masraflarını karşılayacak tahsisat olmadığından, bu yerinde ve güzel teşebbüsten vazgeçmek zorunda kalmıyacaktır. mektir ki artık Şehir Tiyatrosunun harabe haline gelmiş olan sahne tesisatı onarılacak, hiç olmazsa projektörleri ampulsüz kalmaya- cak, temsilleri doğru dürüst bir ışığa kavuşturacaktır. Bu demektir ki artık Şehir Tiyatrosu sanatkârları -D. Tiyatrosun- daki genç meslektaşlarına kıyasla- üvey evlât muamelesi görmiyecek, geçim sıkıntılarını gidermek için provadan kaçıp dublaj stüdyolarına koşmaya mecbur olmayacaklardır. Bu demektir ki artık Şehir Tiyatrosu, bütçe açığını kendi geliriyle kapamak mecburiyetinde bırakılmıyacak, bu yüzden Komedi bölümü sanat değeri olmıyan köhne vodvil ve adaptasyon anbarı haline gelmi- yecektir. Bu demektir ki artık Şehir Tiyatrosu, gitgide büyüyen İstanbulun denizaşırı ve uzak semtlerine kadar uzanacak, tiyatroyu bir süs ve lüks olmaktan çıkarıp halkın ayağına kadar götürülmesi gereken bir mede- niyet ve kültür hizmeti haline getirecektir. Ve nihayet bu demektir ki artık koca İstanbul, Avrupayı Asyaya bağlayan bueskisanatve medeniyet beldesi.. Avrupa camiası içinde "Operasız tek büyük şehir" olarak anılmaktan kurtulacaktır. Bütün bunlar 8 milyon 200 bin lira ile mi olacak? Hayır, herşeyin ve bütün fiyatların on misli arttığı bir zamanda, bütün bu hizmetleri hakkıyla, yerine getirebilmek için 8 milyonluk bütçe de belki yetmiye- cek. Önümüzdeki yıllar daha da genişliyecek hizmetleri ve bu hizmet- lerle mütenasip olarak büyüyecek teşkilâtı ayakta tutabilmek için bütçeye yeni milyonlar eklemek icabedecektir. İstanbul, medeni dünya karşısında kendisini milletlerarası seviyede bir Tiyatro ve Operadan mahrum bir şehir olarak kalmanın utancından kurtaracak bu milyonları seve seve verecektir. Bu zihniyet değişikliği İstanbul Belediyesinin başına, bir şehrin mânevi çehresmı yalnız sanatın güzelleştirilebileceğine inanmış, sanat- sever bir insanın gelmesiyle, kısa bir zaman içinde mümkün olmuştur. İstanbullular kadar tiyatro ve musiki tarihimizi yazacaklar da bu hadiseyi bir dönüm noktası olarak kaydedecekler ve bu zihniyet deği- şikliğini yaratmış olmanın şerefini Kemal Aygüne çok görmeyeceklerdir. sonra tahrik ederek tabanca ile düel- suikastçıların lo etmeğe zorluyor ve biçare Davidi, eli elebaşısı olan kara elbiseli ad Marki, aynı aynı ta- daha Parise varmadan, bir kurşunda öbür dünyaya gönderiyor. Hikayesini bu kadar çabuk bitir- mek istemiyen ve "yazılanın bozulmı- yacağını" daha iyi göstermek isteyen Henry, David'in soldaki yolu değil, sağdaki yolu tuttuğunu farzediyor ve onu bu sefer Parise kadar ulaştırıyor. BuradadaKaraAlınyazısıkarşısına, Kralı öldürmeği tasarlıyan suikastçı- lardan güzel ve fettan bir Kontesi çı- karıyor. Kontes mühim ve tehlikeli da koşa koşa kendini tehlikeye, ölü- me atıyor. Yakalanıyor ve kendisini gönderen kadının masumiyetini isbat etmek için oturduğu kral koltuğunda, 32 bancayı, kralın yerıne onun göğsüne boşaltıyor. Ecelin insanı nerede olsa bulacağı- nı mutlaka göstermek isteyen O.- Henry bununla da yetinmiyor. Bu se- fer David Mignot'yu, önüne çıkan, nereye vardığını bilmediği yollardan ürkütüp, yarı korku, yarı pişmanlık içinde, gerisin geri k öyüne döndürü- yor. Yavuklusuyla evlendiriyor. Evi- ne barkına düşkün bir erkek haline getiriyor. Ama şair tarafı ölmemiş- tir. Baharla geriye tepen bu merak şi- ir stokunu arttırdıkça koyun sürüsü- nü eksiltiyor. Nihayet David kendini şiire mi, evine ve koyunlarına mı ver- mesi gerektiğini anlamak için çok okumuş, çok şey bilen mösyö Bril'e- yazdıklarını okutuyor. Ondan "Şiir- lerinizi yaşayın oğlum, artık yazmı- ya çalışmayın!" cevabını alınca da, şiir tomarlarını ateşe veriyor ve ya- hudi Zeigler'den satın aldığı tabanca ile artık mânası kalmayan hayatına son veriyor. Garip bir tesadüfle bu işi gören tabancanın üzerinde de, ge- ne, Marki de Beaupertuys'nin arması vardır.. Cahit Atay orta uzunluktaki bu hikâyeden, bırçok tabloları olan, üç perdelik bir piyes çıkarmış, "Kader Yolları"ndaki plânı takibeden bir sah- ne tertibi içinde vakayı veriyor. Cahit Atayın kattığı yenilik - K. Wittlin- in "Saman Yolu" nda, M, Ac- Çetin Al- tanın da "Çemberler" de yaptıkları gibi - hikayedeki şahısları üç kişilik küçük bir tevziat içinde sahneye çı- karmasında Konuşmalara gelince: Cahit Atayın metni umumiyetle akıcı, yer yer sü- rükleyici, yer yer de şairane. O"- Henry'nin hikâyede kaçındığından daha şairane... Tiyatroda fazla ede- biyat yapmıya Özenmenin piyes ya- zarını öldürdüğünü Cahit Atay unut- mamalı. Sahnedeki oyun rvaneler"i Saim Alpago, Seza altındağın dekorları içinde, kıv- rak ve hareketli bir mizansenle sah- neye koymuş. Esere, fantastik konu- suyla bağdaşacak esrarlı bir hava vermek için ne mümkünse — yapmış Fakat bu işi lüzumundan fazla ileri götürdüğü için, seyircinin olup bite- ni kavramakta, hele David'in birkaç defa ölüp dirildiği üç bölüm arasın- daki irtibatı kurmakta zorluk çekmiş olması pek mümkündür. Çünkü tül perdeler arkasından, kulisten bir fı- sıltı halinde gelen görünmez Kaderin sesi iyice duyulmamakta, ne söyledi- ği pek anlaşılamamaktadır. Halbuki bölümler arasındaki rabıtayı kuran da onun sözleridir. "Pervaneler"i — Konservatuardan yeni çıkmış taptaze bir kadro, genç- liğin bütün cazibesiyle süsleyerek oy- nuyor. Kaderde Raik Alnıaçık, Kara Alınyazısını, belki lüzumundan fazla keskin tonlar ve jestlerle, canlandırı- yor. Ama sıra Krala gelince, çok de- ğişik — kompozisyonuyla, — istidadını derhal belli ediyor. David Mignot'yu Güner İlsever, a- vantajlı fiziğinin de yardımıyla, se- vimli bir çoban - şair olarak seyirci- ye kabul ettirmekte güçlük çekmi- Or. Yavuklusu Yovonne'da Gülsen Al- nıaçık, sırasıyla ümit ve neşe dolu bir genç kız, talihsiz Lucie, ihtiraslı Kon- tes ve nihayet dertli bir şair karısı olmaya çalışıyor; bu değişik, birbi- rinden çok farklı çehrelere canlı ifa- deler vermek istiyor ve Yvonne'da daha çok muvaffak oluyor AKİS, 9 MART 1960