No. 2194—509 lerini bir havaya uydurarak oku- mağa başladı. Bu sözleri ayrı adımlar atarak, güzel beyaz dişlerini bana göste rerek öyle hoş bir tavırla, kolumu öyle muhabbetle sıkarak söylüyor du ki, bende onunla beraber oku: mağa başladım. Çocuk gibi idik; bunu hissedi- yor ve bu helin güzelliğini bildi- ğimiz için keyifleniyordum. Birdenbire bir kömür ocağının önünde durduk. Kurumuş bir ha- vuz, unutulmuş bir ocak... Bilmi- yorum. Fakat burada toprak yur gurulmuş, ağaçlar ezilmiş gibi gö- rünüyor ve çalılar arasında kıvra- narak kızgıu göklerin fışkırdığı fark olunuyordu. Luiz bana bakarak dedi ki: — Kaybolacağımıza ihtimal ver- mezmitin 9.. — Hayır sevgilim |, — Ya kaybolursak ? Yarın, şimdi beyaz yatakcığında uyuyan zavallı yavrucak ne der). Dön- mek istermisin ? Söyle dönmek istermisin ? — Fakat evimizdeu ancak yir- mi dakika bir mesafedeyiz, fazla değil 1.. — Evet, evet.. Ormanlarda kay- bolan seyyahlar zannederim ki ev- lerinden ancak yirmi dakika uzak- tadırlar.. Ben bu kıvrılmış çirkin ağaçları sevmem.. Bunlamu kökle- ri arasında ne kadar böcek vardır!, Titredi ve eğilerek dikkatla kulak kabartan biri gibi : — Bak, işidiyormusun 1. Bu de- rin darbeleri işidiyor musun 9. Sus. Bak, bak, ne kadar derin, ne ks- dar derin |. Bu saatte orman için- de bu ne olabilir f, Güneş batıyor, artık dönelim 1. Dinledim ve hakikaten derin bir gürültü işitülm; fakat derhal sebe- bini keşfettim. Bu sebebi ona da söyleyebilirdim. Fakat, yanı başım: da ciddi, kulağı dikilmiş, ağzı yarı açık, gözleri benimkilerini sorgu- da görmekten o kadar hoşlanıyor; ve güya bana sığınmış gibi göğ- süm üstünde titrediğini hissetmek- teh o derece haz dnyuyorum ki, bir hodgâm gibi fütursuz cevab verdim : — Hakikaten bu garib!. Derin darbeleri işidiyorum. Haydi, gidib görelim. Bu uzakta değildir.. — Oraya gitmek mi 9. Sen de- UYANIŞ limisin George. Kulağıma pek yavaş: — Çok korkuyorum., Dönelim, rica ederim dönelim. — Ne kadar korkaksın!.. Bu- nun, kesim yerlerinde işleyen ya- neların tokmaklarından ibaret ol- duğunu anlıyamadın mı1.. — Yanıcılar diye beni aldat- mak mı istiyorsun ? Bu yarıcılar n6 yarıyorlar bakayım 1.. — Fıçı tahtaları yapmak için iri meşe kütükleri yarıyorlar. İşte garib hal bundan ibarettir.. — Emin misin 9.. — Evet sevgilim. — Bu yanıcılar namuslu adam:- lar mıdır?.. Evet; bilhassa bunlar! Ben kendilerini pek iyi bilirim; haydi gel, görmeğe gidelim.. Üç dakika- lık yol! Biraz çekiştirmeğe mecbur ede- rek beni takibe karar verdi. Bir kaç 'dakika sonra dünyanın en garib manzaralı bir yerinde, On- taryo gölü civarında ve Kobrun hikâyelerinde görülen vahşi konak yerlerine benzeyen iki üç kulübe- nin karşısında bulunuyorduk. Zihnen şunu tasvir ediniz: Yo- sunlu, karanlık, sık ormanın için- de; o rutubetli, yeşil kubbenin al- tında kaybolmak üzere mai bir duman çıkaran beyaz bacalı ve ağaç kütüklerile tahtalardan ya- pılmış kulübeler; etraftan yığılmış ağaç kütükleri; dağlar teşkil etmiş ve ehram şeklinde sıralanmış kır. mızımsı sarı bir renkte tahtalar; üzerinde bir kaç çamaşırın kuru- makta olduğa bir ağaçtan bir ağa- ca gerilmiş bir ip; kulübelerin önündeki düzleşmiş yerde, küçük bir alçak kapının önünde toplan- mış olan on kader tavuk bir ihti yar kadının atmakta olduğu yem- leri yiyorlar. Bizim yaklaştığımızı ihtiyar kadın: — Akşamlar hayrolsun müsyö, madam. Biraz girib ısınmak ister- misiniz $ Bu akşam çok serin! dedi. Lüiz bütün bu şeyleri bir ti- yatroğda güzel yapılmış bir manz&- raya bakıyormuş gibi seyrediyordu. İçeriye girdik. Ruradaki şeyler de dışındakilere uygundu. Köşe bucakla dolu intizamsız bir çekilde olan kulübenin ortasın- da, ocak yerini çeviren ve ateğleri görünce 231 tutan dört demir arasında gayet güzel bir ateş ranmaktaydı. Eski romalıların evlerinde ci- hannümalar ğibi çatı delik olduğu için ateş yüke çıkıyor, vw gülü ziyasının girip dumanların çıktığı açık ve geniş bir baca vücude gw tiren bu delikten ağaç dalları yarı karanlık görünüyordu. küllerin üstünde, içinde bir çif kaynamakta olan bir çömlek! Her bexit alüfis #olu olur ku- lübenin köşelerinde, biri çukur ya- naklı, tuğla gibi kırmızı vüzlü bir küçük ihtiyar olmak üzere üç kişi var kuvvetlerile baltalamaktaydılar, Bunlar baba, ogul ve damattılar, Birlikte yaşar ve senenin başından sonuna kadar az kış, kendilerine atulye hizmetini gören şu bulun- duğumuz kulübede daima meşe yararlardı. Tahminen haftada bir ker oğul köye giderek zahire alırdı. İşte okadar!.. Pazar günleri ise, bütün aile ağaçların gölgesinde top oy- nardı. Biz girince işçiler durdular. Her biri bizi selâmladıktan sonra ellerindeki parlak baltaları bırak- tılar. Bu, Miiw için güzel fülini müthiş manzaralı, iri, sivri, kalın demirli, kii #aplı, korkunç bir alettir. Lüiz oturduğumuz güçük sedi- rin üzerinde Yanıma sokuldu. İhtiyara: — İşinize mani olmayalım, de- dim. Teşekkür Vilerim Mösyö; biz de yemek yemek üzereyiz. İki genç adam baltalarını bıra- karak, yontulmuş dört ayak üze- rinde bir tahtadan ibaret olan 68- ki zamana mahsus bir sofraya ya- naştılar. Küçük, kalın, mavi top- raktan yapılmış tabakları koyar larken, ihtiyar kadın büyük bir mangal getirerek ateşe bir demet yonga atmakta idi. Şu garip ve kaba kulübede Lüiz bana ne kadar Zarif ve ns- rin; uzun eldiyebleri, Humuşsk küçük ünyie Kapıları, kıvrılmış elbi- sesile ne kadar nazik görünüyordu. İki elini uzatarak kendisini alev'wriri “irüklığından koruyor ve ben Türimiurla görüştüğüm sırda göz ucile svada çıtırdamağıı baş- layan yağı gözliyordu. Birdenbir ayağa kalktı ve ta