25 Kasım 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 8

25 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

l ş h i het Er e te i * MİLLET PARTİSİ Millet Partisinden bazi şahıslara isnat edilen, Cumhur Reisine ve Celâl Bayar'a suikast teşebbüsü hikâyesi, her tarafı, her cephesi, her köşesi ve her unsuriyle, âzami ve nihai derecede üzücü, gerçek bir dâva adamını ürkütücü, bezdirici ve tiksindirici bir iştir. Her parti, siyasi ve içtimai bir dâva hedefi be- lirttiğine göre, kanunen tamamiyle serbest bir iş olan ruhi telkin hamur- kârlarının en çok kuşku- lanması gereken nokta, bazı düşman tertiplerin kendilerine böyle bir is- natta bulunmaları, hükü- metin de böyle bir isnada en kücük mikyasta bile yer vermesi ihtimali değil midir? Bir parti, açıkça iktidar mevki ve kadrosuna talip- tir. Bunun kanun yolu da, demokrasyalarda, rey san- dıklarının o yerleştirildiği noktadan başlar. Her za- man ve mekânda görülmüş olan ihtilâl ve hükümet darbeleri isi ise. bu kanun yoluna nazaran ölrüler a- rasındaki zıtlık bakımın- dan, sirke ile şarap arasın- daki farkı belirtir, Fakat her zaman sirke satıcıları- na, hakikatte en uzak ve en zıt bulundukları şarap- çılık damgasını vurmak mümkündür. Gercek Şa- rapçıların «süret-i hak»- tan görünerek kendilerini sirke satıcısı diye arzet- meleri, hükümetlerin de bunları böyle görmek ve göstermek istemeleri mümkün olduğu gibi... O halde bu belâlı ölçüyü sıh- hat ve nezaketle temsil ve müstahakkına teşmil ede- bilmenin caresi nedir? Bu- nun çaresi, tam bir de- mokrasya anlayışından başka hicbir şey olamaz. Birçok milletin bomboş bir klişe halinde kullandığı demokrasya kıyafetinin i- çine gerekli vücut unsur- ları yerleştirilecek olursa, çare hemen hatıra gelir! Öyle ya, her şey, her türlü iddia edilebilir! İd- dia deyip de geçmiyelim! Basit ve haksız bir iddia ile bütün bir parti, hare- ket, hamle ve kanuna uy- gun bir dâva güme gide- bilir! İnsanlar ve fikirler dağılır, birkaç mazlum günlerce ve aylarca hapis- hanede inler; ve sonunda hâkimler beraet kararını okurken, bu zavallılara kimse «Affedersinizm de- meğe bile lüzum görmez. Tam ve halis demokras- ya anlayışına göre, elde kat'i, riyazi ve mutlak ve- sikalar ve deliller bulun- madan, hiç kimsenin, hiç- bir teşekkül veya maka- mın, hiç kimseye, hiçbir teşekkül veya makama böyle bir isnatta buluna- bilmesi mümkün olmama- lıdır. Bu, fağfurdan daha nazik ve beyin zarından daha ince ölçünün kötüye kullanılacağı bir memle- kette ise hicbir fikir barı- namaz, hicbir dâva adamı yaşayamaz, hicbir emniyet ve masuniyet müeyyedesi ayakta duramaz. Mahut isnada gelince: Biz onu, Kaf dağının tepe- sindeki periler padişahı Sasamakalika'ya tevcih edilecek bir suikast dere- cesinde yersiz, mânasız, hedefsiz ve mantıksız bul- duğumuzu kaydetmeğe mecburuz, Hele bu teşeb- büsün ikinci unsuru ola- rak pösterilen Celâl Bayar isminin garabetine büsbü- tün şaşıyoruz! Yoksa Celâl Bayar'ın müthiş bir C.H.P, azmanı olmak bakımından C.H.P. Genel Başkanından daha büyük bir kıymeti mi vardır ki, ismi ve şah- sı, böyle marazi bir hayal perdesinde unsur teşkil edebiliyor? Birçoklarınca iddia edilen «muvazaa» te- zine, bu #arabetin, tam bir delil diye öne sürülmesi ihtimali hiç de mi düşü- nülmüyor? Başında, Şem- seddin Günaltay gibi, ilim ve fikir muvazenesini ma- Tik bulunması gereken bir Nur Talebelerine AKKINI ve dâvasını şiddet ve hararetle müda- faa ettiğimiz Said-ül-Nursi Hazretlerine ait Nur Risalesi serisinden bazı kısımların, tarafımız- dan, ufaktefek üslüp ve kelime değişiklikleri içinde neşredilişini hoş karşılamıyan bazı yan- kılar duyduk. Bu yankılara göre üstadın ibare- leri aynen intişar etmeli, dışarıdan hiçbir kalem mü- dahalesi vâki olmamalı ve ilâve edilecek noktalar ayrı bir şerh halinde ve metin dışında gösterilme- lidir. Üstadın ibareleri, kendi sahsivet ve mizaçlarının mâkesi olmakla beraber (Üslüb-i beyan ayniyle in- sandır) onları, (Büyük Doğu) nun malik bulunduğu geniş, müsbet ve menfi bütün cihan kültüriyle te- maâsta insanların karşısına cıkarmak için, en üstün ve akıcı bir Türkçe aynasi icinde göstermenin ince- lik ve zaruretini kavrayabilmek lâzımdır. Bizim, Sa-. # id-ül-Nursi Hazretlerinin ibarelerinde Türkce veya üslüp zaafı olduğuna dair hicbir zannımız yoktur; bilâkis, onların üslübunu da fevkalâde hususi, zarif ve ayrıca kıymetli buluyoruz. Fakat bu hususi, zarif ve ayrıca kiymetli üslübu, asli mâna; hedef ve haki- | katinden uzaklaştırmadan, tamamiyle umumi, dünya çapında tebliği ve en sanatkârane ifadeyle telkini hale getirmek icin sarfedilen çalışma, şikâyeti değil, takdiri davet etmelidir. Bir odada eşyayı göstermek için oraya dışarıdan tevcih edilen büyük bir projek- tör huzmesi, ancak odadaki unsurların çizgi çizgi ve nokta nokta daha iyi #örünmesini temin etmek için değil midir? Bütün seref ve hakikat, eşyaya, yani mânaya aittir. Eğer bizim üslüp müdahalelerimizde, | daha doğrusu müdahale değil de bazı ambalâj itina- larımızda, esva ve mâna üzerine yabancı renkler ak- settiren bir hal varsa, o zaman iş değişir ve bizden hemen sınıra riayet istenebilir, Fakat bizim, mâna bütününe, kelimesi kelimesine ne hürmetkâr bir iti- na ile riayet #österdiğimiz besbelli değil midir? Hadis tefsirlerinden, İmamı Rabbani tercümesine £ ve Esseyyid Abdülhakim Hazretleri gibi ei üstün bir velinin öz ifadesine kadar tatbik ettiğimiz ve en derin titizlikle mâna ve ifade bütünlüğünü hıfzet- mekten başka bir gaye beslemediğimiz bir işde, sa- dece mukaddes dâvayı hususilikten umumilik plâ- nına intikal ettirmek icin giriştiğimiz bir tavasstt muamelesinin hoş görülmesini bekleriz. Sade hoş görmek değil, üstelik takdir ve tebrik; beklediğimiz$ “buydu, bundan sonra bekliyeceğimiz de budur. BÜYÜK DOĞU 94 ŞA HMadiselerin

Bu sayıdan diğer sayfalar: