İR AİLE DOSTUNUN İTİRAFI Sudermann'dan naklen Ç* şükür bayanım, artık sükünetle heyecanlı günleri geçti. Şimdi biraz da benim için kaybedecek zamanınız var. Bu bayram günleri ne fenadır yarabbil. San ki bu günler bizim gibi bekârları kızdırmak, ve yersiz yurtsuz olan haya tımızın acılığını daha fazla hissettirmek için icat edilmiştir. Çünkü, başkaları için bir neşe ve zevk menbaı olan bu günlerde biz, vaktimizi orada burada öl- dürmeğe çalışır; talih ve kaderin elinde bir oyuncak gibi kendimizle oynaşır du- ruruz. Aile hayatına karşı, bu bayram günlerinde kalbimizde acı ve kanayıcı bir tabassür duyduğumuzu da inkâr edes meyiz. Size gelip te neden içimi dök- mediğime şaşıyorsunuz. Öyle mi? Söy- leyeyim bayanım. Hakiki bir bekâr te- selli bulmak istemez, bazan o bedbaht lağını tam mânasıyle, yalnızlığının feca» atini bütün derinliğile hissetmek için yalnız kalır. Bazı bekârlar bu günleri aile dost- larının yanında geçirirler. Hakiki aile dostundan bahsetmek istiyorum. Yalan» cılarından bahsetmiyorum. Onlar, misa» firperverliği fena kullanan hainlerdir ve ailenin mahvına çalışırlar. Fakat, ötekis ler, dost oldukları aile reisinin çoçuk luk ve gençlik arkadaşlarıdılar; dost ol- dukları aileye bütün kalplerile bağlanır lar, çocukları bir baba kadar severler ve arkadaşlarının karılarına aziz bir dest hissile bağlıdırlar. Öyle erkekler tanıs rim ki bütün hayatlarını bir ailenin dos- luğuna bhasretmişlerdir; arkadaşlarının güzel karılarının yanında hiçbir aykırı arzu ve ihtiras duymadan yaşarlar, ve a perestiş ederler. Buna şüphe mi ediyorsunuz ? Ah, evet “Arzu duyma- dan. tabirine şaştınız ! Bunda haklısınız bayanım. Her kalbin derinliğinde hattâ en sakin ve mabcup olanınkinde bile vahşi bir arzu vardır. Fakat hırs, beni iyi anlayınız, zincirlerle bağ: bu arzu ve Şimdi size, bu yılbaşından bir iki gün evvel iki ibtiyar dost ahbap bey» ninde geçen bir muhavereyi anlataca- dim : Bunu nereden işittiğimi sormayı» uda benim sırrım kalsın Çok eski mobilyelerle döşenmiş İoş- ça, yalnız yeşil abajurlu bir köşe lâm. bâsının donuk ziyasıyle aydınlanmış bir oda tasavvur ediniz. Lâmbadan gelen aydınlık mabruti beyaz örtülü bir ye» mek masasının üzerine düşü Bir yılbaşı gecesi.. .İki b skoda nın yarı İoşluğunda oturmuşlar; zamanın tahrip ettiği bu titrek ve düşkün vü- cutlar, yaşlılığa bass olan donuk ve mah- zun nazarlarla önlerine bakıyorlardı. Ev sahibi ihtiyar erkeğin eski bir asker ol- duğu sivri sakalından, dik duruşundan — Evet Fransuval., Sen karını bu kadınla aldatıyordun. O da bunu hiss:diyordu. we kaşlarının askerce çatılışından ilk nazarda belli oluyordu. Yüzünde hiç bir hareket yoktu. Yalnız yemeğini çiğ. nerken çene kemiği aşağı yukarı gidip geliyordu. Yanındaki kanapede oturan uzun boylu çelik gibi ince ve gergin vücutlu ihtiyar dostu, zaif omuzları ü- zerinde geniş ve yuvarlak alınlı bir ilim adamı kafası taşıyordu. Etrafı kar gibi bembeyaz ve yumuşak saçlarla gevrilmiş muşak ve yalnız mabrumiyetlere boyun eğmiş bir insana mahsus sökün ile dolu bir gülümseyiş vardı. İkisi de susuyor. lardı. Bu sessizliği yalnız çay semaveri» nin kaynayışı ihlâl ediyordu. Etraf göz gözü görmiyecek kadar sigara dumanı ile dolu idi. Odanın karanlığı içerisin.