L TAT Yazan: “'TAN " an tefrikası * 28. sFATIH 2 Nizamettin NAZIF aai ö Lağlilen aa e aç “..Ben, Benden Evvel Gelmiş Olanlara Hiç Benzemem zaman hazır ve nâzır olmağa ve her iki kıtadaki ihtiyaçlara der- hal cevap vermeğe mecburuz. merhumun padişahlığı zamanında Macarların Türk ül- kelerine yaptıkları hücüm ve ta- arruz üzerine Anadoludaki o dumuzu Rumeliye - geçireci miz zaman yabancı — gemilerin denizlerimi dolaşmasından ne sıkıntıl. tizi hatır - larsınız. Binaenaleyh ben karar bulunuyorum ki — bizim ç kimsenin en - İ lerine sahip olamayan hükü darın hissesine büyük utanıçlar tüğünü bilenlerdeniz. Ben iğiniz bu hisarı yap - ç edeceğim. Bu hi- sar kurulacaktır Çelebiler! Ve bu sözlerin, murahhasları, yıldırımla çarpılmışa döndür - düklerini görünce sesini bir per- de daha yükselterek: — Yer, zaten bizimdir! - diye haykırdı - Ötedenberi Asyadan Avrupaya hep bu yerden geçmi- $Şiz, Eğer aramızdaki sulhun devamını istiyorsanız, bu mese- leye karışmaktan vazgeçmeniz, ikide bir banabu işten bahsa kalkışmamanız lâzımdır. Şayet maksadınız, bizi buralardaki ge- çit hakkımızdan mahrum etmek | ise o zaman mesele değişir. Ama siz ve imparatorunuz haddinizi bilmekte devam ettikçe tarafım- dan bir zarar görmiyeceğinize emin olabilirsiniz. Tekrar edi - yorum: Haddinizin daires'nde kaldığınız müddetçe, bizim işle- rimize hiç karışmamanız ve hâ- disele mağa kalkışmama - nız şartile ne sulhu ihlâl edece- ğim, ne de sulhu bozmağı düşü- n im. — Fakat aksi takdirde, menfaatlarımı korumağa mec - bur olduğumu zannediyorum.,, Bunun üzerine murahhasla - tın Kostantiniyeye dönmelerine Müsaade etmişti, Tabii, şehre döner dönmez onların da ilk iş - | leri, gördüklerini, — bildiklerini Ve işittiklerini imparatora, ku - Mmandanlara, — imparatorun en fazla eminiyet ettiği adamlarına anlatmak olmuştu ve sözlerini bitirir bitirmez bir ağızdan ilâ- | ve etmişlerdi ki: “— Edirnenin Mehmedi yalnız söz söyliyerek yaptıklarından menetmek im - kânsızdır. Onu Anadoluhisarı - nın karşısındaki kıyılardan yal- vararak uxıklı.şunn.gı çilı' : mak gülünç oluyor. — Eğer elde kâfi derece kuvvetli bir ordu ol- saydı sizden ricamız şu olacak - tı: “İmparatorum harbet! Bu a. dama haddini ancak kılıçla bil. direbilirsin!,, yeni sultanı Tabif asıl gülünç olan da bu'- rasıydı. Ne yapabilirdi bu impa- rator? İkinci Mehmedin karşı- sına hangi kuvvetle çıkabilirdi? Maamafih imparator daha ilk &nda düsmanın ne yapmak iste- diğini anlamış bulunuyordu (1). Anadolu hisarma — geldiği gün ilk işi bir kuvvet hazırlamayı dü sünmek olmuştu. Fakat yaptığı bütün hesaplar, kendisini, ken - disinin de güldüğü neticelere u- Taştırmıştı. — Elinde o kadar az gemi ve hele — o kadar az asker vardı ki... Ve bunları harekete getirmek öyle zordu ki. Bir kere on Bizans kadırga - sından ancak iki — tanesi şöyle böyle işe yarar — gözüküyordu. Askerlere gelince; bunlar ku - marla kadından baş kaldıramı - | yan bir takım sarhoş serseriler- den baska bir şey değildiler. İşte bunun için Kostantin, düş- manının en korkunç hareketleri karşısında elleri kolları bağlı bir seyirci gibi davranmağa mecbur n hükümdarının kazma, kürek ta- şıyan hamallarını bile Avrupa | kıyılarından kovabilecek kuvvet toplayamamıştı. e Bizans tarihine bir başka ba- kımdan renk ve hareket vermiş olan müverrih Dukas, ikinci Mehmedin Kostantiniyeden ge- len sefirlerle hakaretli bir lisan kullandığın - dan bahsetmektedir. (2) Güya ikinci Mehmet kaşlarını çatmış... ve: “— Eğer bir daha buraya gel- mek ve mânasız - gevezeliklerle beni tâcize kalkışmak - cüretini gösterecek olursanız, derileri - nizi, diri diri yüzdüreceğim. Demiş ve “Kostantin Dıraga- zes” e şu cevabı göndermiştir: “— İmparatorluğun İstanbul surları dışında kalan bütün top- rakları benimdir; benim emrim- le idare olunan yerlerdir. Bura- larda her istediğimi yapmaktan menedilemem, — Babam Macar harbından sonra siz, Şarki Ro- malılar onun Boğazdan geçme- sine mâni olmak hainliğini tec- rübe etmiştiniz. İşte Rumeli ya- kasında bugün yapmak istedi - ğim hisarın esası o gün tasar - lanmıştı. Babamın yapmak iste- yip yapamadığı şeyi — yapmak ben oğluna düşen büyük bir va- zife değil midir? Babamın hâtı- rasına hürmetten beni kim me- nedebilir? — Size söyliyeyim ki, benim önümde durulamaz, zira ben, benden evvel gelmiş olan - lardan hiç birine benzemem, dikten sonra — imparator kendi topraklarında, harıl harıl çalı şan ve her gün bir başka düş - manlık yapan Türk hükümdarı- na karşı hiç bir harekette bulu- namamıştı. Ama böyle bir hare- kete kalkışmağa nasıl muktedir olabilirdi? Bununla beraber, Kostantini- yedekilerin büsbütün boş otur - duklarını — sanmak ta bir hayli hatâlı olur. Bizanstan derhal u- çurulan sefirler Venediğe, Papa ya, Moraya, Ege adalarına dağı- lıp haberler salmıslar ve bütün Hiristiyan âleminin kapılarını girır birer çalmağa başlamışlar- L İkinci Mehmet bunun da far- kındaydı, Edirne sarayı uyumu- yordu. Her Bizans sefirinin ar - kasına bir veya iki tane de Türk gizli memuru takılmıştı. Bunlar gittikleri yerlerde bol para sar- federek ahvali öğreniyorlar ve muhtelif hıristiyan memleketle- rinin Bizansa karşı olan düşün - eelerini Türk hükümdarına bi - rer birer bildiriyorlardı. İkinci Mehmet, bu işi de ka- ıye“'*ilâ::"i Zagnos paşa vasıtasi- € ettiriyordu. Sözü gene verelim: “İlkbahar yaklaştığ hükümdarım otuz harp açnan, ile bir hayli yük taşıyan "m.', Geliboludan boğaziçine doğe, hareket ettirmişti. Bu gemilerin her birinde taş, horasan ve de . mirden başka,bu — gemileri her ihtimale karşı, korumak için bir çok babayiğit asker de vardı. Kendisi karadan kâh atını dört nala kaldırarak, kâh bir nokta- da durup etrafı uzun uzun tetkik “Kıritovolos” a dân Boğaziçine, Boğaziçindeki | o Bizansı korkutan mevkie ulaş- mıştı.,, İkinci Mehmedin ilk işi boğa- zı ölçtürmek olmuştu, ki Rume- li hisarını kurdurmak için, Aya- mihailon kilisesinin — enkazına olmuştu.Değil askerlerini, Türk son tekmeleri vurdurduğu za - konuşurken çok | ederek tam yedi günde Gelibolu- Bazı kadınların sevdiklerine karşı sonsuz fedakârlıkları dil- lere destan olmuş, romanlara geçmiştir. Fakat umumiyetle kadınlar sevdiler mi, fedakâr olurlar. Bunu yalnız 'zmirde Hasan sokağında A, Canip imzasile mektup yazan zat pek anlama- | mış görünüyor ve diyor ki: “Hizmetçisi, uşağı ,köşkleri, her türlü lüksü ile zengin bit kız tasavvur ediniz. Önun kar- şisında ben, orta halli bile de - nemiyecek kadar mütevazı ya- şayan orta yaşlı bir adamım. Şimdiye kadar evlenmı miştim; ona bir m->cliste rastgeldim. Et- tatında benden çok genç, ben- den çok zengin birkaç kişi per- vene gibi dönüyordu. Ahbap olduk. Galiba biraz resim yap- tığım için, biraz keman çaldı- ğim için benimle alâkadar ol- du, Uzatmıyalım, seviştik. Onunla “evlenmek — aklımdan geçmediği gibi böyle bir şeyi onun da düşünmediğini, bahsi- ni etmemesinden anlıyordum. Bir gün işimden çıkarıldım, büsbütün parasız kaldığım za- man bu kız bana hatırı sayılır bir yardımda bulundu. Aylarca işsiz kaldım, bu sırada onun ra- bıtasında en küçücük bir gev- şeklik şöyle dursun, daha çok | kuvvet gördüm. Derken ayda bana ancak 6S lira getiren baş- ka bir iş buldum ve bu para bir tek lira artmaksızın iki sene geçti. Bu İk. sene içinde onu İzmirin yüksek mevki sahibi iki zengini istedi. Hele birisi zengin, genç, güzel, Avrupa görmüş... Fakat o bunları bana söylerke Ben evlenmiyece - ğim ki... Ne diye beni istiyorlar bilmem" diyerek beni derhal teselli ediyor, fakat bir taraftan da kırıyordu. Evlenmiyecek, demek ki, benimle evlenmeği de aklından geçirmiyor. Bunda ne kadar haklı olduğunu yaz- mağa lüzum yok. Fakat insan bu hakikati kolay kolay kabul etmiyor. Size asıl yazmak istediğim şudur: Geçenlerde bir gün sabahles yin erkenden buluştuk. Gece uyuyamadığiını, bana bir şey söylemek istediğini söyledi. Bir mahallebicide oturduk. İlk sö- zü: “Sen benimle evlenmek is- temez misin?" demek oldu. Bir- den şaşırdım, sıkıldım, heye- candan bunalır gibi oldum ve yine bu şaşkınlıkla: “Hayır, de- dim; yaşlarımız ve hallerimiz | biribirinden çok uzak...” Bir sa- niye durdu. Gözlerimin içine baktı; — Yaş meselesi seni değil, beni alâkadar eder. Sen ona ka- rışma, Benim servetime gelin- ce, eğer bu seni rahatsız ediyor- sa babamdan on para almıyaca- ğim; senin aylığınla yaşarız. Heyecandan gözlerim doldu, ellerini öptüm ve daha sakin bir günde karar vermek üzere ayrıldık. Aradan on gün geçti. Önu avutuyorum. Çünkü inanamıyo- rum. Bir kadın, bu kadar feda- man bü yer ile Anadolu hisarı- nın arasında denizin ancak yedi “stadyon,, (3) uzunluğunda ol- duğunu biliyordu. Bundan son- ra etraftaki tepelere çıkarak hi- sarın yapıldığı ânda bu tepelere ne derece hâkim olabileceğini u- zun uzadıya kafa ve göz yorarak hesaplamıştı, Bundan sonra surların uzun- luğunu, ne tarzda yapılacakları- nı, kulelerin ne yükseklikte ola- caklarını hep kendisi birer birer tarif etmiş ve adamlarının fikir- lerini'dinledikten sonra kat'i kâ- rarını vererek temelleri attır - mişti. Genç hükümdarın maksadı bu |le yalnız evlât r Seven Bir Kadının Fedakârlığ! kâr olabilir mi?..” Kadında merhamet, şefkat ve sevgi Şüphesiz kadınların daha bir- | çok hisleri de vardır. Fakat bü- tün hisler ancak aşktan sonra doğar. Bunun böyle olduğuna iman ediniz ve bi'iniz ki, seven | bir kadımn her türlü fedakârlığa hazırdır. Seven bir kadının ya. pabileceği fedakârlığı biz er- kekler düşünemeyiz bile... Bize yalnız: “Bir kadın bu kadar fe- dakâr olabilir mi?” diye soran İzmirli okuyucumuzun sualine cevabımız budur. e Karı koca - ihtilâflarının bin bir nev'i arasında bir de çocuk meselesi vardır. Çocuk terbiye- si ve çocuk sahibi olup olma mak meselesi... Çocuk terbiye- sindeki ihtilâflar da pek yaba- na atılmamak lâzımdır. Birisi yüz verir, öteki son derece ağır hareket eder, Birisi bir mesleği, öteki başka bir tahsil şubesini ister. Fakat bu çocuk olduktan sonraki ihtilâf.. Ya olmadan evvel, yani doğrudan doğruya çocuğun hayatma ait olan ihti- lâf.. Bir taraf çocuk sahibi ol- mağa can atarken, öteki bunun tamamile düşmanıdır. İşte bu ihtilâfin önüne geçmek kolay değil, Behiye imzalı mektubun sa- hibi şunları yazıyor: “Üç senedir evliyiz. Ben bel- ki çocukluğumdanbdesi bir ço- cuk ahibi olmağı kurdum. He- sahibi olmak için evlendim, dersem yalan söylemiş olmam. Ne yapayım? Bu bir kabahat ui? Fakat ko- cam için bu, akıldan geçmiye- cek bir deliliktir. Hem de en büyük deliliktir. Bünun için kaç kere ağladım, sızladım. Kaç ke- re hayatım tehlikeye girdi ve onunla beraber katil oldum. Bu gün yine aynı vaziyetteyim, Ev- lât sahibi olmak için can atıyo- rTüm. Ö buna maddi imkân ol- madiğimı Datıas | beni cinayete yor. Ne yapabilirim? Bu defa da muvaffak olamazsam ayrıl- mağı bile düşünüyorum.” Zavallı kadın... Önun emsali ne kadar çok. Anlaşılıyor ki, | kocası biraz da çocuğun yükün- den, masrafından, bütçelerine açacağı rahneden çekinerek her şeyi göze alıyor. Falzat belki bazı adamlarda olduğu gibi, on- da da çocuk sevgisizliği vardır. Bunun birincisi büyük mahzur- dur, Kadın bazan bu mahzuru hiç kale almaz. “Allah onun da rızkını verir!” der. Bunu derke: kocasına çocuk aşkını yumuşa! lıkla aştlasa ve sonra onu yeni bir hayat için peşinden tasarru- fa hazırlasa muhakkak ki, mu- vaffak olur. Fakat Behiye'nin vaziyetin- de ayrılmağı düşünmek abestir. Yeni kanun, böyle sebeplerle ayrılmağı adeta imkânsız bir hale getirmiştir. Bir tek çare, tatlı söz ve yumuşaklıkla koca- ya çocuk sevgisini aşılamaktan vebazı emri vakiler hazırla- maktan ibarettir. işin bir ân evvel bitmesiydi. Bu- nun için, bu işi bir çok parçalara ayırarak, her parçasını yüksek rütbeli adamlarından birine ver- meyi doğru bulmuştu. “Sadra - zam” ma — “kayınpederine" ve kendisinede bu işbölümünden büyük birer yük düşmüştü. (Arkası var) (1) Françesin hatıratından - tarihi vak'alar, sayıfa 214. (2) Bu adam kulak — asmamalıdır. Fakat hadiselerin aleyhimizde nas:l değiştirilerek istismar edildiğini an- latmak için bu parçayı yazdık. (3) Bir stadyon ki eski — Yunanlı- lacın — ölçüsüdür. 189 metrelik bir Uzunluğu ifade eder. 7 stadyonn *1323,, metre eder, hep bir arada yürür. | 20- 5 - 935 Musiki köşesi — Resimde görülen eski marka arkalı piyanoya çok münasip bir köşe uydurmak lâzımdır. Piyanonun cilâsı oda- nın rengine uymak için silinebilir. Yukarda görülen musiki kö- şesinin, duvarları pembe kâğıtlı; eşyarım tahta kısmının rengi kakao, halı kayısı renginde ve perdeler bejdir, Sade ve Güzel Möbleler