— ISTA B;Ekal Dükkânlarını Dolaştım Bizim matbzanın alt yanım- biraz düşünceli daki bakkalı bulduk. Belki de züğürtlemiş, eski defterleri karıştırıyordu. Beni yanımda fotoğrafçı ile gö rünce ürktü: — Hayırdır inşallah... Böyle zabah zabah ne var? — Seninle konuşmağ e dik, dedim, AĞ Şüpheli gözlerle beni süzdü: — Ne komışacığun? — Bakkalla ne konuşulur.. Pastırmadan, peynirden, yağ- dan, pirinçten.. I-'oloğrafçıyı gösterdi: — Ya, bu (efendi) ne idecek? — Dükkânın resmini alacak.. İlk işi, defterini kapamak ol- du: — Tükenin iresmini çekip te ne olacak? — Gazeteye basacağız.. , Sinek koğar gibi elini salla- dı: — Sizin işiniz yog mu Alla- hını seversen... — İşimiz bu... dedim, Kaşlarını çattı: — Geç beni sen, geç... Sonra; arkamızdan seslendi: — Aşağı tükene.. aşağı tüke. ne'. Sirkecide, tramvay yolu üs- tünde 49 numaralı bakkal dük- kânının sahibi Niko Angel oğ- lu, daha nazik çıktı. Fakat o da, Öteki gibi resminin alınmasını istemiyordu: — Bizde gılıh yoh, gıyafet yoh... Sakal disen bi garış ol- müuş.. — Korkma, resimde sakal belli olmaz! dedim ama dinle- temeyince fotoğrafçıya küçük bir işaret çaktım. Bay Nikola, tam Büu sirada defterinin üstüne eğilmi Hilmi, şıp diye res- mini çekti. Bakkal Niko, bakkalların ço- ğu gibi, belli ki hesabını gayet iyi bilen-bir adamdı. Müşteri yüz paralık biber alsa, hem delterine geçiriyordu, NBUL BAKKALLIĞ TAN Bakkal, yazıcımıza dileklerini anlatıyor. Bakkal dükkânı içinde ne ararsan bulursun! Peyniri bu kadın alacak sanma! Onu karşıkı konaktan Bir aralık birisi seslendi: — Domates peltesini unuttun Usta Nikol!.. Bakkal başını kakdırdı. Bizi gösterecek gibi oldu, sonra yine vazgeçti, fakat dudakları ara- sından hafifçe mırıldandı: — Adama irahatça aksata et- tiriyorlar mı? 4 Ben aldırmıyarak işi pişkin- liğe vurdum: — E.. anlat bakalım, Bay Ni- ko.. Bakkallıktan memnun mu- sun? — Tam üç yüz elli gram etti. Üç tene de kutu balığı saracak- sın! unutma, lokantaya şarap gündereceğiz, Neden sonra bana döndü: — Bi şey mi dedindi? — Bakkallıktan memnun mu- sun, dedim. — Memnuün olunmaz mı? Bi- zim zanaatımfız bu... Liranın üs- tünü verdin ya... Haydi bereket wersin |.. — İyi sirkeniz var mı? istetdiler! — Var, hem de aylası... Kilo- luk mu istiyon? Tekrar bana döndü — Biz bakkallığa, küçük yaş- tan başladık. Senin ağnayaca- gin çekirdekten yetişdik. Bak- kalık deyip geçme! Saatçilik- ten daha ince zanaattır, Müşte- Nnin nabzıma göre şerbet vere- ceksin. Bir adam, istersen mil- yonlan lirası olsun, çekirdek. ten yetişmedikçe bakkal ola- maz. Sermayeyi çabuk kediye yükletir. — En çok neleri satıyorsun dükkânında? — Bizim burada; şarap daha çok gider. Peynirdi, kutu balı- ği idi, sucuk, pastırma idi onlar da şöyle böyle gider... Az buçuk yağ, tuzlu balık, makarna filân da satarız, — Veresiye mal satıyor mu- sun? Cevap verecek yerde, duvara asılı tabelâyı gösterdi:; — Aha, şunu oku... Ökudüm: “Veresi diye yazıyordu, Dedi ki: — Müşterini; sın, Biz son sözi zü önceden söyleriz. Dünya değişti. Herkes alacağma şahin, vereceğine kar ga.. Elinle - verirsin, ayağınla ararsın !... Bakkalın bizimle daha fazla meşgul olacak vakti yoktu. Ö defterinin başına geçti. Biz de yola düzüldük. Galtada, 187 numaralr dük- kân sahibi Talât Mutuk anlatı- yor: — Bakkaliye eşyasından olan şarabın eski sarfiyatı “7imadı. İnhisar İdaresi kilo | çına beş kuruş inhisar resmi alıyor. Ki- loda kırk para da müdafaa ver- gisi veriyoruz. Toptan 17 kuru- şa sattığımız şarabın hakiki sa- tış bedeli 11 kuruşa iniyor. İl kuruşa şarap.. hani bunun cibresi, hani dükkân masrafı, hani şişesi... Kazanç, hemen de yok gibi bir şey.. İnhisar, şaraptan aldığı res- mi indirmelidir. Satılamıyan şarapları, somaya tahvil ederek inhisara veririz, İnhiser, bunla- rın yüz derecelik iki kilosutlu 18 kuruşa alır. Bu para, soma. nın bize mal olduğu fiat bile de- ğildir, Hasılı şarapçılıkta iş kalma- dı. Bunun neticesi tabii bağcı- lara dokunuyor. Şaraplık üzüm yetiştirenler, masraflarını zor çıkarıyorlar, Galatada, 119 numarada tü- tüncü ve bakkal Mehmet: | — İnhisar İdaresi, satış üze- | rinden bize çok az kazanç bıra- kıyor. Tütünden — yüzde üc bu- çuk, rakıdan yüzde altı - sekiz, Sonra muhitimizde ciğara ve rakı satanlar gitgide çoğalryor. * Elli metrelik yerde tamam yedi yoktur!” tırı kırılma» | NE HALDE? girdiğim zaman, fakir bir kadın da, ardım sıra, 250 gram un al- mağa gelmişti. Bakkal unu terazide tartıp verdikten sonra, gülümsiyerek: — İşimiz gücümüz un sat- mak, dedi. Başka şey istiyen yok ki... Un satışı da olmasa ha- | limiz neye vaçır bilmem... Sordum: —Şeker filân satmryor musu- nuz? “Alay mr ediyorsun” der gibi yüzüme baktı: — Bizim buralarda şekeri, sütten başka şey içemiyen has- talar için alırlar. Unla fasulye.. bir de arasrra nohut... Şeker gi- bi; konserve gibi şeyleri, çeşit olsun diye bulundururuz. Arada bir, o da ay başları, birkaç kilo şeker sarfettiğimiz vardır, Geri kalan günlerde varsa un, yoksa un... Bir kaşar peyniri tekerleğini bıçakla keserken, yaşlı bir ka- dın başı ucunda bekliyordu. Güldü: — Peyniri bu bayan alacak zannetmeyin, Karşıki konaktan istettiler. İki yüz elli gram tar- tıp oraya göndereceğim. Salâhaddin Güngör e Karamanlı Bakkal Tipleri Kalmadı Bakkal denilince hatıra ilk önce, şişman bir Karamanlı ti- pi gelir, Yağlı bir ens-, “ırlak bir göbek, simsiyah, p yak- lar.. Elinde uçurtma & çıdın- dan yapılmış bir yelpaze, dur. madan sinek koğan bir adam. Eski Karamanlı bakkallar, İstanbul mahallelerinin başlıca şahsiyetleri idi. İmamdan, muh- tardan sonra mahalle bakkalı gelirdi. Bunlar, mahallenin- içini, dı- şını bilir, olanı biteni herkesten evvel haber alırlardı. Mahalle- de biri mi aranacak, birisi hak- kında malümat mı almmacak, ilk çalınacak kapı, mahalle bakka- lenım kapıstı idi. Karamanlı bak- kallar, mahallede oturanların Bakkal, kafasını defterin içine gümmüşdü. tane tütüncü var. — En çok hangi cıgara sürü- lüyor? — Sekiz kuruşluk üçüncü ne- vi cıgaralar.. Öndan sonra, on bir buçuk kuruşluk birinci nevi- ler geliyor. Yenice cıgarası tek tük.. Lüks cıgaraların yüzüne bile bakaân yok... Ö sırada bir müşteri geldi; cam tezgâhın üstüne hovardalı- ğa çıkmış bir mirasyedi tavrile ik el kırklık fırlattı: — Cığara ver! Tütüncü, sekiz kuruşluk pa- â:tlcn üç cigara çıkararak ver- i. Sonra bana bakarak: — Gördünüz ya, dedi, müşte- rilerimizin çoğu şimdi sekiz ku- ruşluk cıgarayı bile tane ile alı- yorlar, Galata, ne de olsa geçit yeri sayılır. Acaba şehrin kenar ma- hallelerindeki — bakkallar — ne âlemde idi? Şehremininde Halk Bakkali- yesi sahibi Emin'in dükkânına hepsini ayrı ayrı süzgeçten ge- çirir, hepsi hakkında, inceden inceye malümat toplar ve neti- cede hepsi için ayrı ayrı not ve- rirdi. Bu notla, o adamım itibarı ar- | Bugün peşin i Yarın veresi! | | Bakkalların çoğu, niçin krediyi kestiler ? Bakkalirkta müşteri tutmak için en be'ibaşlı çare, veresi- ye mal vermekti. Vaktile İs- |tanbulda müşterisine görc, Vayda 100 - 150 liraya kadar İkredi açan bakkallar — vardı.| | | Bu yüzden, büyük bakkaliye İeşyasınm alım ve satımı ma- | halle bakkallarma inhisar et - miş gibi idi Sadeyağ, zeytin- yağı, pirinç, şeker, — fasulye,| nuhuttan, süpürge ve ketefi| ! tohumuna kadar, evir. yiyecek | !ve kullanacak bütün eşyasi mahalle bakkallarından te - darik edilirdi, Son senelerde, mahalle bak- kalları, kredilerinin yüzde 90 nını kestiler. pek sağlam müş- 'terilerine. ©o da muayyen bir j miktarı aşmamak şartile kredi | açabiliyorlar, Bunun da sebebi; halkın mühim bir kısmının, gündelik geçim —muvazenesini temini edememeleridir. Bugün, hangi bakkala gir - seniz, dükkânın en göze çar- pacak yerinde: “Veresiye verilmez!” Yahut: “Bugün peşin, yarın veresi- ye!” Sözleri yazılan birtakım levhalar görürsünüz. Bu yazır lar, daha ziyade, yabancı müş- teriler için oraya konulmuştur. Yoksa, her dükkânın borcunu gününde ödiyen sağlam bir kaç'müşterisi vardır ve bak- j | !hu böylelerine, dediğimiz İ İ gibi, az çok veresiye mal s2- tarlar, Yalnız o eski hudutsuz kre- diler kalmamıştır. Bakkallar: krediyi kestiklerinden memi> nun değillerdir. Konuştuğu" muz bir bakkal bize dedi ki: — Ktediyi kesmenin bak: kallara çok ziyanı dokundu. Eski alış verişin dörtte birini tutamıyoruz. Müşterile rimiz, şuraya buraya dağıldı- laı, Evine toptatı yiyecek alaft evlerin hiçbiri bakkaldan ali$ veriş etmiyorlar. Şehrin kalabalık yerlerinde büyük kooperatiller açıldı. Bü kooperatifler, müşterilerimi * zin çoğunu aldılar, Şimdi bize kala kala, on beş günde bir Y kayacağı çamaşır için el! gram sabun almağa gelen ya” van ve tatsız müşteriler kaldi. Bunların da varlığı ile yoklur ğu bir... Bir de şehir içinde çok bak- kal var, Bunlar, zaten gitgidt azalan müşterilerin büsbütün dağılmasına sebep oluyorlar. tar veya eksilebilirdi. Eski mahalle bakkalları hâ” yırlı işlere de ön ayak olurlar” dı. Mahallede evlenecek del kanlı, verilecek kız varsa, bül” ları başgöz etmeğe ça'ı: vazifesini de lerdi. Bakkalın yerden selâm 3F dığı, önünden geçerken yol vef” diği adam, muhakkak ki, Mâ” hallenin en itibarlı adamı idi. Son senelerde, bu eski Kari”, manlı bakkal tipleri kalmad' Şarabcı hem şarab aolduruyor, hem de derd yan