Muhasebesi şahsiyetin sahibi Hükü- met, bir gün sonra «Ben böyle bir ihbarda bulun- madım!» diye avaz avaz bağırmaya başlıyan bir şahsın, mide gurultusu ka- dar indi zanlarına nasıl kıymet verebiliyor? Biz- zat muhbiri nicin isbata davet etmemiş bulunuyor? Muhbir «Ben böyle bir şey söylemedim!» diyebildik- ten sonra, işin, ciddiyet ve hakikat plânında, ele alın- ması mümkün bir tarafı kalabilir mi? Bir si$risi- nek mırıltısı etrafında ne- dir bu curcuna, bu cüm- büş? Aksi halde, her şeyin fe- ci bir tertip; sırf gerçek muhalefet istidadında gö- rülen bir teşekkülü dağıt- mak icin yapılmış bir komplo olduğu hissi doğ- maz mı? Böyle bir hisse asla yer almasa da, hükü- metçe ona mâni olmak, başlıca kaysı değil midir? Reşat Aydınlı'ya gelin- ce, ister bir şeyler ihbar etmiş olsun, ister olmasın, (ki bir şeyler söylemiş bu- lunduğu muhakkaktır) kendisini vasıflandırabile- cek bir kelime bulmaktan âciz olduğumuzu kayde- der; ve maalesef bu mese- leyi, her nereden ve her ne ' sebeple gelirse gelsin, fikir ve dâva istidadına vurulmuş bir darbe telâk- ki ettiğimizi bildiririz! Hem bu yurdun ilerleme- sine ve gelişmesine mâni olanlara, hem de (eğer varsa) kanun yolları dı- şında komitecilik tertiple- ri düşünenlere lânet olsun! X TİYATRO Şehir Tiyatrosundaki son hâdiseler, matbuatta, alelüsul, işin bütün ehem- miyet ve kıymet noktası- nı süme götüren bir dema- gocya vesilesi olmuş; ha- kiki kasıtlar anlaşılama- mış, kendilerini müdafaa- ya calışanlar vâkıa üzeri- ne gerekli ışığı serpeme- miş, kâinatta bir eşi gö- rülmedik mikyasta hak yiyenler de, tevillerinin ne türlü bir geçer akçe olduğunu görecek rahata kavuşmuşlardır. Şehir Tiyatrosu sanat- kârlarını dışarıda çalışma- maya davet eden mukave- lenin bu hükme ait mad- desi, hiç de ihtilâf mevzuu değildir ve olamaz. Artist elbette ki, öz işine büyük bir disiplinle bağlanmalı- dır. Fakat mukaveleye e- sas teşkil eden nizamna- menin, bütün imtiyazları eski «Dârülbedayi» kadro- sunda bulunmuş kıdemli sanatkârlara veren despot ve gedikli ruhuna ne bu- yurulur? Bu esaslara göre bundan böyle hicbir artist, cihanda görülmemiş dere- cede bir sanat seviyesine yükselse bile, artık kıdem- li sanatkâr seviyesine ula- şamıyacaktır, eskilerin im- tiyazını kazanamıyacaktır. Bilâkis bir ırgat gibi çalı- in ji hk $ıp, eskilerin mali imtiyaz- lar kasasını doldurmakla mükelleftir. Bu ne demek- tir? Şehir Tiyatrosundan birkaç kişi, (beşi erkek, biri dişi) Hint mihracesi; ve gerişi de «dokunulmaz, el sürülmez» diye anılan paryalar mıdır? Böyle bir halt nasıl karıştırılabilir; ve bunu yapanlara karşı, sade yedi sekiz şahıs de- gil, bütün bir tiyatro ve sanat âlemi nasıl ayaklan- az? Heyhat ki, düne kadar var sanılan tiyatro, bugün- den itibaren büsbütün yoktur! X* RADYO İstanbul Radyosu res- men kurulmuş... Yani, An- kara Radyosu gibi, dünya- da fikir, ruh ve sanat ha- mulesinden mahrum en yavan (vokabüler)i ezber- leme devrini nihayet bitir- miş ve artık kekelemeden mahut klişeleri, sabah, öğ- le ve akşam heceliyecek- MİŞ... Buyurunuz, filân hâ- nende bayan, falan şarkı- cı bay, filân ve fi plâklar, filân ve fişman tekerlemeler!.. Ve sen, radyo fenninin insan sesi- ni kutuplara kadar bağla- yan büyük harikası! Ger- çek fikir, sanat ve dâva hamulesinden mahrum, tıpkı boş bir fıstık külâhı gibi, yalnız kabuklardan ibaret muhtevanı, sabah, öğle ve aksam, doldur ve boşalt! Be. De. Celâl Bayar'ın telgrafı Celâl Bayar'dan aşağıdaki telgrafı aldık. Keli- mesi kelimesine buyurunuz: «Bir arkadaşım, mecmuanızın 4 kasım 1949 tarihli sayısının 8 ve 9uncu sahifelerinde «Celâl Bayar» başlığı altında yayınlanan fık- rayı bana gösterdi. Şahsıma ve dolayısiyle Demokrat Partiye karsı bir kısım vatandaş- ların vicdanlarında şüphe yaratmak gibi kö- tü maksatla kaleme alındığı besbelli olmasına da tekzip edilmesini tale» ederim. Celâl Bayar Demokrat Parti Genel Başkanı, hakkında mec- muamızda cıkan fıkraya karşılık olarak bize, ay- nen neşredilmek üzere bir tekzip yazısı göndermi- yor da, aynı sahife ve sütunlarda, böyle bir mu- .havere vâki olmadığının (kendi tâbiriyle) tekzi- “bini istiyor, Galiba burada bir Türkçe hatası yap- tığının da farkında değildir. Zira bir şeyin vâki olmadığının tekzibi, vâki olduğunun tasdiki de- mektir. Böylece Celâl-Bayar, bize, Basın Kanu- mükellefiyetimiz olmıyan bir izah yazısı gönde- receği yerde, tıpkı memurundan bir şey ister ve ong bir emir verir gibi, tamamiyle kanun dışı bir jestle tekzip işini bizim yerine getirmemizi emre- bur olmamakla, kendisinin de «böyle bir muha- vere olmamıştır» diyemediğine dikkat etmekle be- raber, sırf hatır icin, istediği tekzibi yerine geti- ve sadakatle tekzip ediyoruz. Anlayana sivrisinek saz... rağmen, bu fıkrada naklolunan muhaverenin vâki olmadığının aynı sahife ve sütunlarınız- nundan faydalanarak, aynen neşretmekten başka diyor. Kanunen bu şekilde bir tekzibe asla mec- riyor ve böyle bir muhavere olmadığını hararet data Main. (05