YURTTA OLUP BİTENLER . çalan bu havada cezanın infazını bek- liyordu. Bir sessizlik vardı; polisle- rin bazı gayretkeş hareketleri olma- sa kocaman meydanda yüzlerce hal- kın ağzından tek ses çıkacak değildi. Sehpanın hemen yanında, asılma hük- münü vermiş olan* hâkim, Askeri Si- yasi Mal hkeme Reisi Güverte Deniz Yarbayı Rahmi Abrak, ınf savcısı Sam Coşarcan, Birinci Ağır Ceza Savcısı Fethi Olcay, duruyorlardı. irden bir motor homurtusu işi- tıldı, ılk önce bir jib arabası, arka- dan hapishane arabası geldi, akke ile bir külçe asfaltın üzerine yığıldı, kaldırdılar ve kollarına gıre- anma götürdüler. riyordu. Bu Hayati Karaşahin idi; hayatiyeti olmıyan bir insan, şuur- suz bir kitle, bır et kitlesi... Masanın üzerine çkard lar, müphem kor- kulu gozlerle ipe bakıyordu; yağ- lanmış ip ise sâkin ve avını bekler- cesine duruyordu. a, "metin ol!" dedi. Hayati Karaşahın boş bakışlar- la baktı, kaldı.. Askeri mahkemenin reisi, infaz kararını, mahkeme kararını, B.M.M. nin kararını kendısıne okud u. Bunla- rı Hayati Karaşahin dikkatle dinle- di, fakat birden umulmadık bir hâl oldu, canlandı, sanki alay ediyordu, sanki yaptıklarından nadim olmamış- 1, sanki idam il, beş on senelik bir hapse mahkum edılıyo rdu. Ka- rarların okunuşu sırasında durmadı, alay etti, bir şeyler söyledi, güldü. aka u gülüş, saki gorunuş, cesaretten değil, sahte bir duruştan ibaretti. Kendisine "Son arzun nedir?" de- diler.. Birden bağırmağa başladı, a- daletten bahsetti, mahkemelerin â- dil kararından dem vurdu, B. M. nin kararını övdü.. Bunlar cesaretli sözlerdi, birden mâsum olduğunu da ilân etti, kalabalık dalgalandı, "lânet sana diye bagıranlar oldu, sonra usun, — susu: dınleyelım" dediler, halk tekrar sukut ründü. Hayati Karaşahın butun bu ümit- sızlık içinde dahi "beni affedin" diye ızlanı ra vasiyetini bildirdi, agzındakı altın dişlerin sokulmesını, satılmasını ve azesinin kaldırılmasını ıstedı. Yanındaki cel- lâda döndü, "haydi" dedi.. Birden ge- ne kustahlaşmış, cesaretlenmiş gibi idi. Cellat ışın acemısı idi, bir çinge- ne gelm şti, “ben vuk bile b azlamadım diyerek ta- lebi reddetmişti, bir hademe de 150 lira içi ismi i ayati Kara- şahini ipe geçirmeği kabul etmişti. Fakat ip yukarıda, Karaşahin a- şağıda kalmıştı, "Bana bir iskemle verin de rahat olsun" dedi. Bir is- kemle koşturdular, üzerine çıktı, bo- ğazını ipe uzattı, yüzü takallüs et- mişti, gülmek ve ağlamak arasında 10 çizgiler belırmıştı Ipı bogazına geçır- diler, cellât aşağıya indi, masa a- yaklarına tekmeyı yapıştırırken, Ha- yati Karaşahin'in de ayni harekete giriştiği görüldü. Bir boşlukta sallanma, bir deb lenme, hırıltılar ve boğazı sıkılan bır insanın gösterdiği harı k ler döndü ti, bir buçuk dakika sonra muayene ettiler ölmüştü.. Üzerine infaz yafta- sını astılar, "Vatana ihanet suçun- dan. Polıs halkı yavaş yavaş dagıttı, ceset sabahın yedisine kadar ipin u- cunda sallandı; gelenler görenler Sonra her şey normale döndü, meydan iyiden iyiye boşaldı, yalnız bir ihtiyar kadın ağlıyordu. ıl hastası ıdı kaldırdılar götürdüler. Bir başka m da cesedin kaldırılması- nı beklıyo du cesedi kaldırdılar, adam raber gitti. Etrafındaki- ler sordular, agzındakı altın dişleri ben sökeceğim" dedi ve uzaklaştı. Basın Konferans Haftanın başında İstanbulda eski Emınonu Halkevi, yeni adı ile Ogre ci Lokali olan ve bilhassa tiyatro diye kullanılan binanın sına beyaz bez üzerine kırmızı harf- Edebiyat G üneş batarken, koyu turun- cu bulutlar ufku tatlı bir yangın yerine döndürürken ve gökyüzü aynı renkleri kendi ü- zerine bir püşide ve hil'at gibi çekerken, Dicle kenarındaki hur- maların göklerdeki ve sulardaki irtisamı ile birlikte — 0 nâdide Bağdat şehri, gerçekten bir ma- sal ve efsaneler diyarına inkı- lâp eylemektedir... Bu sözleri hangi arap fil- minde hangi baygın gözlü jön- prömiyenin ağzından duyduğu- nuzu bulmak için boşuna düşün- meyiniz. Hayır, kulağınızda başka yerden kalmıştır. Hani radyomuzda, her akşam saat 20,15 de okunan bir radyo zetesi vardır. Bu gazete siyasi tefsir saatidir. Yurtta ve dün- yada olup biten hâdiseler hak- kında hükümetimizin görüşünü aksettirmek gayesini güder. İşte, yukardaki satırlar, üs- tad Burhan Belgenin sıyasî tefsir" diye o saatte okunmak üzere pahalı bir ücret mukabi- linde hazırladığı ucuz edebiyat örneğidir. Siyasi tefsirimiz o, siyasi tefsircimiz bu.. Hey yarabbi, bari sen bize acı! lerle bir ibare yazılmı ştı, "Türkiyı Gazeteciler Konfe ransı denılıy rdu. İçeri girenler derhal i i bir ilân ile karşılaşıyorlardı. Bu bır kitapçı- nın ilânı idi ve meali şuydu: "Burada basın mevzuatı ile ilgili ceza kitapla- rı satılır." Kitapçının, açık göz bir kıtapçı olduğunda hiç şüphe yoktu zıra bil- hassa konferansın ikinci zeteciler de kendi m: girift bir hale girdiğini belirttiler. Konferansta başlıca iki mesele e- le alındı, bunlardan birincisi gazete- lerde çalışanların durumları idi. yal güvenlikleri idi. Bu mevzuda ya- pılaca k işimiz olduğu ve ya- pılanların da maalesef sadece kâğıt üzerinde kaldığı bu vesile ile bir defa aha meydana çıktı. Hakikaten pek az gazete sahibi bunlara lâyık oldu- ğu ehemmiyeti veriyordu. İkinci mesele çok daha mühimdi. Çünkü, sadece gazetecileri değil, de- mokrasimizi ve dolayısiyle bütün milleti alâkalandırıyordu. Çok mühim iki tebliğ hazırlanmıştı, — bunlardan biri İstanbul Gazeteciler Sendikasının "Basınla ilgili ceza mevzuatı hakkın- aki görüşlerimiz" adlı teblıg, dıgerı karikatürist Ferruh Doğan “"Ba- sınla ilgili hükümler kaı'şısında ka- rikatür sanatı" — başlıklı tebliği idi. Gazetecıler Sendikası daha ziyade hu- Basın kanunu, Türk eza Kanunu, 633 sayılı kanun, giz- li duruşmalar, tevkif, basın suçları i- çin af üzerinde teker teker durulmuş ruh Dogan ın tebliğine gelince karıkaturıst siyasi karıkatur yapma- a kansız hale gi dgını a- çıklı ord ıilan karikatürsüz demokrasiyi de l)ız keşfetmiştik. Fer- ruh Doğan diyordu ki “"— Bugün gazeteci ve sanatçı o0- larak bir yurt hizmeti gören karika- türistler Bakanlar Kurula üyelerinin hizmetlerini değerlendirirken, kari- katürlerini çızememektedır Yalnız karikatüristle r ıçın değil, gazetenin diğer organları için bu, bir h zmet dokunulmazlıgı yaratmaktad Ferruh Doğan l)asın hurrıyetının tahdit edilmesindeki büyük mü- İ çok doğru şe- kilde ortaya koymakta idi. Bu ha- kıkat belkı de ilk defa olarak efkârı nin önüne serildi. Ferruh Dogan şoyle diyordu: — Biz bur: da k anun koyucula- uluğunu ymak istiyoruz İş verenler bu hükümlerin kabulü karşısında gereken karşı koymayı yapmadılar. Pasif kaldılar. Gazeteci- liğin gelişmesi ve ilerlemesi yolunda ötedenberi teşviklerini esirgiyen bu zümre biz fikir işçilerıne de mesleği- miz yönünden yapmak istediğimiz sa- vunmaya engel oldular.” Türkiye Gazetecıler hükümet adamlarından gayrı bir alâka görmedi. Konferansı plâtonikten AKİS, 23 NİSAN 1955