de İstanbul seyircisi daha neler sey- retmemiştir ki, Bir Kilo Namusu seyretmesin. Aynaya kızılmaz B ir Kilo Namusun mevzuu anlatıl- maya — bile değmeyecek kadar derme çatma.. Kelımenın tam mana- sıyla ısmarlama oyun. Bundan en çok ıstıfade eden de Vasfi Rıza Zobu oluyor. Üç perde boyunca kli- şeleşmiş esprileri tekrarlayıp duran Zobu, en ufak bir yorgunluğa bile katlanmaya lüzum görmüyor. Da- ha ilk perdede kuyruğu ile pek sem- patik görünmesini bildiğinden seyir- ciyi yakalayıp götürüyor. Ama her- halde bizzat oyunun yazarının kuy- ruk takma. anti-sexil keşfetme ile dört başı mamur bir piyes yazıla- mayacağını bilmemesine imkân yo Piyesteki- bütün karakterlerin ko miklik yarışına — çıktığı, bir saatli bombanın tıkırtısı ile babanın cep saatinin — sesinin — karıştırıldığı ve bundan güldürmek için istifade edil- diği bir curcunada, ne genç bir is- me ümit bağlayan tiyatro seyircisi- nin ne de bizzat o gencin umıtlene— bileceği bir nokta bulunabili Bütün tipleri ile inandırıcılıktan uzak bjr oyunun en önemli rolünü, çapkın kimyager Selimi, Vasfi Rı- za Zobu canlandırıyor. Maalesef ar- tık kendisinde görmeğe çok alışılan beylik hareketleri ile eski oyunları- nı -Gönül Kaçanı Kovalar hariç- tekrarlamaktan baş a İ yapm O k r ki, rın bir evvelkı pıyesınde oynadıgı delı rolü e bu yeni rolü arasında tek san- tım bile fark bulmak mümkün de- ğil. Garaj kızı Günselide Mualla Kavur gerekmediği kadar yapmacık- lı bir eda ile konuşuyor ve yazarın iki üç satırla olsun kuvvetlendirmek zahmetine katlanmayıp yarım bırak- tığı tipi elinden geldiği kadar silik- leştiriyor. Bir dadısı Meleki o nayan Halıde Pışkı ölçü- lü ve bir evvelkı oyunu "Küçük Ha- nımın Babası"ndaki fazlalıklarını unutturacak kadar başarılı bir ka- rakter çizmeye muvaffak oluyor. Bu oyunda, Erduranın bütünü ile en başarılı tipi Selimin karısı Han- dandır. Sahnede, girip çıkan, konu- şan, bagıran insanların ıçınde seyir- ciye "işte inandırıcı, — hayattakine benzer tek tip bu" dedırtebılen bu rolün de. ne yazık ki Nezahat Tan- yeri canına kıymaktadır. Münir Öz- kul bütün gayretlerine rağmen A- vukat Sezai' rolünü — kurtaramıyor. Hümasah Gökerin insanı tiyatroya geldiğine dahi nişman edecek kadar kötü oynadıgı Mıne Gonul Ulkunun rolleri. Rıza Tüzünün komik polisı ile. Reşit Baranın oğlundan duran silik bahası Şehir Tıyatrola— ıinin başarısızlığı anılınca daim hatırlanacak noktalar olarak zıhın— lere yerleşiyor. AKİS, 17 OCAK 1959 Tiyatroda Demokrasi? Refik ERDURAN T iyatro dedikoduya, kasıtlı sözlere ve İleri geri konuşmalara çok uy- gun bir sanat koludur; demokrasi konusu da demagojiye ve akıl karışıklığına aynı -derecede açıktır. Bunların ikisi bir araya gelip de "tiyatroda demokrasi" üstüne konu a başlanınca çoğu kere dün- yanın en abuk sabuk lafları ediliyor, lstanbulda da, Ankarada da uzun- ca süren tiyatro tartışmalarına karışırsanız lâfın acunun arasıra mut- laka şöyle noktalara dayandıgını görürsünüz: sanatçı idarecinin bo- yunduruğuna girer mi, girmez mi? falan adam filân tiyatronun dikta- törü olmağa çalışıyor mu, çalışmıyor mu? falan tiyatronun içindeki ka- rışıklık idare heyetinin mi kabahati, edebi heyetin mi? ilâh. Resmi tiyatrolarımız kurulurken de ılgılı çevreler herhalde böyle duşunce ve kaygıların' tesırınde kalmışlar, zira bu tiyatroların bünyele- rinde "tiyatroda demokrasi" meselesinin yanlış anlaşıldığını gösteren çarpıklıklar var. Bu çarpıklıkların hepsini şu formülde toplayabiliriz: Yetki ve sorumluluk birden fazla ele verilmiş. Herhalde böyle yapılır- ken "gerçeğin şımşegı fikir çarpışmasından doğar" inancı gözönünde bulundurulmuş a netice ne olmuş? Bugün resmi tıyatrolarımızla ilgili herhan- gi bır aksamanın sebebini araştırmak istediğimiz vakit alacağımız ti- pik cevaplardan birkaçını sıralıyayım "Haklısın kardeşim, ama bizim arkadaşları bılırsın ' N alım birader, idare heyetinde bir ben yokum ki!", "Biz de hep aynı f'kırdeyız ama um müdürü ikna ede- medık" "Canım bizim ne kabahatimiz var? Oyna dıye edebi heyet öyle eserler veriyor ki..." vesaire vesaire. Yani "Sen niye bunu böyle yaptın?" diye yakasına yapışacak bir kimse bulamıyor, elli kişiyle yağlı güreş yapmışa dönüyorsunuz; Belki gerçeğin ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar ama, tiyatro idaresi herşeyden evvel aksiyon işidir. Hedefi gerçeğin ışığım değil,' hareketin kıvılcımlarını doğurmaktır; profesörlükten ziyade generalli- ğe benzer. Bir memleketin resmi tiyatrolarının yöneleceği hedefleri o memleketin umumi efkârı tâyin eder. İdareci tatbikçidir; kendisinden beklenen, iş çıkarmaktır. Komisyon kurmak ise iş çıkarmaktan kaçın- manın en klâsik yoludur: toplantılarda, meclislerde, kongrelerde bir işin karara bağlanıp tatbikine girişilmesini geciktirmek istediler mi, hemen komisyona havale ederler. İşte bizim resmi tiyatrolarımızın ışlerınden büyük kısmı daimi bir "komisyona havale edilmişlik" içindedir. Peki, tiyatroda demokrasi olamaz mı demek istiyoruz? Hayır, ti- yatro sahasında demokrasi olur, ama şu mânada olur: Tiyatro idare- ciliği tiyatro çevrelerındekı bu yolda kabiliyetli kimselere açık bulun malı, kimse bir resmi tiyatroyu babasının çiftliği haline geürememeli, halkın parasıyla beslenen bu kurumların başına geçenlerin her zaman herkese karşı sorumlu olduğu unutulmamalı ve başarı gösteremeyen- ler derhal değiştirilebilmen. Ama başarı gösterip gösteremiyenin kim olduğunun anlaşılabilmesi için resmi tiyatroların bütün işleriyle ilgili yetki ve sorumlulugun belırlı bir süre boyunca tek bir ele verilmesi, de şarttır. Bun mak "millet içinde demokrası ile "hükümet için- yı bırbırıne karıştırmak gibi birşey oluyor. Resmi ti- yatroların başındakı tek adamın da elbette hükümet başkanının yar- dımcıları olduğu gibi danışacak kimseleri olabilir, ama yine hükümet başkanı gibi işin sonunda başarının veya başarısızlıgın yükünü o adam taşımalıdır. Devlet Tiyatrosu için Bölge Tiyatroları Kanununun hazırlandığı ve İstanbul Şehir Tıyatrosuyla ilgili ıslahat hareketlerine girişildiği şu sırada bunların göz önünde bulundurulması Türk tiyatrosunun geleceği bakımından çok onemlıdır Yönetim kurulları, edebi heyetler, haysiyet divanları vesaire gibi yetki ve sorumluluğu parçalayıcı teşekküller kal- dırılmalı, bütün yetki ve sorumluluk birer kişiye bırakılmalıdır. Hele edebi heyet denen yalnız bize has grupların yerlerini dramaturglara bırakması şarttır. Bu noktada memleketimize gelen yabancı mütehas- sıslar ve profesörler de, değerlerini ispat etmiş bütün yerli idarecileri- miz de yüzde yüz birleşmiş bulunuyorlar. Burada savunulan düzenin idarecilerin ekmeğine yağ süreceğini sanmak yanlış olur. Tam tersine, şimdiki keşmekeş beceriksiz bir ida- recinin sorumluluktan sıyrılmasına en iyi fırsat veren hâldir. Bıraka- lım, herkes marifetini göstersin. Becereni alkışlar, beceremiyeni yuha- larız.