25 Kasım 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 2

25 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İslâm inkılâbı-Gerçek ve derin Müslüman İslâm Ar a fikir plânında, yalmz gerçek ve derin Müslüman temsil edebilir. Gg Gercek ve erin Müslüman nedir; gerçek ve de- rin Müslüman ne olmaktır? İşte bütün mesele! Bu, meselelerin meselesini şu anda toplu olarak ele alır- ken, onu, kısım kısım çerçevelemek borcunu da yük- leniyoruz © Gercek ve derin Müslümanın üç cephesi vardır: Şeriat, tasavvuf, şahsi ruh ve akıl... Gg Bu cepheleri şu anda bir bütün ve bir terkip ta- mamlığı halinde mütalâa edecek olursak, hüküm şöy- ledir: Başta mutlak ve sabit ölçüler manzumesi Şeriat olmak üzere, her şey, alttaki üsttekine tâbi olarak bu üç hakikat plânim yerine getirmekten ibarettir. © Demek ki, gercek ve derin Müslüman, basit riyazi ifade çerceveleri icinde herbiri sonsuz ve dipsiz sırla- rın işareti ve bütün cemiyet ve hakikat ölçülerinin anası ve mizanı olan Şeriati, bütün dâva ve gayenin ruhu ve bâtımı olan tasavvufu ,bütün âlemin ve insan- Lığın feneri olan hikmeti; mayonezin yumurta, zeytin- yağı ve limondan ibaret üç unsuru gibi tam bir ahenk içinde belirtendir. o Öyle ki, baştan başa eşya ve hâdiseler plânına hâkim ve yeryüzünü maddi ve mânevi bütün mevcut- lariyle kalbur icinde eleyici bir kudrete sahip olan gerçek ve derin Müslüman, hikmet ve hakikatin stra- tosferine yükselirken, Şeriat ve tasavvuftan ibaret sağlı ve sollu kanadlariyle, bu kanadların ortasında ileriye doğru uzanmış bir idrak ve tefahhus bilyesini gösteren kafasından ibarettir. Fakat uçuran, yüksel- ten ve erdiren, birbirinin tamamlayıcısı ve gerçekleş- tiricisi halinde Şeriatle tasavvuf; uçurulan, yükselti- len ve erdirilen de şahsi ruh ve akıldır. © Gerçek ve derin Müslüman, dünya ve insan kad- rTosunun bütün iş ve fikir muhasebesini muvazeneleş- tirmiş, zimmet ve matlüp sütunlarını tam bir sıhhat ve mutabakatle karşılıklı mizana sokmuş, yapılacak ve yapılmıyacak her şeyi tesbit etmiş, bütün istika- metleri keşfetmiş ve işaretlemiş, bu hayatın yaşanmak zahmetine değer bütün kıymetlerini tablolaştırmış, en uzak buğday başağının ucundaki taneden güneşin kal- bine kadar nabız dinleme âletlerini her noktaya ya- pıştırmış ve her unsurun gaye ve incizabına âşina çık- mış, yer yüzüne ve madde âlemine insan tahakkümü- nü ve bunun muazzam cihazını âzami istismar haddi- ne yükseltmiş, idrak ve tekevvün çilesini nihai has- sasiyetle doldurmuş, nihai vecd, zarafet, huzur ve sü küna varmış; kısaca, insan başım sümüklüböcek ka- fasından ayıran tek haysiyetle varlık sırrının bütün şubelerini kahramanca kucaklamış, plânlaştırmış ve bunun insan cemiyetini teşkilâtlandırmış, kâmil insan örneğidir. Bunun niçin böyle olduğu da, gerçek ve de- rin Müslümanın kısım kısım hüviyeti tâyin edilirken görülecek, İslâm inkılâbını yalnız onun temsil edebi- leceği anlaşılacaktır. ee İitolocya Örgüsü BÜYÜK DOĞU dilim dilim, i 1001 ÇERÇEVE : ) SON —— e > şe şe —— —— — VE TEK KIVILCIM Necip Fazıl KISAKÜREK 4 m in e m dm, Gİ m dm di e, e, in din ei seli, : h MW DARI odun yığını- nın gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz! Odunların üstüne, yıllar ve asırlardır, yağmadık yağ- mur, düşmedik kar kalmadı. Onları küf basmış, pas yut- muş, rutubet bürümüş; üste- lik garp dünyasının bütün kanalizasyonları bu odunla- rın üzerine akmıştır. İşte, arsadaki böyle bir o- dun yığınının gizli bir köşe- sinde tek bir kıvılcım nokta- sıyız biz! Kim bilir hangi mu- azzez velinin mangalından sıçradık, hangi mübarek mü- minin fenerinden damladık, hangi muhterem mustaribin sigarasından düştük de, bu, süngerlerden daha ıslak ve çöp tenekelerinden daha kirli odun yığınının bir köşesinde karargâh kurduk. Bu odun yığını, uzaklarda, çok uzaklarda, ormanı temsil eden ve her gün bir ağacı da- ha köklerinden koparılıp ma- hut arsadaki yığına atılan münezzeh Türk milletinin içinde menhus bir zümredir; ve işte biz, böyle bir odun yı- ğınının gizli bir köşesinde, ir kıvılcım noktasıyız! Dâva, bu odun yığınını, bü- yük ve ebedi oluş hummasiy- le çatır çatır yakmak, onun alevleriyle güneşi soldurmak; ve üzerinde, kir, pas, küf, ru- tubet, ne varsa, hepsini bir- den buhara çevirmek... Ateş, her pisliği yiyen, sü- püren, götüren, yok eden âa- teş, mânevi ateş; sana âşığız! Doğru ama, bu odun yığını öyle bir kütle ki, üzerine, Şarkın ve Garbın bütün pet- rol kuyuları dökülse yine a- lev alacağa benzemiyor! Onu ıslatmak, onu küfletmek, onu pisletmek, onu rutubet sün- geri haline getirmek için, ba- zı sihirbazlar, babadan oğula menfi bir tarikat edebiyle el ele verip tam bir asır çalış- mışlar! Biz ki, onun gizli bir köşesinde tek ve son kıvılcım noktasıyız, onu nasıl yakar, tutuşturur, alevlerle sarabili- riz? Biz, işte, Allahın böyle bir harikaya memur ettiği, pis sularda boğulmuş kim bilir hangi yanık bağrın sönmiyen ve istikbale sıçrıyan son zer- resiyiz! Fırtınalar içinden geçtik, kasırgalı denizler üze- rinden aştık, lâğım akıntıları- nı bir saman çöpüne öarılıp geçtik, yine sönmedik, yine bugünlere vardık; ve şimdi mahut odun yığınının gizli > köşesinde pırıldamakta- 7! ld ve Allahının Sevgi- lisini seven, bu son ve tek kı- vılcım noktasının üzerine tit- resin, onu Nuh'un gemisinde- ki son insanın son meni nut- fesi gibi muhafaza etsin, onu gayet büyük bir ihtiyat ve itina ile üflesin, genişletsin; ve Allahtan lütfedeceği mu- o cizeyi beklesin! gm 4 | | | << m po, m. A A A A m 2 a a a a a” NR ke | 98 "

Bu sayıdan diğer sayfalar: