İnsan ilminin sadece bildiği kadariyle kâinata nisbeten dünyamız olduğu- na ve bu kadarcık bir nisbete bunca işleri, meseleleri, kemmiyet ve key- jiyetleriyle koca Arz küresi sığdığına göre, ilâhi kudret önünde insan beynine düşen idrak astırabının derecesini ölcmeğe çalışalım! Prof. Sa- lih Murat Uzdilek'in bir İngiliz âliminden naklettiği bu satırlar, müsbet bilgiler gözünde de ilâhi azametin en nefis bir tecelli ve isnat tablosu... öklerin esrarından Y ILDIZLARIN yaşlarına ait astronomik delil ile yüksek nüfuzlu radyasyona ait fiziki de- lili birleştirirsek maddenin ger- çekten yok olduğu, daha doğrusu radyasyona inkılâbettiği kanaatine varırız. Bu inkılân kâinatın esasi vetirelerinden biri oluyor demek- tir. Bu halde, maddenin korunma- sı keyfiyeti ilimden tamamiyle çı- kıyor ve kütlenin korunması ile enerjinin korunması birbirinin ay- nı oluyor demektir. Bu takdirde madde, kütle ve enerjinin korun- masından ibaret olan üc büyük korunma kanunu bire indirilmiş olur. Birçok şekilleri, bilhassa mad- de ve radyasyon şekillerini alan basit temel varlık bütün değişiklik- lerde korunmuş oluyor. Bu varlı- ğın tam tutarı kâinatın bütün fa- aliyetini teşkil eder ve kâinatta onun bütün miktarını değiştirmez. Fakat onun keyfiyeti mütemadi surette değişmektedir. Keyfiyette- ki bu değişim, maddi evimizi teşkil eden kâinatta mütemadiyen cere- yan eden başlıca vetire olarak gö- rülüyor. Eldeki bütün delillerden anladığımıza göre bu değişme, ih- mal edilebilecek derecede az müm- kün istisnalarla, daima aynı cihet- te vâkidir; katı madde daima mayileşerek maddi olmıyan rad- yasyona inkılâbediyor, yani elle tutulabilen her sey mütemadi su- rette elle tutulamıyana dönüyor. İlim adamlarının bazıları, ka- naatime göre bunların azlığı, bu son kanaate istirak etmiyecekler- dir. Gerci bunlar ne yıldızların ma- yileşip radyasyona inkılâbetmesi- ne ve ne de tabiatta mebzul olan ışık ve hararet menşeinin bundan ibaret olduğuna itiraz etmiyorlarsa da fezânın uzak derinliklerinde bu vetire ile serbest kalan radyasyo- nun, kendini toplayarak maddeye inkilâbedeceğini iddia ediyorlar. Onların kanaatine göre yeni bir 14 gök ve veni bir arz, eskisinin kül- lerinden değil, belki eskisinin ih- tirakiyle serbest kalan radyasyon- dan doğmaktadır. Onlar, bu suretle bir doğup ölen kâinat dâvasını mü- dafaa etmiş oluyorlar. Öyle bir kâ- inat ki, bir verde ölürken, ölümün mahsulleri diğer yerlerde yeni ha- yat doğurmakla meşguldür. Şimdilik şunu söylemekle iktifa edelim ki, bu ölüp doğan kâinat mefhumu, termodinamiğin, iyi kurulmuş olan ikinci kanununa tamamiyle aykırıdır. O prensip, daimi hareket makineleri nekadar imkânsızsa, ölün doğan kâinatın da o kadar imkânsız olacağını bize öğretiyor. Gerçi, bu kanunun bil mediğimiz astronomik sartlar al- tında iflâs etmesine ihtimal verile- bilirse de kanaatime göre ciddi ilim adamlarının çoğu bunu pek vârit görmüyorlar. Bu iki mefhum- dan ölün doğan kâinat mefhumu- nun daha çok popüler olduğu in- kâr edilemez. Birçok kimseler ve insanın sahsi ölmemezliği isin en- dişe ederken makroskonik kopya- sının da ölmiven kâinat endişesi besliyeceğini düşünerek kâinatın yok olmasını kendi şahsiyetlerinin yok olması sibi tatsız fikir telâk- ki edebilirler. Profesör Millikan, bilhassa, koz- mik radyasyon basit, hafif atom- lardan ağır atomlar çıkardığı mü- talâasında bulunarak bunu «yarata- nın daima iş başında »olmasına bir delil addediyor. Problemi basit bir tarzda izah icin, bir helyum ato- muna bakalım. Bir helvum ato- munda dört hidrojen atomun mal- zemesi, vani dört elektron ve dört proton varsa da ağırlığı hidrojen atom ağırlığının 3,97 katıdır; yani, teşkil etmek üzere bu suretle, dö- vülürse hidrojen atom ağırlığının yüzde 3 ünden ibaret olan fazla ağırlık radvasyon şeklini alacak ve 2 hidrojen atom (ağırlığının 4.3 ü kadar ağırlıkta bir foton deşarj olacaktır. Bu- nun deşari olacağını iddia edemeyiz, cünkü dört hidro- jen atomu bir helyum ato- niu teskil etmek üzere bir araya düşerse isin bir kac safha- da vukua gelmiş olması ve bu intişarı ihtimali serbest kalan eneriinin hepsi bir büyük foton teskil etse bile bunun nüfuz kabiliveti kozmik radyas- yonundakinden az olacaktır. Fa- kat 129 hidrojen atomunun bir Xenon atomu teşkil etmek üzere bir arava düştüğünü ve bu işde bir tek büyük foton intisar edeceğini tasavvur edersek, bu fotonun nü- fuz kabiliyetinin kozmik radyas- yonun en nüfuzlu kısmının aynı olacağı anlasılır; Xenondan daha az karışık atomların buna benzer rad- yasyon mahsulünün daha az nü- fuzlu unsurlar hâsıl edebilmesi, Milikon'un ortaya attığı projeye tamamiyle mantıki ve uygun ise de, bana öyle geliyor ki ihtimaller bu- na çok karsı koymaktadır. Elektronlar, vrotonlar bir nevi dalgalardan, dalsaların radyasyonu da diğer neviden dalsalardan iba- rettir. Bunlar, Chriysalis (pupa)- nın kelebek oluşu gibi, birinden diğerine geçebilir ki, buna bazı ilim adamları su cümlenin eklen- mesi lüzumunu münasin gördüler: «Ve kelebeğin de geri giderek chry- . pre tasavvur ettiğimiz ibi. .» Bunda sisle ve radyasyonun aynı sev olduğunun kastedilmediği tabiidir. Maddenin radyasyona in- kılâbı bile eney bir şey ifade eder. Madde ve radyasyonu iki nevi — daireler üzerinde durmadan dola- Prof.Salih ee UZDİLEK evamı S. 16 da)