BİA nl rA Tail LİLLE İmam-ı Maliki | As isimleri Ebu Abdullah... Babası, Enes bini Malik... Dört büyük mezhep sahibinden biri... Hicri 95 te Medinede dünyaya gel- di. Zehra ve Naim gibi «Tâbi olan- lar» zümresinin büyüklerinden ha- dis öğrendi. Bir rivayete göre Sa- habelerden Saad oğlu Sehl ile gö- rüşüp doğrudan doğruya «Tâbi olanlar» zümresine girmiştir. Eğer bu rivayet doğru değilse, İmam-ı Âzam sibi o da «Tâbi olanlara tâ- bi olanlar» dan oluyor. Fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerinde bilgi derecesi o kadar genişti ki, muallimleri bile pek kısa bir za- man sonra, artık ondan öğrenmeğe mecbur kalmışlardı. Zamanında, Medinede, fetva ve dini hüküm işi yalnız kendisine inhisar etmişti. Bir hadis anlatırken yeni baştan abdest aldığı, büyük bir vakar ve hürmetle diz çöktüğünü anlatırlar. Hayatını gecirdiği. Medinede, hür- met hissinden bir kere bile hayva- na binmeyip hep yaya gidip gel- miş... Dine ait her hususta duyduğu saygı hissi bu derecededir. Hicri 147 tarihinde, kendisinden istenilen haksız bir fetvayı verme- diği için dövüldüğü, 70 kırbaç ye- diği, buna rağmen vicdani kanaati- ni bozmadığı ve istenilen fetvayı vermediği söylenir. Yine söylendi- ğine göre Abbas oğullarından Ebu , Cafer-i Mansurun amcası Cafer ta- rafından da kırbacla dövdürül- müş... 179 Hicri yılında Medinede vefat etti ve orada, Sahabilerden pek çoğunun gömülü bulunduğu Baki mezarlığına defnedildi. İlim, ahlâk, saffet, vecd örneği... Hadis kitaplarının en eskisi olan «El-Muw'ta» onundur. «Hicret Belde- | SLÂM dairesi içinde bulunanlar, Allahtan başka rab ve mâbut ta- nımadılar. Onun emirlerine sımsıkı bağlandılar. Bu yüzden nefsleri- ni selâmete çıkardılar, Hak da on- ları başka milletlerden üsvun tuttu ve ilâhi kitaplarda «Müslim» ler e ye andı. Görülüyor ki,.İslâm v Müslim kelimeleri, selâmetten, işi Mümin - Müslim tuluştan geliyor. Aynı ismin bir başka delâleti de, kurtuluşa ermek yolunda teslimiyet, teslim olmak... İslâm, teslim olandır. Öyleyse, gerçek kurtuluşun ilk ve son kapısı olan Resuller Resulü- ne, onun Allahtan getirdiği her noktaya, her hükme, her ölçüye ina- nan, Müslimdir; netice bakımından da selâmettedir ve selâmete tesli- miyetle ermiştir. Müslim ve mümin mefhumları, hakikatte birdir. Mümin «iman et- miş olan» mânasına, İslâmın esasi şartına ermiş bulunmayı ifade eder, O şartı, hemen, İslâm ismi ve Müslim sıfatı takip eder. Arada hiçbir fâsıla ve derece yoktur. Bunlar, hattın hat olabilmesi için iki uç nok- tasına malik bulunması gibi, birbiri icinde iki keyfiyettir. İslâm, iman- sız olamaz; iman da iman olabilmek için İslâmla birleşmeğe muhtaç- tır. Hacim ve madde gibi bir şey... Bunun içindir ki, Allaha bütün tenzihi sıfatlariyle inanıp da hakkın- da hicbir nâkıs sıfat ve fiil tasavvuruna düşmediği halde'onun her- hangi bir peygamberine veya peygamberlerine inanmıyanın imanı ba- his mevzuu olamaz. Böyle bir telâkki güden, iman sahibi değildir. Böy- leleri hakkında «Allaha inanıyor ama, Peygamberine veya peygamber- lerine inanmıyor!» denir ve mümin lâfzının belirttiği tamamlık ifadesi kullanılamaz. Yani böyleleri hakkında, Allaha iman ediyor diye, su sızmaz bir tamamlık ifadesi olan mümin ismini ve Müslim sıfatını kul- lanmaya imkân yoktur. Onlar hakkında, olsa olsa, dış lügat mânala- riyle «Şuna inanıyor, buna itikat ediyor» gibi tabirler kullanabiliriz, fakat inanmak keyfiyetinin «bütün ağyarını mâni, efradını câmi» ve mânası sabit bulunan Müslim ve mümin klişesini kullanamayız. Anlıyorsunuz ki, Müslümanlardan başka hiçbir dinin mensupları, sadece Allaha inanmak, hâttâ bu inanışlarına Allah tasavvuru bakı- mından küfür karıştırmamak şartiyle bile mümin olamıyorlar; Müs- lim olamadıkları ise besbelli... Zaten Müslim olamadıkları için mümin olamamışlardır; mümin olabilseydiler de esasen Müslim olacaklardı. Müslimden başka/bir insan değildir. Bu incelikleri bilmiyen Müslümanlar, hattâ Müslümanlık dersi verenler pek çoktur. VÂİZ Kisacası müminlik. Müslimliğin göbek adıdır; ve mümin isimli zat, J sinin İmami» diye de lâkaplandı- Tunus, Trablus, Cezayir gibi, Afri- rılmıştır. kanın şimali garp istikametindeki Temsil ettiği mezhep, en fazla o bütün Müslümanlar, mezhepçe Ma- Afrikada intişar etmiştir. Bingazi, likidir. M.K. hakkındaki bir yazısındandır. U 1ssız, bu vahşi çöllerde kumlar... dilik okyanusuna çıkar! rümeye büşlar. Aşağıdaki satırlar, ikiyüzüncü doğum yılı dünyanın her tarafında kutlanan büyük Alman şairi (Göte) nin, Peygamberler keskin bir hararet var... Gündüzleri kanımızı emiyor. Ateş sağan Geceleri ciğerlerimizi parçalıyor. Ey bizim merhametli kardeşimiz! Bizi al da ebe- Bir millet yol göstericisinin teme ki, ge- rilik durağından kalkar ve ilerilik yü- Bütün sınırlara, bu milletin za- alevler içinde heybet fer oâvazeleri. erişir. Arkasında, kalmış yüksek kuleler, mermer sütunlar, Peygamberi kadar çöl varsa birer medeniyet mamuresine dön- mek için insanlık merkezine doğru yol verir. Toprak. üstünde yeşil yapraklarla örülmüş kulu- becikler... e Üzerlerinde milyonlarca sancak dalga- lanıyor... yet lâtif bir hava esmekte... nefes alışıdır ki, da, odur. Ya sancaklar? Onlar da, sahiplerinin ölüm; süzlüğe erdiklerini ilân için cekilmiş ezeli işaret- ler... ve şaşaa dolu manzaralar heykelleşir. Önünde, ne Bu yeşil, bu mübarek memlekette ga- Bu hava, ebediyetin! işte, bu sancakları dalgalandıran $ ye ir