murda ve «Gözyaşı vâdisi» yerinde «Bekke» ismi vardır. İki nüshanın da neşir ve baskı kaynağı aynı ol- duğuna göre Türkçe nüshasında bu kelimeyi kaydetmekten ürkmüş ol- malarıma ne buyurulur? Zira Türk- çe tercümede esas, şüphesiz ki, İn- gilizce tercümedir. «Misyoner» tâ- biyesine ait; ve bir misyvonerin Al- lah dâvasını güttüğünü sanırken bi- le Allaha ve hakikate karsı ihlâs tavrını gösterici en varlak misal!.. «Ahd-i Kadim»de Davud Pey- gamberin Zeburuna ait mezmurun tercümesi ayniyle şudur: «Ne mübarektir senin evinin se- kenesi ki, daima sana hamdederler. Ne mübarektir o insan ki, kuvveti sendendir. Beytine giden yollara gönül veren adam «Bekke» Gözyaşı Vâdisinden geçerken anı bikâr e- : : Böylece, tahriflerini bu kadar ileriye götüren Yahudi dehası, işi bir kere «Gözyaşı Vâdisi» şeklinde gösterince, güya «hakikat için ha- kikat ve ilim için ilim» den başka gayesi olmıyan Garplı muharrir- ler, bu «Gözyaşı Vâdisi» nin nerede olduğunu anlamaya kalkmışlar; ve .. Vİ büyükleri vardıysa da, o, Allaha bağlılık, tevekkül ve aşk yolunda, benzerlerini aşmıştı. Ondan evvel kimseye Sofi denilmemiştir. Hân- kah en evvel onun için, Şamda (Re- mile) adlı yerde yapılmıştır. İlk dersâhın bina edilişindeki se- bep şöyle rivayet olunuyor: Emirlerden birisi kırlarda ava çıktığı zaman, Ebu Haşimin safa ehlinden bir kimseyle buluşup, bir- birlerinin ellerinden tutarak ve birbirlerinin gözlerine dalarak, de- rin bir aşk ifadesi içinde söyleştik- lerini ve. hemen oracıkta, mevcut yemeklerini yiyip, aynı ifadeyle ayrıldıklarını görür, Bu samimi muâmele ve ülfet, emirin çok ho- şuna Sider, Emir, Ebu Haşime, ar- kadaşının kim olduğunu sorar ve şu cevabı alır: «— Bilmiyorum!..» Emir devam eder: «— Ya nereli?» «— Onu da bilmiyorum!» Arap Jaı/ KISAKÜREK gayet tabii olarak böyle bir yer bu- lamamışlar, binbir ihtimalle karşı- laşmışlar, şehadet parmaklarını sözde mütefekkir kafalarının şa- kaklarına dayayıp bu ihtimalleri saymaya başlamışlardır: Ya Kudüse siden hacıların geçti- ği vâdi, yahut Tevratın «Yeşüâ» ki- tabında bildirilen «Ahor» Vâdisi, yahut da yine Tevratın «Samoyel» kitabında gösterilen «Rifayon» Vâ- disi... Şüphesiz ki, bütün bunlar, gerçek yeri tâyinde, hayal iklimle- rinin hâs isimlerinden başka bir şey değildir. Buna rağmen mâhut bükâ vâdisinin Mekke olmadığı, olsa bile Mezmurların tarihi bir kıymete malik bulunmadığı iddia- sında müttefiktirler. Şaşkınlık de- recesinin son haddi!.. Kâbenin yapılışı: İbrahim Peygamberin açtığı tev- hit sancağına karşı başından geçen- leri, Kur'an haberlerinden öğren- miştik. Mezopotamyada, kendisinin yükselttiği — Allah Bir Nidasına, İSEN içine atılmak suretiyle karşılık gören bu yüce peygamber, Allahın izniyle ateş Emir, hayretler icinde böyle bir buluşma ve sevişmenin sebebini sorunca: bizim meslek ve yolu- muzdur, böyle emrolunmuşuz!» Karşılığını alır. Bunun üzerine, bu aşk ve vecd ehlinin buluşması- na mahsus bir mekânları olup ol- madığını soran ve: «— Hayır» Cevabını alan emir: «— Size bir damalti yaptırayım da orada toplanınız!» Diye Şamdaki Hânkahı bina et- tirir. Gönül ve aşk ehli için yapı- lan hânkahların ilki, işte bu bina olup, ilk Sofi de işte bu zattır. Bü- tün madde ve ruh ilimlerini ken- dinde toplamıştı. «Kibrin gönülleri yıkması önün- de dağları yıkmak ne kolay!» ve «Faydasız bilgiden Allaha sığını- rım!» sözleri, kudsi kelimelerinden- dir. Merhum Esseyyid Abdülhakim El sahasının nasıl gül bahçesine dön- düğünü, cenesi bir karış düşmüş küfür bağlılarına gösterdikten son- ra, Mezopotamyadan Mısıra geç- mişti, Orada da en acı tasallüt ve tecavüz karşısında kalan İbrahim Peygamber, Filistine geçmiş ve yi- ne, tevhit oku sözlerinin dele- bileceği bir kalb bulamamıştı. Ni- hayet İbrahim Peygamber, kendi içinden ne kadar bozuk olursa ol- sun, hic olmazsa dışarının kirlerine bulaşmamış temiz bir ülke aramış ve Arabistanı bulmuştu. Hazreti İbrahim, İsmail Peygam- ber ile Hâcer-i Hizaca bağladı. İb- rahim Peygamberin öbür zevcesi Sâre'nin bu seyahatten biraz sonra öldüğü rivayet edilir. İbrahim Peygamber Mekkeye va- rınca, oğlu İsmailin yetişmiş ve ge- lişmiş olduğunu gördü. Babasının insanlığa açtığı tevhit sancağının altına girecek ve onu heybet ve ul- viyetle taşıyacak en değerli insan, o ân için, İsmaildi. Bu hakikati ayan beyan gören Hazreti İbrahim, oğlu ile beraber kollarını sıvayıp Kâbenin temellerini attı. Bu esrar noktasının yerini, İbrahim Peygam- bere, melekler talim etmişti. Geceli gündüzlü çalıştılar ve dört duvar- dan ibaret inşa işini bitirdiler. ; Kâbenin dört duvarı yükseldiği zaman, İbrahim Peygamber, Allah- tan şu emri aldı: — Biz İbrahime, Mükerrem E- vin yerini göstermiştik. Demiştik ki: uBana hiçbir şerik koşma; Evi- mi tavaf edenler için, Mekkede kü- lanlar için, rükü ve sücut edenler için temizle! İnsanları hacce çağır; ister yaya olarak, ister develere bi- nerek gelsinler!» (Kur'andan tefsiri meal) İbrahim Peygamber, Kâbenin in- şa işini bitirdikten sonra oğlu Hap reti İsmaile: ,— Bana bir taş ver de, dedi; ta- vafın hangi noktadan başlıyacağını işaret edeyim. İşte Hac işaretinin ilk noktasi... Allaha gösterdiği teslimiyetle ilk defa «Müslim» unvanını kazanan İbrahim a ululuğuna da ayrı bir nokta. ç (Devam ediyor)”