— 25-8-138 YA .<W GUÜNLER BOYUNCA | OKUMAK Kâzım Nami Douru, bir yazı- sında diyor ki: “Başka memle - ketlerde gençlik her halde oku- yor; düşüncesine, amacına, gidi- şine uygun izerler bulunca kapı- şıyor.” Başka memleketlerin gençle- ri bugün de eskisi kadar, yani genel harpten önce olduğu ka- dar okuyor mu? bilmiyorum. Şimdilik bunu araştırmağa da | pek lüzum görmüyorum. Fakat onlar, Kâzım Nami Duru'nun dediği gibi, “düşüncelerine, amaçlarına, gidişlerine uygun” eserleri kapışmakla kalıyörsa buna okumak denemez; o kadar ki, buna okumanın tam tersidir bile diyebiliriz. Okumak, asıl okumak, öğren- mek demektir. Temeli, merak- tır; insanların bilgi alanında ne- reye vardıklarını, ne yapıp ne düşündüklerini bilmek arzusu - dur. Düştüncemize, amacımıza, gi- Mişimize uygun, yani kısacası işimize gelen eserler... Yalnız bunları okumak, aynaya bakıp kendimize hayran olmak arzu- sundan başka bir şey değildir. Övülmek isteğinden — doğar: “Bak! benim düşündüğ i tediğimi bu yazman da, bu bü- yük yazman da doğru, haklı bu- luyor...” Bilmem söylemeğe lü- zum var mı? Böylesine bir okur olunca, bir yazmanın değerini, söylediklerinin kendi düşündük lerimize uygun olup olmaması ile ölçeriz. Biliyoruz ki, birtakım yaz - mnanlar, gençler arasında ün ka- zanmak için onların — pek kul- lanılan diyemi ile — “hislerini okşayan'” eserler yazarlar. Ama *kişlanmak uğruna, adlarının ça- bucak unutulmasını göze almış zavallılardır. Kâzım Nami Duru'nun sözü- nü şöyle de anlıyabiliriz: “O gençler kendi işleri ile ği olan eserleri okuyor.” Bu da okumak değildir .Bir avukatın, yeni bir kanunu okuması, oku- mak demek midir? Onun işi, ödevidir. Gençlerimizi okumağa alış - tırmak ,yani onlarda merakı uyandırmak istiyoruz. Ders ki- taplarını, işlerinde yol gösteren eserleri ister istemez okuyacak- lardır. Asıl istediğimiz onların, işlerine gelmiyen, yaptıkları işe yaramıyacak eserleri de okuma- larıdır. İnsanı insan eden ancak | bu meraktır; yaksa bir makine oluruz. Ai Nurullah ATAÇ Not: Diyem — Tabir 'TÜRK TARİHİ VE MEDENİYET! ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR : indus, Sumer Medeniyetleri Hindistanın şimdiki Sind eyaletin- de, Larkana kenti (kasaba) yakınla- rında Mohen - Jo - Daro; Pencap'ta Montogomery kenti yakınlarında Ha- rappa'da yapılmış Kazilar (halriyat) tan çıkan mühürlerle başka eşya hak- kında, Hindistan Arkcoloji, genel di- rektörü, Sir Johm Marshali, 20 Eylül 1924 tarihli İllustrated London news- ge ilk raporunu yazmıştı. 27 Eylül tarihinde, şimdi adını yazdığım dergi (mecmua) da, bulun- muş, bu eşya üstüne yazdığı bir in- celeme (tetkik) te Prof. Sayce, bun- ların Dr. Morgan tarafından, Susa'da bulunanlara çok benzediklerini ileri sürdü. Mr. $. Şmith ve C. J. Gadd, * Birinciteşrinde - birlikte yazıp çıkar- dıkları bir bildiriğ (tebliğ) de, bu mü- hürleri, Sumer kentlerinde bulunmuş olanlarla karşılaştırdılar. Oxtford ve Field Museum, misyo « nerlerinin, en eski Sumer kentlerin- den biri olan Kish'de yaptıkları Ka- zilar sırasında buldukları bu mühür- der, Mohen - Jo - Daro, Harappa'da bulunanların tıpkı tıpkısına benzerle- vi idi. Bu mühürler, 1923 yılında, şim- di aşağı İrakta, Tel Aheymir denilen tepede, Sümer savaş allahı il baba'nın tapacak yeri (mabet) kalesinin altın- bir odanın temellerinde bulunmuştu. Bu mühürlerin bu oda ile bir ilişiği olamaz. Buraya temeli doldurmak i- çin gelen döküntüler ile beraber gel- miştir. Bundan dolayı bunlar, ilk Su- mer tarihine ilişkin (ait) tireler. Bu mühürlerin üzerlerinde kanıl - maş, uzün boynuzlu. boğa resimleri, boğaların üstünde birinin balık oldu- gu kesin (kat'i) olarak kestirilen üç işaret vardır. Kish, Susa, Mohen - Jo- Daro, Harappa'da bulunmuş olan bü- tün mühürler üstünde de bu resimler ve işaretler bulunduğu gibi, yapılış bi- gimleri, kullanılmış gereç (malzeme) tapler trpkısına biribirlerine benzemek Bündan başka/ gene Rish köül e- 1989 gu, 24 - 25 yıllarında y pilmiş kazilarda birtakım kabirler meydana çıkarılmış, içerlerinde bulu- nan şeylerden dolayı, İsanın doğum ları oranlanmış (tahmin edilmiş ) tir. Bu kabirlerde Akik, Zümrüt gerdan- İıklar bulunmuştur. Ayni taşlardan, ayni yapılış, işçilik, biçim gerdanlık- lar, Hindistanın yukarda söylediğim yerlerinde, vaktile, Sakalar, Partlar, kuşhanların oturdukları yerlerde de bulunmuştur. Bütün bunlardan çıkan, senuç (netice) nedir?, Mohen - Jo - Daro'dan, uzun başlı (Brakisefal), sakallı, uzun — saçları, Sumerlerde olduğu gibi, ensesinde ör- Bül yapılmış bir heykel meydana çıka- tılmıştır. Bundan başka, Brakisctal bir tipin, tıpkı Kish kentin (şehir) de olduğu gibi, retmi yapılmıştır. Son o- larak, gene Mohen * Jo - Daro'da bu- lunmuş, bir iskelet ile birçok balçik küçük heykellerin kesin olarak türk- lere ilişikli oldukları başta Gordon No, 37 YOSMA! Etem İzzet BENİCE — Yalnız benim bu sonsuz sevdam seni besler, Üst yanına karışma!. Deyince, Nesrin yine kestir- me bir karşılık veremedi: — Sevda.. Sevda.. Sevdamız.. Bin türlü fikir kurdular, Bin türlü us düşündüler. Bin türlü düşünüğü çekiye vurdular! En son Nesrin: — Ben sonuna kadar dayana- gağım Ferit, Ağlıyacağım, ba- Zıracağım, tepineceğim, kendi- mi öldürürüm.. diyeceğim, ak- la ne gelirse hepsini yapaca- ğım., Hiçbirinden bir şey çık- maz da babam yine zorlarsa © V'_'Ş'E seninle beraber son sözü- müzü göyliyecegı'z. çi neciğim, Sen benim sevdalım- sın. Ben de senin. Mezarda bile kemiklerim hep senin için ça- tırdayacak ve senin adını mırıl- danacaktır. Ben de senin sev- dalınınım. Buna kuşku yok. Hiçbir güç bizi biribirimizden Ayıramıyacak. Fakat, hepsinin Birası, biçimi var.. Ferit tez canlılık ediyor: , — Hayır, hayır... Ne sıra,'ne biçim, Ben seni hiç kimseye ve- Temem... , Diyordu. Bu konuşmaları uzun sürdü. Dedi. Ferit yine: — Son söz bu: Sen bBetimsin!. Diyerek Nesrin'e uydu. Ve Nesrin: — Geç kaldık. Ooof, ne yüzle, ne düzenle ben gimdi annemin karşısına çıkacağım.. . Diye hemen otomobile atla- : — Aman ben yalnız gideyim. Belki gören olur. Sen arkadan bc_ış ıgl:cek bir arabaya atlar, gidersin sevgilim.. Otomobilde beni yalnız görseler bile çok sı- kıldım.Zincirlikuyuya kadar yo- lu uzattım, döndüm., diyebili- da toprağın iki metre derinliğindeki | yılından 3000 yıl önceye ilişikli olduk | B S ge Hergün 5 Söz İ_ 388 iNCi LİSTE 1 — Mesmuat — Duyuk | Örnek: Sofya aytarımızın duyuklarına göre... 2 — Havadis — Bilget Haber — Haber (T. Kö.) 3 — Hasılatı safiye — Özürüt Hasılatı gayrı safiye — Hamürüt Örnek: Bu kazancı özürüt mü, yoksa hamürüt üzc- rinden mi hesapladınız? 4 — İztırar — Sıkımç Örnek: Nasıl bir sıkınç si- zi böyle hareket etmeğe sevketti? 5 — Hulâsa — Özet Örnek: Başbakanın dünkü söylevinin iyi bir özetini isterim. Not: Gazetemize gönderilecek ya- zılarda bu kelimelerin osmanlıcaları nın kullanılmamasını rica ederiz. LA EA ANÇERLMA AA AANE ——— ehild olmak üzere, bilginler tarafın. dân kabul edilmiştir. Mohena - Je - Daro'dan çıkarılmış bir Tablet'te, dizleri çökülü oturmüş birtakım adamlar karşısında bağdaş kurmuş, arkasında ejder başlı bir yır lan, görünen bir kimsenin resmi var- drı. Bu resimle, sonraları Buddayı çizmiş resimler ve heykellerdeki dü- şünüşler aynidir. Burada bulunmuş bir Möhür'ün üstünde, boynuzlu, üç yüzlü, düşünür durum (vaziyet) da bağdaş kurarak oturmuş, etrafında ya bani hayvanlar bulunan bir tanrının resmi bulunmaktadır. Bu tanrı ise, soncaki resimlerinden de anlaşıldığı gibi Çiva'dır. Veda'ların en büyük tan rılarından biri olan İndra'nın resmine, İndus medeniyetinde, bir kere bile rastgelinmemesi, burada yürüttüğü - müz tez için çok önemli (ehemmiyet- 1i) bir olga (vaka) dır. Mohen-Jo-Da- *o ve Harappa'da bütün belge (ve- da kıaca anlattığım, bütün belge (ve- sika) lerin oydamla (telkin ettiği) ve lar) m,-Hindistanm en cski Kutla ki- *4br olan Rig - Vedalarında bulunma- yışı, ikinci önemli, olga'dır. Bütün bu #ebeplerden dolayı, İn- dus medeniyetinin Aryalar ile bir ili- şiği olamaz. Şu halde bu medeniyeti kimler kurmuştur? Bu sorağın cevabı, şimdiye kadar anlattıklarımıza göre, kendiliğinden verilmiştir. En saknili (ihtiyatkâr) bilginler bile, Sumer ve İndus medeniyetleri arasındaki bu | kadar kesin benzeyişleri, iki medeni- yet arasındaki basit uygunluğa, biri- birlerinden almalara bağlayamıyorlar. Burada daha ziyade, iki medeniyetin bir soydan olan insanlar tarafından ku rulduğunu düşünüyorlar, Yukarıda an lattığımız bütün olgalar bu medeniye- *ti Türklerin kurduğunu açıkça anlat- maktadırlar. Orta Asyada fiziki ve iklim aşrtlarından dolayı göçmek 20- ru al_îmdı kalan Türklerin bir takımı, şimdiki İraka gidip yerleşerek Sumer, bir takımı da yukart Hindistanda In- dus medeniyetlerini kurmuşlardıı. Bu sorak, ilmin smırlart içinde, bundan başka türlü izah edilemer. Hilmi Ömer BUDDA rim! Ferit:' — Peki öyle olsun canım. Dedi ve sözüne ekledi: — Ne kadar üzüldüğümü gö- rüyorsun. Hergün, hergün seni görmek isterim ilim! — Peki Ferit'çiğ Ş cağım, Her şeye., Kendim gel- meğe, mektup — göndermeğe. Öteki söylediğime, hepsine. — Haydi sağlıcakla kal., — Güle.. güle... Kırk Bir akşamdı. Hüseyin: — Safiye sen de Bu gece bu- radasın ha.. Dedi, Safiye sordu: — Niçin babalık?, Bak “ © kısa kesti: — Föğlencceğiz. — Ben kalamam.. — Öyle bir kalırsın ki!. — Gerçekten kalamam. Gece sözüm v -. — Ben söz filân tanımam. — Olmaz ki... — Babalık kızdı;, Ida bir BULMACA | Bulmacalarımız öz türkçedir. Şek- Himizin boş gözlerine karsılıklarını yer | leştiriniz. Yedi gün arka * kaya bul. macamızı doğru çözülmüş olarak gön- derenler arasmıda kurga çekiyoruz Armağanlar veriyoruz. Bulmacaları. mazı istediğiniz gün çözmeğe başlaya- bilirsiniz etverir ki yedi gün arka ar- kaya çözülmüş olsun. Karşılıkları "Is- tanbul (Tan) bulmaca servisine yol laymız. . Birinciye: Gümüş saat. İkinciye: Maroken bir cüzdan, Üçüncüye: Bir stilo. Dördüncüye: (Tan)ın bir senelik abonesi. : Beşinciden onuncuya karar: (Tan) | a altı aylık abonesi armağan edile. cektir. : ı < Soldan sağa ve yukardan aşağı 1 — Ceride (6). Öküzün zevcesi (4.) 2 — Kırmızı (2). Denizde yüzer (5). Nota (2). 3 — Genişlik (2). Para (4). 4 — Doğurtan (3). Kapan (2). 5$ — Türkiyenin en büyük gazete- Si (3). Şecer (4). Kamer (2). 6 — Yet (2). Fem (4). Arka (3. 7 — Bir dağ ismi (5). Akıllı, şan- H (). &8 — Bir rakam (3). Cet (3). 9 — Nota (2), Valide (3). Kır- ımias y 10 — Bir göz rengi (3). Fransada bir şehir (3). Tatlı değil (3). 11 — Bir hece (2), Karanlık de- ğil (8). Zaman ve Biz Şu giden adama bakınız. Göz leri mağazaların vitrinlerini, kadınların boylarını boslarını süzüyor. Sanki bütün bu görü- leri, bu boyaları, bu çizgileri ve bu kabarıklıkları emiyor. Fakat kafasının içinde hiç bir yer bırakmıyan güzellikler ve çirkinliklerin üzerinde durmak- sızın yürüyor. Onun yürüdüğünü ne ben bi- liyorum. Ne biz biliyoruz. Ne de siz... Onun yürüdüğünü ken- disi bile bilmiyor. Kaldırımların duyusu yok ki bunu anlasın, granitler anlamaz — E, kes.. Yosma aldırmıyordu: — Kesilecek gibi değil, Ucunda elli papel var babalık. Belki de artar, eksilmez. — Bu gece ©- para kazanma, Ben hakkımdan /yazgeçtim. Otur adam akıllı bir eğlenti yapalım. Recep, Mahmut, Ali, Nedim, Bedri ve VW--'ar gelecekler. Sen de kalırsın. Vur patlasın, çal oy- nasın ederiz. — Yemek, meze filân hazır mı?. — Hepsiai ısmarladım. Ab - tullah'tan gelecek. Bol meze, 1701 içki, bol eğlence. Bu gece içimden böyle bir eğlence kop- tu. Hepsine de söyledim. — İyi, güzel siz eğlenin. Ben de parasını kazanmağa gideyim! — Para var. Veter, — Ana, bugünün yarını var, Be*alık kızmağa başladı, sert sert söyledi: — Kes dedik ya. İşte bu gece buradasın! / Yosma Hüseyin'in kızdığını görünce yumuşamağa başladı, da (TANJIN SARIC « Taze bir köy kızıydı. A - ma nasıl taze, üstü buğulu kü - tür kütür bir mürdüm eriği gibi. | İnce belini dolayan gümüş ke- merinin genişliği, bir delikanlı- nın kavuşan ikieli kadardı... Bütün köy, genç ve kocamış ©- na bayılıyordu... Sıcak yaz gün. lerinde, cayır cayır yananlar, 0- nun baygin gözlerinde bir pınar serinliği bulurlardı. *#Gül,, bacı derlerdi ona... Gü- lün köy içinde sade güzelliği, tatlılığı değil, bilgiçliğile de ta- nınmıştı. Onun - elinden gelmi- yen iş yoktü. Urbalarını kendi diker, çoraplarını kendi örer, yün büker, kilim ve çul dokur- du... Bunların en ünlüsü arıcılı- ğıydı... İlkbahar gelip te kovan- lart arı damına çıkarınca Gülün keyfi tamdı. Kerpiçten yapılmış evini tahta parmaklıklı küçü- cük oda, içinde arıların kovan - ları konunca Gülün gözleri gü- lerdi... Önünde çiçekler ekili a- rı damı, köyün en güzel ve sağ- | lam arılarile doluydu. En koku- la bal Gülün arılarından çıkar, pazarda kapış kapış olurdu... Her delikanlı onü hem güzelli- ği hem de kadınlığı için isterdi. Fakat Gülün bütün gönlü arıla- | rındaydı. Arrlar insanlardan da ha yakındı ona... Öyle alışıktı - lar, öyle kötülüksüzdüler ki... Herkese iğnesini salan arılar omun kollarında, saçlarında ge- zerlerdi.. Başka köylere giden adını kıskananlar çoktu. Bir gün anası ona: — Gül, dedi. Sana Kızılca- dağdan dünür (talip) geldi. Adı güzellerin oğluna — istiyorlar. Gül başını salladı: — İstemem ana dedi. Yirmi kovanı kırka çıkarmadan, kendi ekmeğimi kendim kazanmadan | gelin gizemem,.. Anası sustu. Gül evinin er - keği gibiydi. Büyük döğüşte kocası ölmüş, yetişen kızı onu bakıyordu. — Gel rahat edersin. Tarla - dan, çapadan, işten kurtuluruz.. Etme evlâdım. Var şu delikanlı Y ——— eee ee ki duysun.. Adam yürüyor. Ağır ağır yürüyor.. Biz de o- nunla beraber yürüyoruz. Yürüdüğümüz yol, iki yanı ağaçlık, yeşillik. bir bahçede ol- sa, üstünde gözlerimizi yıkayan çiçeklere, gönüllerimizi sıvayan kadınlara da rastgelsek bir yı « kıdır. Çünkü zamandır. Zamanın tarihi ise tarihsizli- ğindedir. Biz o yol üzerinde yürümü- yoruz. Zaman bizi yol yapmış, bizim üzerimizde yürüyor. Aşağıdan alarak kandırmağa ça- lıştı: — Peki babacığım. Dediğin olsun. Ama, söz verdim. Orada- kiler de beklerler. — Ağam gönder, sav onları! -— Kimi göndereyim, kime göndereyim? Geleceklerin her- birisi şimdi kim bilir nerededir? Büyük bir toplantı yapılacak, önceden sözleşildi, hazırlıklar oldu, al. çama da gideceğiz. Hem benimkisi yaman bir parça. Yağlı kuyruğun en yağlısı. Hiç gücendirmeğe gelmez! Hüseyin: — Beni keyfin böyle iste- dı qiuniyzçekdı Bu gece be. nimsin.. Dedi, — Pon her gece, her gün, her saat seninim, Fakat, terslik et- me de bu gece şu yağlı aveli sız- dırayım, Hüseyin, pos bıyıklarına elini attı, kaşlarını çattı: — Olmaz dedik a.. Olmaz.. Dedi, kezti attı. İ Yosma bin dereden su getir- meğe çalıştı, Yalvardı, yi , — —— ÖYKÜSÜ (HİKÂYE| A ARİ — Ana ben boyun eğemem kimselere... İşime karışma.. Aradan günler geçti... Ko « vanlardan birinci petekleri al - ma vakti gelmişti. Gül, herkes gibi yüzüne tel örtü, eline çul e- lek takmazdı. İçi buz gibi serin ve taze sulanmış arı damına girdi... Öyle korkusuzdu ki ko- vanların kapakl arını açtı. Petekleri çıkarmağa baş- ladı.. Yüzünde sevinç Hi bir gülüş vardı. Fakat bu gü- lüş su damlayan bir ateş gibi sönüverdi.. Çünkü bütün arılar kızmış içeri doluyorlardı. Her gün saçlarında dolaşan, göğ - sündeki çiçekten bal alan ko « caman sarıca arısı sürüsünü ar- kasına takmış gidiyordu. Gül kıskananların arılarını — kızdır - dığını anladı. Fakat iş işten geç mişti. En önde giden kocaman sarıca arı onu açık gerdanmdan soktu. Dışart gözleri yaşlı çık- ünü solgun, biçimi ni kırık gö — Kız Gülüm noldun böyle.. Açık arı damı kapısından sa- rı sesli bir duman gibi arılar çı- kıyorlardı. Hepsi karışmış, ko- vanlarda arı kalmamıştı. Gül yaşlı gözlerle onlara baktı... Baktı: — Anacığım, dedi. En sevgili sarıca arım beni soktu. Bağ - rımda ağu (zehir) su yanıyor sanma... Çünkü benim asıl ağ - tım bağrımda değil yüreğim « de... Sarıca arım benim yüreği- mi ağuladı.. Yaşlı gözlerle ağaçların dört yanmda dönen arılara bakıyor- du: — Umutlarım tükendi ana... Kolum kanadım kırıldı... Dün « yada hiç bir şeye güven olmu - yor. * TAN | Gündelik Siyasi Gazete İstanbul, Ankara caddesi (Tan) Telefon numaraları: 'Yazı işleri ... 24319 İdare kısmı , ... 24310 'Telgraf adresi : İstanbul Tan; Abone bedellerir Türkiye Ecnebi mem- ü leketler çi ml ilânlar şirketine müracaat edilme- Bi Türkiyenin en farla okunan gaze- tesidir. Küçük ilânlarınızı bu güzete- ye vermek kendi kazancınızdır. Küçük ilânlar için fiyatlarımız: Bir defalık $ satıra kadar 30 kuruş. Satırdan fazlasına ve satır başına $ kuruş. İki dela için $ satır 5 kuruş ve fazlası için idareye müracaat edil- mesi, SAA serteldi, yumuşadı, — diklendi, gevşedi... Hiçbirisi son vermedi. En sonra kendi kendisine: — Ben yine işimi bilirim mo- ruk... Dedi, sustu. Canım çifte telli Gece yarılanmıştı. Hüseyin'in başı bulutlandı. Konuklar da bardak bardak rakı içiyor, eğleniyorlardı. Hep- sinin yanında birer kadın da be- raber gelmişti. Yosma: — Ben hastalandım. İçki do- kund a"ba?. Diye ağıza başladı, ve en so- nunda: - Haydi git yat.. Buyruğunu aldı. Babalığın eğlencesi yerindeydi, Yosma'yı unutmuş , sağında solunda bir sürü yosma vardı! Yosma işini yoluna koydu, #“ssizce cdadı . erışnkmnwıoız— ra mant sunu kaptı, hemen so- l sılaştığı arabaya kak kapısından fırladı, ilk kar- atladı: - ÇArkasıvar|