SON POSTA Birinciteşrin 29 “Son Posta,, nın Hikâyesi SEVGİLİNİN SESİ UNUN YVazanm: Muazzez Tahsin Berkand 4MEEElWs Perihanın elindeki çay fincanı birden- bire titredi. Genç kadın bu kaba fincanı Wki elile tutarak ağzına götürdü, bir yu- Gdum daha içti, sonra nefesi kesilmiş gibi fabağa koyarak ellerini hasır koltuğun iki koluna dayadı, gözlerini kapadı. trafında her şey, müdhiş bir fırtına- ya tutulmuş gibi dönüyordu — gimdi... Gölgesinde oturduğu yeşil çınar, bahçe- nin beyaz örtülü masaları, tahta sandal- yaları, bir saattenberi sokağın başında bir heykel gibi dimdik duran kâğıd hel- vacı, karşıdaki deniz, sandallar, sandal- — cılar, her şey sallana sallana dönüyordu. Perihan, etrafındakilerin gözünü ken- p dine çekmemek için hasır koltuğuna da- ha iyi yaslandı; vücudünü aşağı doğru kaydırarak omuzlarını arkaya dayadı... Başını koyacak bir yer bulmak istiycr- muş gibi gözlerile etrafını araştırdı. — Ne oldun Perihan? Nerminin bu suali üzerine masadaki- ler genç kadına baktılar. Evvelâ kocası, zorla heyecanlandınmak istediği lâkayıd bir sesle sordu: — Hasta mısın? — Hayır, hayır, bir şeyim yok canım. Keyfinize bakın siz. Bu güzel manzara karşısında şu güzel şarkıyı daha iyi duy- | mak için gözlerimi kapadım. Bizim hanım pek şair ruhludur; ala- turka musikiye de bayılır. — Şu iniltinin, kedi miyavlamasına benziyen şu ezik havanın nesini bilmem, — Yok azizim, Boğazın dekoruna da Bizin cazband gürültünüz hiç yakışmıyar doğrusu. — İşte, hep böyle ahtan oftan hoşlanan arelânkolik bir insan daha.. — Ne yapal elendim; biz böyle gel- dik, böyle gideceğiz. Hele sen sus ta biraz şu güzel şarkının zevkini çıkara- yım ben. sever sırtları koyulaşmış, denizin ma- 4 işti. i kapalı, kendisini hülya âlemine birı ştı artık... Küçük kah- vedeki gramofon durmadan çalıyordu. «Yıllar çekemez aşkıma bir perdel nis- Genç kadın bu sesle sarsılarak bayıl- mamak için dişlerini sıktı. Kocasına, et- İrafındakilere hiçbir şey göstermemek lâ- İzımdı.. bunun için de yüzüne tabil bir mana vermek icab ediyordu. «Yıllar çekemez aşkıma bir perdel nis- yan.» Ne yalan sözdü bu.. ne yalan yemindi Kanlıca körfezi.. mehtablı bir gece... Çılgın hülyalar, rüyalar, emeller ve ü- midlerle dolu bir Boğaziçi gecesi... Ay çılgın, sular çılgın, ağaçlar ve topraklar çılgın.. hele sandallarını suların cereya- nına bırakarak gümüş bir gölde yüzen genç çift büsbütün çılgındı — Söyle Reşad, benim şankımı bir da- ha söyle... — Bu şarkıdan korkuyorum ben Pe- |rihan.. acaba hakikaten seneler sana aş- kını unutturmıyacak mi? — Sana yemin ediyorum Reşad; dün- yada hiçbir kuvvet bana seni unuttura- maz; fakat sen?... — Ben mi? Genç adam başka cevab vermemiş, ka- lm sesile sevgilisinin en çok sevdiği bu içli şarkıyı söylemişti. Ne güzel gece idi.. gümüş akıntılı bir Boğaziçi gecesi... Perihan başını Reşa- dın omuzuna dayamış, sandalın sallantı- sile hafif hafif sallanarak kendisini hül- ya âlemlerinin efsanevt güzelliğine bı- rakmıştı. — Seni hiç unutmıyacağım Perihan. — Benden ayrılırsan ömrüm susuz bir çöle döner, artık saadet yüzü görmem Reşad... Ayrılma benden, aldatma beni |Reşad..: — Sana yemin ediyorum sevgilim, son nefesime kadar seninim... Ölüm bile be- nim elimi senin yumuşak, ince ellerin a- rasında bulacak... Ne yalan, ne iğrenç, ne alçakça bir ya- lan... «Yıllar çekemez aşkıma bir perdel nis- yün.r Gramofondaki şarkının son nağmeleri Jiçli bir hıçkırık gibi yavaş yavaş söndü; fakat Perihan gözlerini açamıyor, ken- disini çeken eski hatıralardan, ömrünün — Uyuyor muüsun Perihan? — Hayır kardeşim, bu güzel akşamı seyrediyorum. — Böyle gözün kapalı iken mi? — Evet, renkleri içime sindirmek için gözlerimi kapıyorum. Gümüş parıltılı, çılgın Boğaziçi gece. sinden bir hafta sonra Reşad tahsil için Belçikaya gitmişti. İlk haftalar uzun, içli, sevgi ile dolu mektublar.. sonra yavaş yavaş daha kısa haberler.. en sonra... Hiç... Zavallı genç kız onu tam üç sene, ilk günlerin canlı ateşi ve aşkile beklemiş, onun yoluna bakmış, onu çağırmış, bu uzun bekleme günlerinin sonunda da, a- ilesinin zorile Fahirle evlenmişti. İnce, hassas, içli Reşadın yerine, âdi, kaba, buysuz, hödbin Fahir... Fakat Reşad niçin gelmemiş, niçin o- nu bekliyen sevgilisine bir haber yolla- | namıştı? | Tam beş sene sonra bir gün Kadıköy Viskelesinde Reşadla karşı karşıya — gel- |mişti. Yanında sarışın, kukla gibi süslü bir kadın ve küçük bir çocuk vardı. Ka- |Gn çocuğile fransızca konuşuyordu. Gözgöze geldiler... Reşad birdenbire |adımlarını şaşırmış gibi durarak ona bak- tı. baktı. Perihan, yürü: bir çift gö- zün ensesini delip geçtiğini hissederek ürpermişti. Demek ona yeminlerini unutturan, o güzel geceyi unutturan, öütün tatlı saa- det hülyalarını unutturan kadın, yabancı memleketlerde tanıdığı bu sarışındı! Pe- | rihan arkasında buz gibi soğuk bir el do- laşıyormuş gibi bütün vücudünün titre- diğini hissetmiş, fakat başını çevirmeden | yürüyüp gitmi — Karanlık oldu, renkler silindi, hâlâ |nereye bakıyorsun Perihat Kocasının biraz sert, dürüşt sesi genç kadını birdenbire daldığı hülya &- leminden ayırmıştı. — Gözlerini — açtı... Kandilli sırtları tamamile kararmışta... ndüklerinden, başının içinden geçen | — Başım ağrıyor Fahir; haydi gide- iİLÂN ETİBANK NAKLİYE İHALESİ | — Murgul'da tesis edilecek bakır izabehanesine Jlâzım olan takriben 20.000 ton malzemenin Hopa'dan, Borçka civarından kamyonlarla Murgul'a nakli işi bir müteahhide fhale edilecektir. 2 — Muvakkat teminat (5.000) Beş bin liradır. 3 — Bu işe taltb olanlar tahrirf tekliflerini 30/11/1938 tarihinde saat 18 e kadar Ankarada Eti Bank Genel Direktörlüğüne vermiş olmalıdırlar. 4 — Bu hususta tanzim edilen şartnamesi ile ihale mukavele projesi her gün Ankarada Eti Bank Ticaret Servisinden, İstanbulda Eti Bank Bürosun- dan, Kuvarshan'da Eti Bank Bakır madeninden ve Hopada Eti Bank İrtibat Memurluğundan alınabilir. ADYOLİN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM Her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. Senelik muhammen kirası 48 lira olan Karagümrükte Haticesultan mahalle. sginde Löküncüler sokağında 42 No. Fetva emini Nuri ef. mektebi 939 - senesi Mayıs sonuna kadar kiraya verilmek üzere açık artırma gününde isteklisi bu. lunmadığından pazarlığa çevrilmiştir. Şartnamesi Levazım Müdürlüğünde gö- rülebilir. İstekli olanlar 8 lira 60 kuruşluk ilk teminat makbuz veya mektubile beraber 1/11/1938 Salı günü saat 14,90 da Daimi Encümende bulunmalıdırlar. (.) — (7557) e Basurlulara müjde: Lülün dünyada milyonlarca basurluyu kurtaran ve bir aydır mevcudu Kkalmıyan Almanyanın meşhur basur ilâcı HEDENSAÂ GELDi Toptan satış yeri Bibçekapıda Cemal Nevrolcu ecza deposu Kalktılar... Genç kadın — hatıralarını, mazinin ağır bir yükü gibi amuzlarının üzerinde taşıyarak yürüme ulaklarının içinde, genç! dan ona acı, zehir gibi acı bir hatıra ge tirmişti. öselie YARINKİ NÜSHAMIZDA: Müdhiş bir cinayet şrini alan hain ve vefasız bir gı se linin yalancı fakat tatlı ve sıcak sesi u- |ğulduyor, senelerle sonra, onun avutucu ses'ni hâlâ varlığında duyuyordu. Nakleden: H. Alaz yan.» filminden kendisini ayıramıyordu. İüim linin sesi, uzak, çok uzak yollar- Orta yaş! ö kırlaşmış, es-| ruluğuna tutturalım. Elbette bizi bir mer bir adam olan dükkâncı, — fele - —-92 - | yere çıkarır. menk dilile, ken - — Hasan efendiye soralım.. o bize dilerine bir şey - |salık versin. ler söylemek is - (| — Hasanaki kendi isminin geçtiğini tedi. İhtimal ki, satılık malı kal - madığını ifade et- mek istiyordu. Lâkin, hepsinden cesaretli bulunan Takvor, — doğrü - dan doğruya ona Türkçe hitab ederek: — Eğerleyim yanılmoorsam, zatınız Osmanlısmız, değil? Dükkâncının gözleri parladı. Yağlı ellerini acele acele, önündeki kirli peş- temala sildi ve heyecandan titriyen bir sesle: Ah, bresi! dedi. Zenabin turk? Hay, na se haro! Adini nedir kuzum? — Takvor Kaşer.. — Kaseri, bre! Kaseri.. penir.. ah! Nasin derler, nah kokusu burnumda.. Eh! Yasu! Hos geldin! Oturunuz.. size ikram edeyim burek.. tatli.. faze taze.. mato Muhameti! Takvor, müteenni davranıyordu: — Dur, bakayim!, dedi. Evel beevel senin kim olduğunu ağnıyalım, — Ben: Hasan Nezati.. Hasanaki soy- lerler.. — Nerelisin? — Ziritli. Resmo kasabasindan.. — Buraa nasıl gelmişin? Umum marebeden sora olmamiş mumbandele? O vakit, orda ki bizi is- kân yaptilar, baktim iş yok, zeldim bu- raya, astim bu tukâni.. Ma.. oturunu, - kale! O efendi.. hanum.. — çimi onlar? Ehpap? Hisim?. — Ehpaptırlar.. Dur ki prezante ede- yim: Bay Gurabi.. bu da bayanıdır. — Müuslimani, bre! Zel, upeyim! Traşı uzamış yanağını, Gurabi! e - fendinin suratına bitiştirerek, yüzünü gözünü öptü.. — Nerden zeliyorsunuz? |duyunca arzı hizmet etti: — Buyurun pasam! Emredin! — Saat dokuza kadar buradayız. Va: purufnuz o saatte kalkıyor. Bir parça — İstanbuldan. İçinde birdenbi - re İstanbul hasreti alevlenmişti. Göz - leri yaşardı., — Istanbbldan.. Estanboldan.. — dedi.. ah, efendim, © Is - tanbol! O Beyinizin oğlu! O Boğazinizin içil O Arnavitkö - yun silengi! O Emi - nin onu!' O Kizinizi tasi.. o Şehzadenizin basil, Ne güzellik! Ne guzellik! Ma to allahi!, Dunyada bir tane!, Gurabi — efendi şaşkın şaşkın Tak - sorun yüzüne ba - kıp, sordu: — Ne diyor? — Ne dediğini ağnamcorsun? Bey - oğlunu, Arnavudköyünün çileğini, Bo- ğgaziçini, Şahzadebaşını, Kıztaşını, fa- lan filân arzulamıştır. onu ağnattı -| rahmetli büyük biraderden kalma, san- iyi geçmişti. İfakat hanım yerinde du- Toor. Hasanaki, ağlebi ihtimal kendi netf- si için bir köşeye saklamış olduğu bö- tekleri meydana çıkarıp, misafirleri - nin önüne koydu.. — Oriste, efendakimu! — Buyurun! Benim burek tipkisi Istanbol gibi.. yağ.. penir.. epsi birinzi.. epsi ekstra.. Diyerek malını övdükten sonra, Gu- rabt efendiye hitab etti: y — Hilâk.. biliyorsun? Açlıktan içi ezilen ihtiyar, bir yan- dan böreği atıştırırken, bir yandan da cevab verdi: b ı — Hilâli mi dedin? | — Evet. ı — Onu yapan bile kalmadı.. en son, dığın dibinde bir top vardı.. bizim ha-| tun bana bir iki don, gömlek yaptı.. giye giye onlar da eskidi, attık. Hasanaki hayretle dinliyordu.. — Yok, bre zânim! dedi. Ben soyle - miyorum don, yomlek.. ben dedim, bi- zim vazizi.. ğazetazi Hilâli!.. — Ha! Onu tanımıyorum.. Takvor atıldı: — Ben tanarım!, Bizim Koç bey ilen ehpapdırlar. Gazeteler üzerinde yazı ider, Kiyak mekaleleri vardır. Üstelik .şe)ın gezmek istiyoruz. Acaba ne tara- fa gidelim? Burada görülecek — neresi var? Rotterdam'a yerleştiği gündenbe - ri, hemen hemen, dükkânından dişarı: ya adım atmamış olan adamcağız, elile mübhem bir işaret yaptı. Dudağın. büktü.. ve nihayet: de gayet ilen eko - nom, yani ya ki muktesiddir. Hasanaki mem - nun oldu: — Hah! Bravo! O, bizim emseri.. pat - Ti aa a Gneetar | — Nah! dedi; bu sokak gidezeksi - sr;v!e anay benden | "İZ bole.. geliyor sarsi.. sonra bir mey- tok sölüm dan.. epsi bu kadar! — Söylerim.. baş -| — Yazık! Biz de burasını bir şey üstüne! sanmıştık!. Börekler yendi. Takvor usulcacık, — arkadaşlarına Bunların — nefaseti| göz kırptı, ve kendilerini dışarıya ça - ğırdı. Börekçiye teşekkür edip, çıktı - lar. Sokakta, ermeni, onu çekiştirmeğe koyuldu: — Hentin biridir! Salt börek etme- sini öryenmiştir.. koskocam şeirde ge- zilecek yer olmaz olur? Belli ki tu - kândan dışarı ayağını kommamıştır... O- nun yerinde ben ol&am, börek pişire - eoğime kendim pişerim.. İfakat hanımın, bu sözler gayretine dokundu. Takvoru haşladı: — Ayıb! Ayıb! Adamcağızın böreği daha kursağınızdan aşağı inmedi. He- çıktık çıkalı, her nereye gitti isek, gez-|mencecik giybete başlamayın. İzzeti - mek, görmek nasib olmadı. ni, ikramını gördünüz.. size insan gibi Ya başınıza bir iş çıkarır, yahud ki| muamele etti. Bir acı — kahvenin kırk lâfa dalarsınız. Bafur kalkıncaya ka -| yıl hakkı vardır, derler. Siz, beş daki- dar burada mı pinekliyeceğiz böyle? |ka geçmeden bu hakkı ayaklar altın - hususunda — herkes müttefikti. Sona et- tikçe, Hasanakinin de koltukları kaba - Tıyordu. Kalktı, dükkânın gerisin - deki mutfak gibi yere gitti. Biraz son- ra da, elinde dört filcan kahve ile gel- di. Bu da çok makbule geçti. Öteden beriden, memleketten, müş- terek Aşinalardan konuştular. — Vakit ramıyor, söyleniyordu: — Hep de böyle — yaparsımız! Yola Gurabi efendi: da çiğnemeye kalkışıyorsunuz. Allah- — Haydi! dedi; kalkalım. Nereye gi-İtan korkunuz, kuldan — utancınız yok deceğiz? mu? — Nı'ı'qı olursa, Şu caddeyi doğ - (Arkası vur)